Suriyeli sığınmacılar konusu birçok bilinmezi barındırıyor

Ömer Önhon Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Suriye'yle komşu olmakla kendini her anlamda cephe hattında bulan Türkiye, sığınmacılar konusunda da 2011'den bu yana çetin bir sınamayla karşı karşıya.

İkinci Dünya Savaşı sonrasının en büyük sığınmacı hareketinde ülkelerinden kaçan 6,7 milyon civarındaki Suriyeliden çoğu komşu ülkelerde bulunuyorlar.

Türkiye'de 3,7 milyon (toplam nüfusa 83 milyon), Lübnan'da 1,5 milyon (toplam nüfus 7 milyon), Ürdün'de de 670 bin Suriyeli (toplam nüfus 10 milyon) yaşamakta.   

Suriye'de 2011'de kriz başladığında, Şam'daki Türk Büyükelçiliği olarak dikkat çektiğimiz başlıca birkaç konudan biri Türkiye'ye sığınmacı akını olasılığıydı. 29 Nisan 2011'de Lazkiye'deki çatışmalardan kaçan 252 kişi Türkiye'ye toplu gelen ilk Suriyeli sığınmacı grubunu oluşturdu. 

2013'den sonra IŞİD'in ilerlemesi, rejimin ve Rusya'nın hedef gözetmeyen hava bombardımanları, Aralık 2016'da Halep'in tamamının rejimin eline geçmesi sığınmacı sayılarını artıran başlıca gelişmelerdi.

Bu gelişmelere bağlı olarak, 2013'de ülkesinden kaçarak Türkiye'ye gelen Suriyeli sayısı 224 bin 655'iken, 2014'de 1.5 ve 2015'de 2,5 milyon oldu.

Muhtelif kuruluşların derlediği bilgiler, bugün Türkiye'de bulunan 3,7 milyon civarındaki Suriyelinin yüzde 72'sinin Halep ve İdlib'den, yüzde 15'inin Haseke ve Rakka'dan geldiklerine işaret ediyor.  

Sığınmacılar konusu, Türkiye'de de siyaset gündeminde hep üst sıralarda. Oy getiren veya kaybettiren bir potansiyele sahip. Provokasyona da çok açık bir konu. Geçtiğimiz ağustos ayında Ankara'nın Altındağ semtinde yaşanan olaylar bu konuda alarm verdi. 

İstanbul başta olmak üzere, Gaziantep, Ankara, Hatay, Şanlı Urfa gibi şehirlerde çok sayıda Suriyeli mevcut. Ayrıca, Afganlar başta olmak üzere, başka birçok milletten insanlar da var. Bu misafirler, yaşadıkları şehirlerin kaynaklarına, suyuna, elektriğine, doğalgazına, konutlarına, altyapısına ortak oluyorlar.

Yerel yönetimlerin bu ilave yükü kaldıracak kaynaklarının bulunup bulunmadığı, hükümet tarafından ne ölçüde desteklendikleri hep birer soru işareti.

İstanbul başta olmak üzere muhalefet partisinin yönetimindeki belediyeler ile hükümet arasında pek çok konuda olduğu gibi sığınmacılar meselesinde de koordinasyon ve işbirliği eksikliği bulunması, zaten çok zor olan bu meselenin iyi bir şekilde yönetilebilmesini daha da zorlaştırmaktadır.  

Dünyada en çok sığınmacıya evsahipliği yapan ülke Türkiye ile birçok sığınmacının nihai hedef olarak gözüne kestirdiği AB, bu konuda mecburi bir işbirliği içine girdiler.

Kara sınırlarında ve denizde bazı hallerde fiziki itişmelere varan tatsız olaylar, uygulamaya dair karşılıklı şikayetler ve ithamlar zaman zaman yaşanmakla birlikte, bu işbirliği idame ettirilebildi.

Şimdi AB, Türkiye'yle olan 18 Mart mutabakatının nasıl güncellenebileceğini müzakere ediyor. Türkiye de halen, vize serbestisi ve gümrük birliği güncellenmesinde kendisine verilen sözlerin yerine getirilmesi beklentisinde. 

Meselenin AB ülkelerindeki iç siyaset boyutunda,  ırkçılık ve yabancı düşmanlığı önemli rol oynuyor.  Merkezdeki siyasi partiler aşırı sağın manipüle ettiği bir ortamda siyaset yapmak zorunda kalmanın sıkıntısını yaşıyorlar.

Genel anlamda, AB'de artık sığınmacı istenmediği ve sığınmacıların her yoldan sınırlarının dışında durdurulmaları politikasının benimsendiği görülmekte.

Danimarka ve İsveç, Suriye'de Şam ve kırsalının artık güvenli bölge oldukları, dolayısıyla buradan gelenlerin geri dönebilecekleri görüşünü işlemekteler. Ama AB'de bu çetrefil konuda (henüz) ortak bir tutum alınamadı.   

Geri dönüş Türkiye'de de gündemde. Türk makamları 450 bin Suriyelinin döndüğünü açıkladı. Uluslararası örgütler de 300 bin civarında rakam veriyorlar. Bu konu oldukça karışık.

19 Ağustos 2021 itibarıyla Türkiye'deki Suriyeli sayısı 3 milyon 701 bin 584 olarak açıklandı. Bir önceki aya oranla 10 bin 688 kişilik artış yaşanmış. Geri dönüş derken, Suriyeli sayısında artış olduğu görülmekte.

Bu artış yeni gelenler kaynaklı mı, yoksa bu kadar bebek mi doğdu?  

Ayrıca, Türkiye'deki Suriyeli sayısının 1 milyon 765 bin 392'si, yani yüzde 47,4'ü; 0-18 yaş arasında çocuk. Bunların 550 bin civarı da Türkiye'de doğmuş. Bu çocukların statüsü konusunda da muhtelif görüşler bulunmakta. Türkler, bu sorulara yanıt arıyorlar. 

1951 Mülteciler Sözleşmesi'nin 33'üncü maddesinde "hiçbir taraf devlet, bir mülteciyi ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir" denilmektedir.

Sözleşmeyi coğrafi kıstas şerhiyle imzalaması Türkiye'yi bu maddedeki yükümlülükten azat etmemektedir. 


Suriyeli sığınmacıların geri dönüşleriyle ilgili iki temel olgudan biri, sığınmış bulundukları ülkenin politikasının ne olduğu; diğeri, meselenin kaynağında (Suriye'de) durumun ne olduğudur. 

Türkiye açısından bakınca; sığınmacılara ilişkin politikanın siyasetçilerin günlük siyaset durumuna göre belirledikleri söylemlerden oluştuğunu görüyoruz.

2011'den bu yana gelişen süreçte, ilk başta, belli bir sayının aşılmasının kırmızı çizgi olduğu ilan edilmişti. Sonra "açık kapı politikası" ve "ensar kültürü" sığınmacı politikasının odağına yerleşti.

Son dönemlerde sığınmacılara karşı homurtular yükselince, siyasetçiler de o yöne doğru kıvrıldılar. Derken, "Suriyeliler giderse ekonomimiz çöker" açıklaması geldi.

Sonra, "başka Suriyeli alamayız" denildi. En son olarak "Suriyeli sığınmacıların geri döndürülmesi için inisiyatif alındığı" açıklamasını duyduk. 

Bu "söylem çeşitliliği" hem Türk halkının, yani Türk seçmenin, hem de Suriyeli sığınmacıların kafasını karıştırmakta. 


Sığınmacı sorununun kaynağı olan Suriye tarafında ise;  Esad yönetimi yurt dışına kaçan Suriyelilerin dönmelerini istediğini iddia ediyor.

Rusya'nın teşvikiyle, 2020'de Şam'da düzenlenen mülteci dönüşü konferansında konuşan Esad, dönüşün öncelikli konu olduğunu ama ekonomideki durumun ve altyapıdaki bozuklukların dönmek isteyenlerin dönüşlerine engel oluşturduğunu, ayrıca, bulundukları ülkelerin de siyasi mülahazalar ve Suriye'ye zarar vermek amacıyla sığınmacılara dönmelerine izin vermediğini, en azından caydırdığını söyledi.  


Ama iş öyle değil. Yurtdışında kaçanların çoğu Esad karşıtı. Ayrıca Suriye ekonomisi bitik durumda. Böyle bir ortamda yüzbinlerce insanın geri dönecek olması, o insanların beslenmesi, iş bulunması, ev-bark, eğitim, sağlık hizmeti sağlanması gereğini doğurur. Bunlar, Esad'ın isteyeceği şeyler değil. 

Dönmesi söz konusu olan Suriyeli sığınmacı da, dönerse tutuklanmayacağından, öldürülmeyeceğinden emin olmak ister. 6 Eylül'de yayımlanan "Uluslararası Af Örgütü" raporu, dönenlerin rejim tarafından maruz bırakıldıkları muamele açısından hiç cesaret verici değil. 


Suriye'de ciddi bir de "mal-mülk el değiştirmesi" söz konusu. Suriye rejiminin 2018 yılında çıkardığı şehircilik ve yeniden imar konusundaki 10 sayılı karara göre, devlet savaşta yıkılan yerlerde, arazilere ve mülklere, 30 gün içine itiraz edilmezse istimlak bedeli ödemeden el koyabiliyor.

2012'de çıkartılan anti-terör yasası da mal-mülke el koymaya imkan tanımakta. Rejim yandaşları bu işi kazanç kapısı haline getirmişler.


Ayrıca, gidenlerin yerine rejime sadık Suriyelilerin ve yabancı ülkelerden gelen Şiilerin ve ailelerinin yerleştirilmeleri suretiyle Esad yönetimi demografi mühendisliği yapmakta. 

Bu ortamda, Suriyelilerin, en azından yakın bir gelecekte, ülkelerine geri dönmeleri çok zor gözükmektedir. Dönüşler bir yana, Türkiye ve belki diğer komşu ülkeler önümüzdeki dönemde yeni bir sığınmacı akınına maruz kalabilirler.

Rejimin ve müttefiklerinin İdlib'e yönelik harekatlarının sürmesi, bu bölgede yaşayan insanların Türkiye'ye yeni bir akın başlatmalarına yol açabilecektir. Bu bölgede on binlerce silahlı milisin bulunması da ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur. 


Suriyeli mülteci/sığınmacı meselesini tek başına düşünmek mümkün değildir. Bu mesele, genel Suriye krizinin ve uluslararası ilişkilerin bir boyutunu oluşturmaktadır.  

Meselenin çözümü, genel siyasi çözüme bağlıdır. Bu çözümün parametreleri de BMGK'nin 2254 sayılı kararında yer almaktadır. Eksik olan ise, başta Esad yönetiminde olmak üzere, makul bir çözüm bulunması arzusu ve iradesidir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU