Partizanlığın 'DEVA'sı var mı?

Bakıyoruz, neredeyse her millî bayramımızda Türkiye'nin dindar insanları adeta bir sınava çekiliyor. Gözümüzden kaçmıyor.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın pazar günü partisinin Avcılar İlçe Başkanlığı'nı açarken yaptığı konuşmada sarf ettiği bu sözler çok konuşuldu. 

Özellikle sosyal medyada insanlar, bu sözleri 30 Ağustos'ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Zafer Bayramı kutlamalarında yapılan vals gösterisine karşı üretilen 'tepki'lerle bir arada okudular. Dansın ucu kutuplaşmaya çıktı.  

Fakat Babacan, bu tartışma henüz böylesine alevlenmemişken bana ve Habertürk'ten Nagehan Alçı'ya verdiği söyleşide kastının 'vals' olmadığını ısrarla söyledi:

O belediyenin kendi tercihi. Herkes bunu farklı farklı değerlendirebilir ama bizim parti olarak bir değerlendirmememiz olmadı. Belki birkaç arkadaşımızın münferit yazdığı çizdiği olmuştur ama kurumsal bir değerlendirme yapmadık. Önemli olan bu bayramların milletçe, hep beraber, coşkuyla kutlanması. Bayram vesilesiyle kimse ötekileştirilmesin, kimse subliminal mesajlar vermeye çalışmasın…


Bu 'ötekileştirici' mesajları sorduğumuzda da Babacan, liderlerlerden ya da partilerden ziyade, münferit kişilerin yaptığı paylaşımlara dikkat çekti.

Konuşanın az kişi olsa da muhafazakâr tabanı 'tedirgin etmeye' yettiğini dile getirdi:

Özellikle toplumumuzun muhafazakâr, dindar kesiminde bazı eski korkular var. Onlara bu korkuları hatırlatacak, o eski dönemleri çağrıştırabilecek yorumlar yapılabiliyor. Çok yaygın değil bu.


Aslında Babacan'ın bu söylemi, DEVA'nın doğrudan muhafazakâr kitleye hitap edeceği yeni bir döneme girdiğini gösteriyor.

Ancak bu çizgi değişikliği kapsamında yapıldığı belli olan 'milli bayramlar' çıkışı doğru bir strateji değil.

Zira Ali Babacan gibi toplumun yakından tanıdığı, muhafazakâr tabanla sağlam bir geçmişi olan bir lider, böylesi kör gözün parmağına söylemlere sahiden ihtiyaç duyuyor mu?
 

(1).jpg
Babacan, Garip Dede Cem Evi ve Kültür Merkezi'nde / Fotoğraf: Derin Koçer-Independent Türkçe


Babacan'ın CHP'ye güven duyamayan ama AKP ile yol yürümek de istemeyen insanlarla bağ kurmaya çalışması oldukça normal. Bunu 'değerler' üzerinden yapma iddiası da anlaşılabilir.

Hatta CHP ile arasına mesafe koyarak muhafazakâr tabana seslenmesi de anlaşılabilir. Ama Avcılar'da uygulanan yöntem sorgulanmalı.

Zira T24'te Murat Sabuncu'nun, Sultanbeyli Kongresi'nden yazdığı izlenimleri doğrulayan manzaralara ben de sahada tanık oldum. Sabuncu, 'endişeli muhafazakârlar'dan bahsediyordu:

Onlar, AKP ile yol yürümek istememelerine rağmen, muhalefetle güven ilişkisi kurmakta zorlanan, önemli bir kitle.

Aslında gittikçe büyüyen 'Kararsızlar Partisi'nin de önemli bir kısmı bu insanlardan oluşuyor. Çünkü AKP'den giden oyların önemli bir kısmı başka bir partiye kaymıyor. Gri alanda bekliyor. 


Bunun da temel sebeplerinden biri, Türkiye'de partizanlık kadar seçmen davranışını etkileyen 'negatif kimliklenme' meselesi.

Oy veren vatandaşların önemli bir kısmı, 'destekledikleri' partiye oy vermektense, 'diğer taraf kazanmasın' motivasyonuyla sandığa gidiyor. Gri alan, partizan kimliğin eridiği ama negatif partizanlığın aşılamadığı bir dilemma. 

Dolayısıyla Babacan'ın bu 'endişeli muhafazakâr' tabanı temsil etmeye çalışması, makul bir siyasi çizgiymiş gibi gözüküyor.

Bunu aslında CHP de uzun zamandır yapmak için çaba gösteriyor; özellikle partinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kültürel bölünmelerden taraf olan 'eski CHP'ye dair net eleştirileri, bu çabanın bir sonucu.

Ama bugünkü gibi kuşatılmış bir medya ortamında, muhalefetin sesini duyurmakta zorlandığı, değişimini yansıtamadığı bir düzende yeni bir CHP anlatısına insanları ikna etmek zor. Babacan'ın ise şansı, bu kitleyi daha önce temsil etmiş bir lider olması. 


Bu yüzden de DEVA liderinin konuşmasında, 28 Şubat'tan sonra muhafazakâr kesimin 'kazandığı' hakları koruyacak bir kurum olarak partisini işaret etmesi akla yatkın.

Hatta Babacan'ın etnik köken, din, mahalle fark etmeksizin herkesin haklarını korumak, 'gasp edilen hakların iadesi için sonuna kadar' çalışmak iddiası da muhafazakâr kesim için kurgulanmış iddiayı alıp, merkeze taşıyor; adaletsizliğe karşı ortak bir cephe açıyor.

"Türkiye'de hiç kimse kendisini üvey evlat hissetmeyecek" sözü de bunu destekliyor. Fakat 'milli bayramlar' üzerinden kurulan söylem, bu iddiaya zarar veriyor.

Her ne kadar Babacan, Alçı ve bana verdiği söyleşide 'olaylı' konuşmadan sadece birkaç saat sonra 'vals' tartışmasına gönderme yapmadığını söylemiş olsa da, o damara basıldı bir kere. Babacan'ın bugünkü sözleri de, ister istemez, o tartışmaya eklemlenmiş oldu. 


Türkiye'de 'kapsayıcı' olma iddiası, vals üzerinden kutuplaşmaya olanak vermekten değil; vals dahil Türkiye'de her dansı -tıpkı her yaşam biçimini olduğu gibi- sahiplenmekten geçiyor. Bunu söylemek elzem. 


Özellikle Babacan'ın 'dindar kesimi tedirgin ettiğini' söylediği kesimi 'azgın azınlık' olarak tanımlaması, Erdoğan yönetimi altında edinilen ve her gün insanların hayatlarını etkilemeye devam eden yaraları hatırlatan bir üsluptu.

Zira yıllardır Türkiye'de kendini 'çoğunluk' olarak tanımladığı için her Allah'ın kulunu ezmeyi kendine hak gören bir yönetim var.

Oluşan bu güncel mağduriyetleri görmezden gelen bir dilin, Türkiye'de yaraları sarması da kapsayıcılık iddiasında bulunması da gerçekçi değil. Ezilenle ezen yer değiştireli yıllar geçti. Ezenin cümleleriyle konuşarak varabileceğimiz bir yer yok. 
 

(6).jpg
Fotoğraf: Derin Koçer / Independent Türkçe​​​​​​​

 

DEVA için yeni bir dönem mi?

Aslında Babacan'ın Avcılar konuşması ve sahadaki DEVA, 'milli bayramlar' meselesinden çok, Babacan ve partisinin yeni bir siyasi çizgiye gelmeye çalıştığını gösteriyordu.

Partizanlığın azaldığı, felaketlerin ortasında bir 'çıkış' arayan insanların çoğaldığı bir statükoda Babacan ve DEVA, kendi çıkış yollarını arıyorlar. Zira kuruluşunun ardından 1,5 yıla yakın vakit geçmiş olmasına rağmen anketlerde DEVA, güçlü bir çıkış yapamadı. Yeni bir söze ihtiyaç duyduğu kesin. 

Türkiye de dinliyor aslında. Her güne yeni bir trajedi vaat eden bir sistemin içinde debelenip dururken, kulaklarını açıyor. Sahada da kendini belli ediyor bu. Örneğin düne kadar AKP'yi 'ölümüne' desteklediğini söyleyen bir Avcıları esnafı, şimdi Babacan'ı ağırlamak için pasajın girişine kadar çıkmış, sesleniyor.

Birçok insan, onun gibi. "Kurtarın bizi" diyor bir diğeri. O da eski bir hükümet destekçisi. 
 

(3).jpg
Fotoğraf: Derin Koçer / Independent Türkçe


Kendi içine kapalı partizan kutupların güçsüzleştiği belli oluyor: Örneğin CSES ve TEAM Araştırma'nın verilerini PolitikYol'da paylaşan Nezih Onur Kuru, AKP'ye oy veren ama partizan olmayan -yani fikrini değiştirmeye açık- seçmen kitlesinin, son 2 yılda iki katına çıktığını söylüyor. AKP seçmeninin yüzde 20'si demek bu. 

Şüphesiz ki bunun temel sebebi, Türkiye'nin yaşadığı ekonomik buhran: Ülkenin 'büyürken', gıda fiyatlarına yüzde 28 zam gelmesi, mesela. Üstelik ağustos ayında. 

Seçmenin işler yolunda gitmeyince alternatif araması kimse için sürpriz değil, elbette. Üstelik kopuşun AKP'den olduğu da gittikçe netleşiyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın azalan görev onayı, AKP'nin Metropoll'ün son anketinde kararsızlar dağıtılmadan önce yüzde 25 seviyesine kadar gerilemesi, diğer anketlerde de partinin 2018'de aldığı yüzde 42 oya yaklaşamaması ve sahadaki görüntülerle… Tablo net. 

Babacan'ın pazar günü yaptığı Kongre konuşmasıysa DEVA'nın da bu tabloya cevaben bir siyaset üretmeye çalıştığını ortaya koyuyordu.

Babacan'ın 28 Şubat sonrasında muhafazakâr tabanın 'kazandığı' hakların güvencesi olarak DEVA'yı kodlaması da bunun örneğiydi.
 

(5).jpg
Fotoğraf: Derin Koçer / Independent Türkçe​​​​​​​


İstanbul İl Yönetimi'nde de kurucu ekibin yerine eski AKP'li Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Erhan Erol'un getirilmesi de tesadüf değil.

Partinin içinde de DEVA'nın CHP'de Kılıçdaroğlu'nun atılımları ve İyi Parti'nin yükselişiyle kalabalıklaşan 'merkez' yerine muhafazakâr tabana oynanmasını isteyen bir kesim var. 

Gördüğüm kadarıyla, tam da bu siyasi çizgide hedeflerini çok daha net bir şekilde belirlemiş bir DEVA ve Babacan var. Belli ki 'endişeli muhafazakarlar'ı anlamaya; onların sesi, -daha doğrusu- güvencesi olmaya çalışıyorlar. 

Bu yüzden Babacan "Türkiye'de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını" vadediyor; 'nöbetleşe zorbalık dönemi'ni bitireceklerini söylüyordu. Ali Bey, bize verdiği söyleşide de muhafazakâr tabanın bu konuda endişeleri olduğunu söyledi.

Şüphesiz ki burada verdiği temel mesaj, AKP-sonrası Türkiye'de, muhafazakâr tabanı umursamayan, intikamcı bir siyasete karşı duracaklarıydı. 

Konuşmasındaki bu sözlere dikkat çekerek Babacan'a Erdoğan-karşıtı siyasetin, Türkiye için yeniden bir otoriterlik tehlikesine dönüşmesinden endişe edip etmediğini sorduğumda "Biz otoriterliğin her türlüsüne karşıyız" dedi ve muhafazakâr tabandaki bu endişenin dikkate alınması gerektiğini söyledi. 

Peki ya bu, Erdoğan ve yönetimine bir temiz sayfa vaat edip, bu dönemin günahlarının hiçbir şekilde sorgulanmayacağı bir değişim mi demek?

Babacan bu senaryoyu da savunmadığını açıkça söyledi; hukukun bağımsız ve adil bir şekilde işlediği bir sisteme ihtiyaç olacağını dile getirdi. 

Bu yeni siyasi çizgi, DEVA için çok daha uzun vadeli bir stratejiye de dönüşebilirmiş gibi gözüküyor. Zira her ne kadar partizanlık Türkiye'de azalıyor olsa da AKP seçmenin hâlâ yüzde 80'den fazlasının parti kimliğine bağlı olduğunu söylüyor TEAM'in verileri.

Bu, değişim için yeterli olabilir ama DEVA'nın çıktığı ilk andan itibaren söylediği gibi 'ana akım' bir parti olması için yeterli değil. Ancak AKP-sonrası bir dönemde bu parmak hesaplarını sıfırlamak gerekebilir. 

Ama kısa vade de DEVA'nın Türkiye'de değişimi sağlayan ekibin, kritik bir parçası olması için 'endişeli muhafazakârlar' önemli bir alan açabilir. Fakat bu da DEVA'nın endişeli muhafazakarları ikna edip edemeyeceğine bağlı.

Bunu Avcılar'a bakıp tahmin etmek zor. Sokakta insanlar Babacan'a ilgi gösteriyor; söylediklerini dinliyordu. Ama iş oy vermeye gelince, renk değişebilir. 
 

(2).jpg
Fotoğraf: Derin Koçer / Independent Türkçe​​​​​​​

 

Sokaktan izlenimler

Pazar sabahı 10'da, Garip Dede Türbesi'nde Ali Babacan'ı, partisinin Avcılar İlçe Başkanlığı'nın açılış programı için beklerken, Dergâhın bahçesinde insanlarla sohbet ediyorum. 

Bir kısmı bir saat sonra Babacan'ın buraya geleceğinden haberdar değil; sadece sosyalleşmek için gelmişler. 

Biri, "iyi denk geldi" diyor; "Babacan'ın partisini görmüş oluruz." DEVA'nın adını hatırlayamıyor. Gün boyu DEVA partililerle Avcılar'ı gezerken, onun gibi birçok insan çıkacak karşıma. Belli ki parti üzerine uygulanan medya ambargosu, sonuç veriyor. 

Bir diğeri, eski bir AKP'li mahalle başkanı olduğunu söylüyor; ama artık küsmüş. "Bu Suriyeliler bitirdi bizi" diyor.

Mahallede iş kalmadı, kiralar uçtu, maaşlar düştü.


Babacan'ı sorduğumda, pek ilgilenmiyormuş gibi davranıyor. Ama Babacan Dergah'a gelince dikkat kesiliyor. 

70'ini devirmiş bir diğeri, telefonda konuştuğu arkadaşına "Ne yapayım be" diyor;

Öyle bakmaya geldim işte…


Sokakta da durum, birçok insan için aslında bu: Vatandaş bakıyor. Dinliyor. Karar vermeye çalışıyor. Babacan'a karşı insanların kulakları açık ama şüphesiz ki Babacan'ı izdiham karşılamıyor Avcılar'da. Ama konuşan bir semt karşılıyor. 

DEVA'nın şarkısı, "Türkiye konuşacak" diyor. Sokaktaki Türkiye, gerçekten de konuşuyor. Zira yaşam sıkıntısı, korku duvarını aşmış artık. 

Mesela parti otobüsüyle Avcılar yolundayken önümüzden giden bir araba, dörtlülerini yakıp sağa çekiyor; şoförü arabadan inip kendi boğazını tutarak "Boğuluyoruz" diyor. 

Esnaf ziyaretleri sırasında her dükkânın içinden, her sokak başından Babacan'a derdini anlatmak isteyen insanlar çıkıyor. 

Otobüsten indiğimiz an, Babacan'ı ilk durduran insan "Avcılar'a sahip çıkın" diyor

Başka bir şey istemiyorum. Ama sahip çıkın buraya.


Birkaç bölüm sürecek bir yerli dizinin jönünü andıran yakışıklı bir genç, Babacan'ı durdurup "Ne hâle geldik Sayın Başkanım" diye soruyor. 2,800TL maaş alıyormuş; evin kirası 2,100TL. "Avrupa'da yaşıtlarının 'gezip tozduğunu'" söylüyor; kendisinin ise doğru düzgün yemek yemeye parası yetişmiyor.

Yüzde 21 olarak açıklanan büyüme verilerini hatırlatıp ekliyor:

Birkaç insan doyuyor ama para bize kadar gelmiyor.


Bir başkası, bahsi geçen doyanları 'yam yam' olarak tanımlıyor. 

Çarşının içindeki bir inşaatın önünde, sahte parfüm satılan bir standın önünde duruyoruz. Güneşin alnında yanmaktan cildi kapkara olmuş bir genç, üniversitede okumaya çalıştığını söylüyor.

Ama para yok. O yüzden hafta içleri inşaatta iş başı yapıyor; hafta sonları paydos olunca bu standı kuruyor. 
 

(4).jpg
Fotoğraf: Derin Koçer / Independent Türkçe​​​​​​​


Bir diğer genç, çalıştığı optik dükkanından fırlayıp yetişiyor kalabalığa. "En büyük derdimiz özgürlükler" diyor. Genci tweet yazarken 10 kere düşünen ülke, müreffeh olur mu hiç?

Bir diğeriyse atanamamış bir öğretmen; KYK borçlarını ödeyemiyor. "Ne atanabildik ne de başka iş var" diye dert yanıyor. 

Parti otobüsünde Babacan'a, esnaf ziyaretlerinde herkesin dert yandığını hatırlatarak 'trajediler biriktiren bir ülke'ye dönüştüğümüzü söylüyorum.

"Bunlar bir de sadece konuşabilenler" diyor DEVA Partisi Genel Başkanı;

Biraz sohbet edince, her birinin problemlerinin ne kadar derin olduğu da çıkıyor ortaya.


Bu 'vals', 'bayram' tartışmalarının bir başka sorunu, tam da bu aslında: Bir öncelik sorunu. Evet, 'endişeli muhafazakâr' bir kitle var ama onların da en çok inanmak istedikleri, 'kurtulmak' istedikleri sorunlara karşı 'çözüm' üretebilen bir yönetim alternatifi görmek.

Babacan'ın da elindeki en büyük koz, bu iddiaya sahip olabilecek bir lider olması. Bir esnaf dükkanının kapısından çıkıp, "Geri gelin de yine IMF'e borç verebilelim" diye sesleniyor, örneğin. 

Babacan da en çok ekonomi konuşurken özgüvenle doluyor. Avcılar'daki konuşması sırasında konu ekonomiye geldiğinde, prompter'a bakmadı bile.

Baksaydı da sadece faiz oranlarına dair birkaç not görecekti çünkü konuşmanın o kısmı yazılmamış, tamamen Babacan'a bırakılmıştı. 

Ali Bey, haklı olarak, bizimle konuşurken "Ekonomi her şey değil. 'İşsizlik çoğaldı, hayat pahalılığı var, siyasi tercihimi değiştireyim…' Bu kadar kolay işlemiyor süreç" demiş olsa da, kararsız seçmenlerin aynı zamanda rasyonelleşen, kendi çıkarlarını koruyarak oy veren bir seçmene dönüştüğü tahmin edilebilir. 

Dolayısıyla milli bayramlarla zaman kaybetmek değil; kapsayıcılık ve çözüm odaklılık üzerinden hareket etmek çok daha aklıselim.

Babacan'ın bize verdiği söyleşiden özetlemek gerekirse "Herkesin temel haklarıyla ilgili net bir duruş ortaya koymak gerekiyor. Herkesin insan olmaktan kaynaklanan her türlü hakkının sonuna kadar tanınması gerekiyor." 

Babacan'ın topluma hissettirmesi gereken de bu, toplumun ihtiyaç duyduğu da.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU