Batı basını ve ABD’nin Afganistan’dan çekilişi

Uzak geçmişle yakın geçmiş arasında ne oldu? Bu soruyu cevaplamayacağım. Tam tersine cevabı, Avrupa basınına bırakıyorum

Fotoğraf: Reuters

1959 yılında Fidel Castro önderliğindeki gerillalar, Küba’nın başkenti Havana’yı işgal edip Batista liderliğindeki askeri diktatörlüğü yıktı. Böylece Castro, başbakanlık görevini devraldı.

Küba, ABD’nin Florida eyaletindeki Miami Havaalanı’na 300 mil uzaklıktaki bir adada bulunuyor. Bu kısa mesafeye rağmen Batista, güçlü ilişkilere sahip olduğu ABD’ye kaçmadı. Bunun yerine Batista, 1973 yılında suikasta uğradığı İspanya’ya kaçmayı tercih etti.

Tabi ABD, Kübalı yeni komünist komşu Fidel Castro’yla çok uğraştı. Ona birçok kez suikast yapmaya ve Küba rejimini devirmeye çalıştı. Hatta Castro, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından 50 yıl boyunca kendisine yönelik planlanan 638’den fazla suikast girişimiyle rekor kırdı. Buna rağmen Castro, yönetimi kardeşi Raul Castro’ya devrettikten sonra normal bir şekilde öldü.

ABD’nin Domuzlar Körfezi’ndeki başarısız darbe girişimi, ABD Başkanı John Kennedy ile Sovyet Devlet Başkanı Nikita Kruşçev döneminde ABD ile Sovyetler Birliği arasında neredeyse nükleer bir savaşa yol açacaktı.

Bu ön sözü aktarmamızdaki maksat, ABD’nin onlarca büyük siyasi zorluklardan geçtiğini ve bu zorluklardan birisinde de Japonya’ya karşı iki nükleer bomba kullandığını ancak Washington’ın, son günlerde Afganistan’da mevcut rejimin yıkılıp Taliban Hareketi’nin ülkeye yeniden hakim oluşu karşısında sarsıldığı gibi sarsılmadığını hatırlatmaktır. Taliban’ın yönetime geri dönüşü sürpriz değildi. Tam tersine Taliban’ın hızlı bir şekilde yönetimi ele geçirmesinin yanı sıra Kabil’i, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ve ülkenin geniş alanlarını kontrol altına alması sürpriz bir gelişmeydi.

19 yıl önce Amerikan Time dergisi, geleneksel kıyafet giyen Afgan bir adamı kapak yaparak üzerine şu başlığı atmıştı: Taliban’ın Son Günleri. Fakat 19 yıl sonra Taliban Hareketi, yönetime geri döndü.

Uzak geçmişle yakın geçmiş arasında ne oldu? Bu soruyu cevaplamayacağım. Tam tersine cevabı, Avrupa basınına bırakıyorum.

İsviçre “Tages-Anzeiger” gazetesine göre ABD’nin ve Kabil’deki ortaklarının, 20 yıldır Afganistan üzerindeki etkilerini abartmış olmaları, Afganistan’daki durumların bu seviyeye ulaşmasının en önemli sebebidir. 2001 yılından beri güvenlik güçleri oluşturmak için Afganistan’a büyük meblağlar verildi. Bunun için ABD Başkanı Joe Biden hükümeti, Taliban’ın iktidara geri dönüşünün en az 1,5 yıl süreceğini tahmin etti. Gördüğümüz üzere Taliban’ın iktidara geri dönüşü, sadece 1,5 hafta sürdü.

Taliban’ın stratejisi, tam olarak ABD’yi ve Batı’yı şaşırttı. Başkan Biden, “ABD, müttefiklerine karşı vaatlerini yerine getirmiyor, dünyada güvenirliğini ve etkisini kaybetti ve 11 Eylül felaketinden alınan en önemli dersi unuttu” diyerek, ABD hakkındaki izlenimleri düzeltmek için göreve geldiğinden beri eski Başkan Donald Trump’ı eleştirdi. Bunun için İsviçre “Neue Zürcher Zeitung” gazetesi, “Askeri varlığın devam etmesini destekleyen Pentagon komutanlarının görüşlerini reddetti” diyerek, yaşananların sorumluluğunu Başkan Biden’a yükledi. Biden, ABD’nin hızlı bir şekilde tamamen çekilmesiyle birlikte bir felaketin yaşanacağını düşünen uzmanları dinlemedi.

Diğer yandan Almanca yayın yapan “Frankfurter Allgemeine” gazetesine göre Batı, Afganistan’a karşı üstünlük kompleksiyle hareket etti. Başarısızlık anında bile Avrupalı siyasetçiler, ABD’nin arkasına saklanıp suçlu olarak Biden’ı işaret ettiler.

Batı, bir ikilem içindeydi. Batılı güçlerin kalma süresi uzadıkça Afgan hükümetine bağlı güçler, Batılı güçlere daha fazla itimat etti. Batı, güçlerini çektiği zaman bu yapı yıkıldı. Güvenlik uzmanları bunun olacağını bekliyordu. Batı umutsuz bir şekilde Afganistan’da varlığını sürdürdü. Bu, bir strateji değildi. Aksine “başarısızlık” anlamına gelen başka bir şeydi.

Alman gazetesi “Süddeutsche Zeitung” ise daha da ileriye giderek, Batı’nın bir skandala imza attığını ve kendisinin güvenirlik ve sorumluluk noktasında bir eksikliği olduğunu dile getirdi. Zira Batı, dünyanın en zorlu bölgelerinden birinde kendi değerlerini ve hegemonyasını dayatmak istedi. Fakat yanlış varsayımlardan ve tahammül gücünün kalmamasından dolayı başarısız oldu. Sonuç olarak 10 yıldan fazla süredir ufukta görünen şey, Kabil’de son buldu. Şöyle ki yeni milenyuma yeni dünya düzenini tasarlamak için istekli bir şekilde başlamasının ardından ABD, şu an sadece kendi yurduna geri dönmek istiyor. Belki de uzun süre kendi yurdunda kalacak.

Amerikan medyası, ülkenin itibarıyla ilgili makul sebeplerden dolayı “yenilgi”, “dar görüşlülük” ya da “yanlış çıkarımlar” gibi sözcükler kullanmaktan kaçınmaya çalışmasına rağmen Danimarka “Politiken” gazetesi, hiç tereddüt etmeden şu ifadelere yer verdi: “ABD, Vietnam Savaşı’ndan beri bu tür bir şeyle karşı karşıya kalmadı. Zira Afganistan, tüm çağların en güçlü ülkesinin girdiği en uzun savaşın en büyük yenilgisidir.”

Muhafazakâr İngiliz “Times” gazetesi ise, Kabil’deki yaşananlara aldırmayıp “Batı modelini savunmak gerekiyor” diyerek yönünü farklı bir tarafa çevirdi. Ayrıca “En önemli soru ise büyük güçler arasındaki rekabet çağında Batı’nın var olma emellerine yönelik bunun ne tür sonuçları olacak?” diyen Times gazetesi, Çinlilerin Afganistan’ın uzun süreden beri “imparatorluklar mezarlığı” olarak bilindiğinden tutkuyla bahsettiğine işaret etti. Zira Rusların 1989 yılında Afganistan’dan çekilmesinin ardından Sovyetler Birliği yıkıldı. Yine Times gazetesi, “ABD, en güçlü rakibi Çin’le rekabetinde kendi gücünü empoze etmek istiyorsa, ekonomik ve siyasi modelinin sadece Amerika’da savunulmaya layık olmayıp Avrupa’nın da bu modeli savunmaya hazır olduğu konusunda olası müttefiklerini ve ortaklarını ikna etmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Batı ve Doğu medyası, yüzlerce kadın, erkek ve çocuğu taşıyan Amerikan Hava Kuvvetleri’ne ait gri renkli C-17 askeri uçağının söylediğinden daha fazlasını söyleyemedi. Zira kalkış için hazırlanan dev uçağın kanatları altında koşan insanların sahnesi, James Bond filmlerinde bile çekilmesi zor bir sahneydi. Bu sahne, Saygon’da “VietCong” ordusundan kaçan ABD’li diplomatları taşıyan helikopterlerin sahnesiyle karşılaştırıldığında daha kusursuz bir sahneydi.

İngiliz “The Economist” dergisi ise ABD’nin Afganistan’da uğradığı kayıplara odaklandı. Dergi, ABD’nin son 20 yılda Afganistan’da 2 trilyon dolar harcadığını ve 2 binden fazla Amerikan askerinin ve çok sayıda da Afganistanlının öldürüldüğünü dile getirdi. Sonuç olarak Taliban, iktidarını kaybettiği döneme kıyasla daha güçlü bir şekilde ülkeyi kontrol ediyor. Ayrıca Taliban, ABD’nin Afgan ordusuna verdiği silahları ele geçirmesinin ardından daha iyi silahlanmış vaziyette.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU