Kıbrıs'ın kurbanı ve düşmanı: Heybeliada Ruhban Okulu 50 yıldır kapalı

Kıbrıs sorununun kurbanlarından biri olan ve 1971 yılında Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu 50 yıldır eğitim veremiyor

Azınlık meselesinin ortasındaydı her zaman. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin ama en çok da Kıbrıs sorununun kurbanlarından biriydi o da. Varlığı bir tehdit olarak lanse edildi. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs davasıyla “İçerideki düşman” olarak gösterildi. O yıllara kadar Heybeliada’nın Ümit Tepesi’nde kendi halinde olan bu yapı artık siyaset sahnesindeydi. Takvim yaprakları hızla değişirken 1960’lı yıllarda tüm spot ışıkları Heybeliada Ruhban Okulu’nun üzerindeydi. Açıldığı 1844 yılından kapandığı 1971 yılına kadar 127 yıl aralıksız eğitim verdi. Son 50 yılda ise Türkiye’deki azınlık hakları sorunlarının en başında geldi. Türkiye’de ve hatta dünyada bugün hala “Açılmalı” ve “Açılmamalı” tartışmalarının sürdüğü okulun 50 yıldır kapısı kilitli.

Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi Prof. Dr. Elçin Macar ile Türkiye’nin azınlık haklarının en kronik sorunu olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun dünden bugüne ahvalini konuştuk.

19’uncu yüzyılda başlayan milliyetçi dalga ile birlikte Balkanlar’da birer birer bağımsızlıklarını ilan ederken tüm Ortodoksları bünyesinde barındıran patrikhane de kan kaybetmeye başlar. Önce ülkeler kurulur ardından yeni bağımsız kiliseler. Elçin Macar, bu noktada patrikhanenin en büyük açığının sadık ruhban yetiştirme sorunu olduğunu söylüyor ve patrikhanenin bu eksikliğini gidermek için okulu açtığını dile getiriyor.

Macar ayrıca, dönemin koşullarının da ruhban yetiştirmeyi kurumsallaştırmaya zorladığına dikkat çekiyor:

“19’uncu yüzyılda misyonerlerin de gelmesiyle daha modern daha meslek edindirici okullar ortaya çıkıyor. Bu okullar ilgi çekiyor. Bunun karşısında patrikhane yabancı okulların da getirdiği kurumsallaşmadan yararlanmak istiyor. Kendi cemaatini cezbetmek istiyor.

Ondan önce patrikhane içi eğitimle bu işler olurken şimdi artık patrikhanenin dışında ama ona bağlı sonrasında modern eğitim anlayışlarını içine alan bir kurumsal yapı ortaya koymak istiyor.”

Kuşkusuz Ruhban Okulu tarihindeki sıkıntılı süreçler 50’li yıllarda başlamamıştı. O da her dönemin getirdiği siyasi, ekonomik iklimde kendi payına düşeni herkes kadar göğüslemişti. Okula Birinci Dünya Savaşı yıllarında Bahriyeliler tarafından el konur. Daha sonraki yıllarda da Alman ve Fransız askerleri yerleştirilir ardından da Bolşevik İhtilali’nden kaçan Rus göçmenleri ağırlar. Ruhban Okulu’na yönelik bu işgallerin konjonktürden kaynaklandığını ifade ediyor Macar:

“Ruhban okulu etraftan çok yalıtılmış, girişi çıkışı denetlenmesi kolay bir yer. Dolayısıyla askerin tercih etmesi de kolay bir yer. Beyaz Ruslar geldiğinde onları mümkün olduğunca sokaklara bırakmamak, barınabilecek yerlere yerleştirmek gibi kaygılar var. Bunların her biri açıklanabilir nedenler. Ruhban okulu ya da patrikhane karşıtlığından değil de konjonktürden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ancak ileriki yıllarda patrikhane karşıtlığı ya da ruhban okulu karşıtlığına doğru gidecek süreç.”

"Her Yunan başbakanı ziyaret etmek ister, önemli olan Türkiye'nin izin vermesi"

Macar, 1950’li yıllara kadar Ruhban Okulu’na dair kamuoyuna yansıyan pek haber olmadığını söylüyor. O dönemde Ruhban Okulu, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir okul olarak işlevini sürdürüyor. Macar, Türkiye’deki resmi çevrelerde o tarihe kadar patrikhane içi bir okul olarak değerlendirildiğini düşünüyor.

venizelos ziyaret.jpg
Yunanistan Başbakanı Venizelos'un ziyareti

 

Ruhban Okulu için ilk en önemli ziyaret 1930’lu yıllarda Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından yapılıyor. Macar, “Yunan Başbakanları orayı her zaman ziyaret etmek ister” diyor, “önemli olan bunu becerebilmeleri” diye de ekliyor ve bir ayrıntıya dikkat çekiyor:

“Demek ki Türkiye’nin izin vermesi gerekiyor. O da konjonktür ile ilgili bir şey. 30’lı yıllarda sözünü ettiğimiz ılımlı ilişki dönemi ve şimdi de Ak Parti döneminde çeşitli yumuşamalar söz konusu.”

1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs davası yavaş yavaş Ruhban Okulu’nu da gündeme getirir. Artık içeride bir “tehdit” vardır. 1960’larda parmaklar teker teker Heybeliada’nın tepesindeki bu okulu gösterir.

Macar, “Askerin siyasete ağırlığını koyduğu yıllardan bahsediyoruz” sözüyle anlatıyor bu hassas süreci:

“Patrikhaneye ve tüm azınlıklara yönelik politikaların sertleştiği dönemler aynı zamanda. Özellikle 27 Mayıs sonrası… Buna 12 Mart dönemi de dahil. O havada tartışılması gereken şeyler tartışılmıyor. Bir kuruma diyorsunuz ki sizin tüzel kişiliğiniz yok ama bir patrik seçildiğinde ruhani kıyafetle dolaşma hakkı veriyorsunuz bakanlar kurulu kararıyla. Olmayan bir kuruma bakanlar kurulu oturuyor ve bir karar alıyor ona tebliğ ediliyor bu hak. 1934 dini kisvelerin giyilebileceğine dair bir yasa çerçevesinde. İstisnaları var, Rum patriği bu istisnalardan bir tanesidir. Ancak o tarihte bunlar konuşulamıyor. Bugün tartışmanın bile anlamı yok. Çünkü yetimhanenin tapusu patrikhanenin üzerine verildi. Tapuda adı geçen bir kurumdan bahsediyoruz.”

Türk milliyetçiliğinin tutkalı: Öteki

“Aslında Türk milliyetçiliğinin tutkalı “öteki”dir” diyen Macar şöyle devam ettiriyor sürece dair değerlendirmelerini:

“Ortak özellikler bulmakta zorlandığı için bu ideolojinin etrafında toplamak istediği insanlara sık sık ötekini ve düşmanı hatırlatır ve gösterir. Bu Türk tarih yazımlarının klasik bir argümanıdır.”

Okulun kapatılmasına dair kamuoyuna gerekçeler sunmak gerektiğini söyleyen Macar, bunlardan bir tanesinin laiklik olduğunu ifade ediyor:

“Laikliğe aykırıydı Ruhban Okulu’nun varlığı elbette ki bu yüzden kapatılmalıydı” fikrini savundular. Ben bu argümanı geliştirenlere şunu söylemek istiyorum. Atatürk döneminde laiklik konusunda daha hassas olunduğu halde böyle bir mesele gündemde bile değil. Cumhuriyetin kuruluşundan 50 sene sonra bu okulun kapatılması laiklik gibi bir gerekçeyle nasıl açıklanabilir? Bunu anlamak pek mümkün değil.

Tabii ki bu okulu kapatmak isteyenler hukuki gerekçeler yaratmak istiyordur. Patrikhane dava açabilseydi ve hukuk önünde bu argümanlar çarpışabilseydi belki o zaman daha zihin açıcı bir hukuk tartışması yaşanmış olabilirdi.”

Patrikhanenin tüzel kişilik problemi sorunları adeta bir çıkmaza sürüklüyordu. İstanbul Rum Patrikliği’nin kapatılan okul için itirazda bile bulunmaya “hakkı olmadığı” söyleniyor, tüm hukuk yolları birer birer kapatılıyordu. Macar, patrikhanenin o dönem görüş aldığı iki hukuk profesörüne atıf yapıyor:

“Danıştay bir karar alıyor, patrikhane buna itiraz etmek istiyor, patrikhaneye “tüzel kişiliğin yok” diye ret cevabı geliyor. Dolayısıyla buradaki tartışma ortada kalıyor. O dönem patrikhanenin yorum hazırlattığı iki hukuk profesörü var. Onların çok önemli argümanları var. Diyorlar ki; Adalet Partisi 1965 yılında akşamları eğitim verecek ismi akademi olan özel kurumlar kurdular. Bunu düzenleyen yasa 1965 yılında çıkartıldı. 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası’dır bu. Onun bir maddesi var. 25’inci maddesi Lozan Antlaşması ertesinde Meclis’in Lozan’ı kabul ettiği kanuna bağlı olarak bu Lozan’a bağlı okulların hususiyetleri yönetmelikle tespit edilir. Yani özetle bu okullar bu kanunun kapsamı dışındadır. 1965 yılında çıkarılan bir yasa diyor ki Lozan’daki okullar bunun kapsamına girmez. 1965 yılına kadar var olan bir Ruhban Okulu’ndan söz ediyoruz doğal olarak bu atfın içine o da girer.”

Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla bu kanunu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan CHP’ye karşılık AYM bazı maddelerin iptaline karar verir. Macar o maddelerdeki ayrıntılara dikkat çekerek, hukuki bir sorunu ortaya koyuyor:

“İptal edilen maddelerden birisi az önce sözünü ettiğim 1965 yılından sonra açılan özel statüdeki akademilerdir. Oysaki Ruhban Okulu bunlardan biri değildir. İkincisi, iptal edilen diğer maddeler arasında Lozan’daki okullara atıf yapan madde yok. Demek ki o geçerli. En problemli yer burası bence. Dolayısıyla AYM kararına dayanılarak Ruhban Okulu kapatılıyor. Demek ki şöyle bir şey var; AYM, Lozan’a atıf yapan maddeyi iptal etmediğine göre AYM’nin kararından bu okulun kapatılması kararı çıkartılabilir mi? Tartışılması gereken esas konu bu.”

“Ruhban Okulu’nun kapalı olması gerekiyor” argümanını savunanların bir gerekçesi Anayasaya aykırılık. Macar bunun kısmen doğru olduğunu söylüyor:

“Peki hangi Anayasa’ya aykırı? 82 Anayasası’na aykırı. Lozan imzalandığında var olan, öncesinde de var olan bu okul, 12 Mart döneminde kapatılan ve kapatıldıktan sonra Anayasa’ya giren düzenlemeye (Din eğitimi veren okulların devlet eliyle açılmasına ilişkin ibare) dayandırılıyor. Lozan’a da aykırılığı tartışılır.”

 

"Heybeliada Aya Triada Vakfı isterse üniversite açar"

Bugün gelinen noktada vakıf üniversitelerini işaret eden Macar, Ruhban Okulu’nun da yeniden açılabilmesinin bir formülünü ortaya koyuyor:

“Bugüne gelecek olursak, Türkiye’de kurulmuş vakıf üniversiteleri içerisinde ilahiyat fakülteleri var. Dolayısıyla bu tartışma bitmiş durumdadır. Bir vakıf, üniversite kurabiliyorsa Heybeliada Aya Triada Vakfı da bir vakıftır. O da isterse üniversite açar. İstenilirse bütün bunlar mümkün hale geldi.”

Ruhban Okulu’nun 1971 yılında kapatılmasının ardından hükümet sunduğu formülde var olan ilahiyat fakültelerinin altında bir kürsü kurulmasını önerdi. Ancak bu öneriye pek sıcak yaklaşılmadı. Macar, Türkiye’deki ilahiyat fakülteleri tamamen İslam anlayışı üzerine hatta onun da tamamen belli bir mezhebi ve dogması üzerine inşa edilmiş yerler olduğunun altını çiziyor. Ayrıca ne hocalarının vasıfları ne kütüphaneleri ne de eğitim anlayışlarının buna el vermeyeceği kanaatinde.

Ayrıca patrikhanenin yaklaşık 130 yıl eğitim vermiş okulun kapatılmasının haksızlık olduğunu düşünerek karşı çıktığını ekliyor. Dünyadaki örneklerinde de bütün kilise kurumlarının kendi ruhbanlarını ellerinin altında kendi müfredatlarıyla yetiştirmek istediklerini söylüyor.

Macar AYM’nin kararını bir kez daha hatırlatıyor ve o kararla Ruhban Okulu’nun kapatılamayacağına dair bir neden daha ortaya koyuyor:

“1951 yılındaki yönetmelikle beraber Ruhban Okulu’nun verdiği diploma bir lise diplomasıydı. Bu tarihten sonra altına bir cümle eklenmeye başlandı. O cümle diyordu ki; lise üzerine 1 yıl ihtisas eğitimi almıştır. Okul fiilen 3 yıl lise üzerine 4 yıl ilahiyat okutuyordu, bunu tüm Ortodoks dünyası biliyordu ve bu diplomayı tanıyordu. Bu yükseköğretimde hiçbir şey demek değildir. En az iki yıl okumanız lazım ön lisans diploması alabilmeniz için dolayısıyla zaten AYM’nin kararıyla bu diplomayı veren okulun bir ilgisi olamaz. Burayı bitirenler gidip üniversite okumaya çalışıyorlardı.

Benim argümanım şu yönde, bu okul yeniden açılabilir, kilise iç okulu olarak kabul edilebilir, ilgili kurumlar burayı denetlerler, diplomasını da tanımayabilirler, bu okulun öğrencileri de lise mezunu sayılabilir.”

Siyasetin göbeğinde 50 yıldır duran Heybeliada Ruhban Okulu için Avrupa Birliği üyeliğine adım atabilmek adına kimi zaman ılımlı bir noktadan yaklaşılsa da Türkiye her zaman en iyi bildiği yerden kartını oynuyor ve kozunu gösteriyordu: Karşılılık ilkesi.

Macar, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Atina’da camii açılsın biz de açarız” sözlerine atıf yaparak şöyle anlatıyor:

“Atina’da camii açıldı. O zaman bunun karşılığı olan Ruhban Okulu nerede? Bu karşılılık zihniyeti azınlıklara bakışımızda temel belirleyici bir pozisyondur. Bunu bir koz olarak kullanıyoruz.”

Ruhban Okulu sadece Türkiye ve Yunanistan’ın değil, ABD ve AB’nin sık sık gündeminde yer alıyor. Macar, ABD’nin Ortodoks dünyaya ilgisini iki döneme ayırarak anlatıyor:

ABD’nin Ortodoks dünyaya ve onun kurumlarına müdahalesinin kabaca iki dönemi var. Bir tanesi İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş dönemi, ikincisi de Doğu Bloku’nun çöküşü esnasından çok belirginleşiyor. Benim bakış açıma göre her iki dönemde de ABD, savunmacı bir pozisyondan konuya yaklaşıyor. Dini konuları ve kurumları ilk önce kullanan Sovyetler Birliği oldu. 90 sonrasında da Rusya oldu. Soğuk Savaş döneminin başında özellikle Ortadoğu kiliselerini kullanarak, Ortadoğu’da nüfuzunu arttırmaya çalıştı. Şöyle bir tuhaf durum vardı: İçeride kiliseleri kapatıyorsunuz, papazları öldürüyorsunuz ama dış politikada da “bize yardım et ey kilise” diyorsunuz, Antakya, Kudüs patrikhaneleriyle iyi ilişkiler kurarak Sovyet nüfuzunu Ortadoğu’da artırmaya çalışıyorsunuz. 90’dan sonra dışarıdan çok içeriye yönelik bir politika için lazımdı kilise. Bu sefer Rus milliyetçiliğinin ana tutkalı olarak kiliseye ihtiyaç duydu. Tabii rejimin meşruiyetini de sağlamak için. Rejimin meşruiyetini güçlendiren kale işlevi gördüğü için ve bunu Sovyetler’in terk ettiği coğrafyada da kullanmaya kalktığı için Rusya, yine ABD ve Batı için savunmacı bir gerekçe olduğunu düşünüyorum.”

“Açılmalı”, “açılmamalı” tartışmasının ortasında Macar’ın yorumu ise kısa ve net:

“Açılmalı mı? Bence patrikhanenin konusu ve sorunu bu. O açılsın istiyorsa açılmalı. Dini özgürlükler çerçevesinde, din adamı yetiştirme özgürlüğü çerçevesinde bakılması gereken bir konu.”

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU