Afganistan'da kim kaybetti?

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

30 Ağustos'ta son Amerikan uçağının Kabil'den kalkmasıyla herkesin ısrarla üzerinde durduğu sorulardan biri;

ABD, Afganistan'da savaşı kaybetti mi, kaybetmedi mi?

Elbette bu sorunun cevabı, kime sorduğunuza bağlı. 


Afganistan'da kimin kazanıp kimin kaybettiği sorusunu cevaplamadan önce, son 20 yılda yapılanlara bir bakalım:

Son 20 yılda Afganistan'da demokratikleşme ve temel özgürlükler konusunda çok şeyler yapıldı.

Her etnik gruptan temsilcilerin, kadınların ve genç kızların katıldığı, aday olduğu onlarca yerel ve genel seçim yapıldı.

Ve her seçim sonrasında 50'dan fazla kadın milletvekili olarak parlamentoda yerlerini alırken, birçok kadın bakan, vali, büyükelçi, milli eğitim müdürü, hatta kaymakam ve belediye başkanı olarak görev yaptı.

Seçim zamanında en ücra köylerde bile adaylar o ana kadar pek adam yerine konmayan sıradan köylülerin ve çiftçilerin oylarını almak için onların ayaklarına kadar giderek dil dökünce, Afganlar şaşkınlıkla demokratik düzende birey olmanın önemini fark ettiler.

Bu, çok lezzetli olduğu söylenen bir paket çikolatadan küçük bir parçanın tadına bakmak gibi bir şeydi.


Binlerce genç yurt dışına giderek değişik alanlarda eğitim gördü, uzmanlık kazandı, meslek sahibi oldu ve ülkelerine dönerek değişik alanlarda çalışmaya başladı.

Bunlar arasında son 20 yılda Türk üniversitelerinde eğitim gören 5 binden fazla Afgan genci de vardı.

Ayrıca Sivas'taki polis okulunda binlerce Afgan genç kız, geleceğin polisi olmak için ter döktü ve çoğu eğitimlerini başarıyla bitirip ülkelerine döndü. 


Daha düne kadar Afgan medyasının ekranları cıvıl cıvıldı.Kimi kanallarda Türk ve Hint dizileri yayınlanırken kimilerinde konserler, kiminlerinde ses yarışması veya komedi skeçleri yer alıyordu. Tıpkı normal bir ülkede olduğu gibi. 

İnsanların en büyük eğlenceleri sıkı bir şekilde takip ettikleri Türk dizileriydi. Afganlar sevdikleri dizinin yeni bölümünün yayınlandığı akşamlarda tüm randevularını iptal ediyor, davetlere gitmiyor ve adeta ekrana kilitleniyorlardı.

Ekranlara yansıyan bu renkli dünya, Afganları dış dünyaya bağlayan, onları savaş ve şiddetin stresinden bir anlığına bile olsa uzak tutan yegane eğlencelerdi. 


Türkiye'de yaşayan birçok Afgan, kurban bayramı öncesi bayram ve akraba ziyareti için Afganistan'a gitmişler, araya yaz tatilinin girmesiyle gezilerini biraz daha uzatmışlardı.

Nasılsa döneceklerdi, gitmişken biraz daha kalarak sevdikleriyle hasret gidereceklerdi. 

Türkiye'de üniversite kazanan birçok Afgan genci, yurt dışına gitmek için evraklarının tamamlanması için gün sayıyordu.

Birkaç aile, Türkiye'deki oğullarına Afganistan'dan gelin getirmeyi planlıyor, büyük bir coşkuyla düğün hazırlıkları yapıyorlardı. 


ABD'de yaşayan Afgan asıllı bazı bayanlar Türkiye'den bazı hayırseverlerle elele vererek Afganistan'daki savaş mağdurlarına yardımlar gönderiyor, hatta yüzlerce yerli göçmene ev yaptırıyordu.

Ve gelecek dönem için daha kapsamlı projeler gerçekleştirmeyi planlıyordu. Ve benim de yönetiminde yer aldığım bir dernek ise Mezar-i Şerif'te 200 çocuktan oluşan bir yetimhaneye yardımlar gönderiyordu.

Herkes elinden geleni yapıyordu ve gelecekten umutluydu. 


Genç bir Türkmen kendi çabalarıyla bakan yardımcısı, bir Türkmen kadın da vali yardımcısı olmuştu. İkisi de kariyelerinde bir yerlere geldiği için mutluydu.

Bakan yardımcısı, bu göreve gelmeden önce kendi şahsi çabalarıyla doğup büyüdüğü kentte bir radyo istasyonu açmış, insanlara kültür, sanat ve edebiyat hizmeti vermek için büyük bir şevkle çalışıyordu.

Vali yardımcısı bayan da kadınların toplumda daha iyi yerlere gelebilmesi için hemcinslerine karşı pozitif ayrımcılık yaparak onlarca genç kadını istihdam etmişti. 


Taliban'ın ilçeleri birer birer ele geçirerek ilerlemesi, onları pek kaygılandırmıyordu. Herkesin beklentisi şuydu:

Taliban büyük kentlerin kapılarına geldiğinde duracak, sonra hükümetle barış görüşmelerine başlayacak ve örgütün de katıldığı daha geniş tabanlı yeni bir yönetim kurulacaktı.

Böylece savaş bitecek ve ülke, uzun zamandır özlemini çektiği kalıcı barış ve istikrara kavuşacaktı. 


Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Ülkenin en büyük kentlerinden batıdaki Herat'ın düşmesi ve hiç direnmeden teslim olmasıyla, insanlar ilk defa tehlikenin boyutlarını fark ettiler.

20 yılda binbir zahmetle elde ettikleri özgürlükler elden gitmek üzereydi. Ama yine de bir şans vardı, Kabil daha düşmemişti, hükümet ve Afganistan'ın 300 bin kişilik muazzam ordusu, Taliban'ın ülkeyi ele geçirmesine izin vermezdi. 


Kabil'in düşmesi o kadar hızlı ve ani oldu ki, Afganlar ne olduğunu anlayamadı. 14 Ağustos günü herkes birbirine, Taliban Kabil'in kapılarına kadar gelmiş, doğru mu diye soruyordu.

Ertesi günü sarıklı cübbeli karanlık tipler başkentin sokaklarında dolaşmaya başlayınca Kabillilerin soruları da yanıtlanmış oldu. 


Televizyonlar dizi, konser ve eğlence programlarını bir anda keserek haber yayınına başlarken paniğe kapılan binlerce Afgan Kabil havaalanına akın etti.

Ve dünya kamuoyu, ağızlarına kadar dolu uçakların kanatlarına ve tekerlerine yapışarak yurt dışına kaçmaya çalışan Afganları hayretten ağızları açık bir şekilde izlerken korkulan oldu; Daiş Horasanı'nın Kabil havalanında düzenlediği intihar saldırısında 13'ü Amerikan askeri olmak üzere yaklaşık 200 insan hayatını kaybetti. 

15-30 Ağustos arası 120 binden fazla Afgan yurt dışına çıkış yaptı. Doktorlar, mühendisler, bilgisayar uzmanları, ekonomistler, akademisyenler, öğrenciler, sanatçılar ve gazetecilerden oluşan bu insalar, ülkenin en eğitimli kesimiydi.

İlk gün o izdiham arasında bir Amerikan uçağına atlayıp Katar'a oradan da Istanbul'a gelmeyi başaranların arasında, Afganistan'ın en ünlü pop müzik sanatçısı Ariyana Said de vardı. 


Afganistan'da medeniyetin ışıkları sönüp ülkenin renkli başkenti derin bir sessizliğe ve karanlığa gömülürken, herkes iki hafta içinde olup bitenleri idrak etmekte zorlanıyordu.

Nasıl oldu da Afganistan, özgür dünyanın desteğiyle 20 yılda büyük çabalarla elde ettiği kazanımları bir anda elden vermişti? 

Elbette bu sorunun cevabı uzun, bu yüzden de ayrı bir yazının konusu. Bir anda ekranları dolduran uzmanlar hararetli bir şekilde 'Taliban kazandı, ABD kaybetti' diye tartışırken, esas kaybedeni gözden kaçırıyorlardı.

Kaybeden, Batı'nın terörden arındırılmış, mümkün olduğunca müreffeh bir Afganistan yaratma vaadine yürekten inanan sıradan Afgan halkıydı.

Taliban gibi karanlık bir gücün yıldırım hızıyla Afganistan'a hakim olmasını ve Batı'nın da aynı hızla ülkeyi terk edip Afganları kaderleriyle başbaşa bırakmasını henüz kimse idrak edebilmiş değil. 

Şu anda Afgan halkı, özellikle de eğitimli kesim derin bir şokta. Afganların, özellikle de yurt dışındakilerin birbirlerine en sık sorduğu soru şu:

Bu yaşadıklarımız gerçek mi yoksa kötü bir kâbus muydu?

Afganların yaşadığı en büyük şok, Taliban'ın ülkeye tekrar hakim olması değil, dünyanın onları bu şekilde ansızın terk etmesi. Bu, çok güvendiğiniz biri tarafından ihanete uğramak gibi bir şey. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU