Afgan sosyolojisi üstünden Taliban'ın dünü ve yarını

Independent Türkçe muhabiri Naman Bakaç, Afganistan ve Taliban meselesini yazar Bülent Tokgöz ile konuştu

Yazar Bülent Tokgöz

Tarih boyunca işgal güçleri ve imparatorlukların emperyal hedeflerine maruz kalmış olan Afganistan; Biden’ın ifadesiyle aynı zamanda bir “İmparatorluklar Mezarlığı”dır da. Bu tarihsel ve ampirik gerçekliğe rağmen 2001 yılından itibaren Talibanla savaşan ABD ve NATO bir tür “evine dönerek” yakın zamanda insanlık bunu yaşamışken, Afganistan hala bölgesel ve Uluslararası güçlerin iştahasını da kabartmıyor değil. Tüm jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik projelere rağmen ne modern ulus devlet ve toplum inşa edilebildi ne de emperyal hedeflere ulaşılabildi bu topraklarda. Tüm ataerkil, kırsal ve premodern öncesi tablosuna ve yaşam tarzına rağmen.

ABD ve NATO’nun Afganistan’dan insanlık dramlarını geride bırakarak çıkışıyla beraber Afganistan meselesi, Yabancı Savaşçılar, Taliban, İslamcılık, Şeriat uygulamaları, NATO’nun misyonu, Afgan mülteciler, Çin, Rusya, AB ve bölgesel güçlerin politikaları tekrar konuşulmaya ve sorgulanmaya başlandı.  Hiç şüphesiz netameli ve kaotik meseleleri konuşacak oldukça uluslararası ilişkiler akademisyeni, stratejistler, askeri uzmanlar ve savaş muhabiri gazeteciler olmasına rağmen Independent Türkçe olarak farklı dönemlerde Afganistan sahasında bulunmuş, Afganistan ve Peştular üzerine 11 kitabı olan yazar Bülent Tokgöz ile konuşmayı tercih ettik. TOKGÖZ’ün “Büyük Oyundan Dersler” isimli beş ciltlik kitabı bu konulara odaklanmışken, Keşmir, Bosna ve Afganistan izlenimlerini anlattığı “Cihadın Mahrem Hikâyesi” isimli kitabının yanısıra Ahir Zaman Mücahitleri, Yorgun Yabancı Savaşçı, Veziristan Sevgilim Elveda ile Rüyalar Mevsimler ve Gölgeler gibi hem inceleme hem de roman ve şiirleri yayınlanmış velut bir yazar.

TOKGÖZ’le Afganistan’ın ve Taliban’ın tarihsel sürecini, ABD ve NATO işgalini, Afgan toplumunun etnik ve sosyolojik yapısını, Türkiye’nin Taliban ve Afganistan politikasını, Sovyetlerin 1978 işgalini, Afganistan iç savaşını, ardından 2001 Amerikan işgalini, ABD’nin yenilgisini, Taliban’ın değişip değişmediğini, Marksist felsefeci Zizek’in Taliban’a bakışı gibi daha nice başlığı konuştuğumuz katmanlı ve uzun bir röportaj gerçekleştirdik.

Afganistan'ın imparatorluk ordularıyla sınanışı ilanihaye sürecek

Afganistan için neden “İmparatorluklar mezarlığı” deniliyor? Hangi toplumsal, tarihsel ve demografik koşulları gereği imparatorluklar mezarlığı vasfını hak eden bir ülke Afganistan?

            Bir kabristana benzediği için olabilir. Ben bir yerde “Sadece imparatorluklar için değil hepimiz için bir kabristan” şeklinde trajik bir cümle kurmuştum. Trajedi çok bariz çünkü. Dünyanın en yoksul coğrafyalarından biri dünyanın en azman orduları tarafından peş peşe çiğnenmek istenmiş. Gelen orduları tüm askerleriyle birlikte bir meydan muharebesinde veya pusuya düşürüp öldürmüş değiller elbette fakat hiç birisine eyvallah etmeden cenge tutuşmuşlar. Bunun nasıllığı, niteliği üstüne çok kafa yordum ve Afgan direnişi denen şeyin esasında bir Peştu direnişi olduğu gerçeğine ulaştım. Bunu çözümlemek için de Peştu tarihini ve karakterini analiz etme lüzumu duydum. Bu beni yüzlerce sayfayı canhıraş bir biçimde yazmaya sürükledi. Afganistan’da Afganlık, Peştuluktur ve Afganistan’ın müdafileri onlardır. Tüm istilacı imparatorluklarla onlar cenge tutuşmuştur ve zaferin mümessilleri onlardan başkası değildir.

BÜLENT TOKGÖZ'ÜN KİTABI-büyük oyun-3.jpg
Bülent Tokgöz'ün "Büyük Oyun" kitabı

     

       Merkez Asya’dan hem doğu-batı hem kuzey-güney ekseninde ilerlediğinde imparatorlukların karşısına çıkan Afganistan oldu. Dar boğazları olan bir geçit orası. Bir Dargeçit olmaklığı bakımından bu kadar mühim. Rakip güçler, o darboğazı tuttuğunda bir diğerinin geçişine izin vermeyecekleri için mühimsemişler. Büyük Oyun’da İngilizler Rusları sömürgeleri olan Hindistan’dan ve okyanustan uzak tutmak için oraya yığınak yapmış. Ruslar da hem aşağı inebilmek hem de İngilizlerin yukarı çıkamaması için. Aynı endişeyi 1970’lerden itibaren Çin’de taşıyor ve Komünist de olsa rakip yoldaşlarının Afganistan geçidinden geçmelerini de orayı tutmalarını da son derece sakıncalı buluyor.

Bu yüzden Komünist devşirmelerin darbesini ilk duyuran onlar oldu. Komünist komşusuna karşı kapitalist ABD’yle birlikte mücahitleri donatmasının da izahı burada tabi ki. Çin Kaleş’i (Kaleşnikof) diye bir şey vardır, el kundağı kabza şeklinde olduğu için bir bakışta diğerlerinden ayırt edilebilir. Çin’den geldi bunlar. Maocular, Leninist ve Stalinistlere karşı mücahitleri donattılar. Maocular, şimdi yayılmacı bir devlet kapitalizminin bayraktarlığını yapıyor ve Doğu Türkistan’ı da yuttukları için komşu oldukları Afganistan’ı daha fazla önemsiyorlar. ABD’de başını alıp kıtasına ya da evine döndüğüne göre artık Büyük Oyun Çin’le Rusya arasında oynanacak demektir. Bu oyun anlaşılan o ki oyuncular devr-i daimle değişse de hiç bitmeyecek ve Afganistan’ın imparatorluk ordularıyla sınanışı ilanihaye sürecek.

Ha Çin öncekilerden farklı olarak bir işçi ordusuyla istila ediyor. Subay yerine mühendisler, darbe yerine borçlandırma gibi yöntemlerle. Bakalım bu tuhaf istilaya karşı muzaffer Afgan direnişi bir cevap üretebilecek mi? Afganistan Çin’in güzergâhı mı olacak kabristanı mı, göreceğiz. İlk intibalarımı soracak olursanız Çin büyük kazanan ve Afganlarla kapışmak gibi bir hataya düşmeyecek kadar temkinli. Sızmak ve inşa ile işgali gerçekleştirmek suretiyle Afganların gardını düşürecek…

CİHADIN MAHREM HİKAYESİ-BÜLENT TOKGÖZ KİTABI.jpg
Bülent Tokgöz'ün "Cihadın Mahrem Hikayesi" kitabı

 

Hazır Afganistan’ın jeopolitik tahlilini yapmışken, Afganistan sahasında farklı dönemlerde uzun yıllarını geçirmiş ve ülke üzerine birçok kitap yazmış biri olarak bize Afganistan’ın tarihsel sürecini, etnik yapısını, Türkiye ile kıyaslanan modernleşme tarihini ve Sovyetler birliğinin işgaline kadar geçen sürecini anlatır mısınız?

Altısı roman, beşi araştırma, 11 kitabımda tamamen veya kısmen Afganistan’ı ve Peştuları anlatıyorum. Türkiye’yle kıyas dediğiniz için oradan girizgâh yapayım, ortalama Türk okurunun bildiğinden daha fazla Türkler Afganistan’la münasebettardır. Anadolu’ya gelmeden evvel İran’da iş başındaydı Türkler. İran’dan evvel de Afganistan’da. Türklerin Müslüman olup farklı bir kültür ve medeniyete dâhil oldukları yerin adı Horasan’dır. “Güneşin doğduğu yer” manasıyla Horasan büyük oranda günümüz Afganistan topraklarında yer almaktadır. Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlar, Timurlular, Babürlüler neredeyse kesintisiz biçimde bölgeyi 19’uncu asra kadar hâkimiyetleri altında tuttular. Türklerin Afganistan’daki tarihinin köklerinin İslam öncesine uzandığı kesindir. Ak Hunlar denen Eftalitler günümüz Peştularının en seçkin iki kabilesinden olan Abdalilerin atalarıdır. Diğer kabile Ğılzailerdir ki bunların da Halaç Türkleri olduğu bilinmektedir. Peştuların Kureyş’i mesabesinde olan, tarih boyunca Peştu elitlerini çıkaran bu iki kabilenin Türklükle akrabalığı üstüne yazıp çizenler arasında Türklerin bulunmayışı Türklüğün açmazlarından ve talihsizliklerinden biridir.

            Bu kadar kadim bir ortaklığın üstüne İngilizlere karşı verilen mücadelede bu iki ülkenin arada İran engeli olmasına rağmen birlikte davranma iradesi gösterdiğine tanık oluyoruz. Birinci Dünya Savaşı’nda Türk casuslar Almanlarla birlikte veya müstakilen bölgeye gelip Peştu direnişçilerle temas kurarak İngiliz ordusunun gücünü bölgede oyalayıp Osmanlı toprağına sevkini azaltma işlevini talep ettiklerinde Afganlar bu talebi emir telakki etti ve coşkuyla yerine getirdi.

Afganlar (Peştular) Osmanlı’nın savaşını o kadar kendi savaşları olarak gördüler ki Avusturalya’ya göçmüş Kasap Molla Abdullah ile Dondurmacı Gül Paşa Muhammed boyunlarına fişek ve tüfeklerini asıp Broken Hill’de Çanakkale’ye asker taşıdığını sandıkları trene pusu attı ve şehit düşünceye dek çarpıştılar. Vurulduklarında yanlarında Gül Paşa’nın dondurma tezgâhına örttüğü kumaşın üstüne çizilmiş ay-yıldız vardı... İki ülkenin kader birliğini bu kadar veciz biçimde anlatan başka nasıl bir hikâye olabilir ki?

Mustafa Kemal Atatürk’ün Afgan Emiri Emanullah Han’la olan yakınlığı, ülkelerini modernleştirmek için dayanışmaları da bahse değer. Laiklerin de Afganistan’la bir bağ kurabilmeleri bakımından bu çok ciddi bir referans. Dışarıya ilgisiz ve doğuya hep küçümsemeyle bakan Kemalistlerin tutarsızlığına delil olarak da anılabilir. Mustafa Kemal Samsun’a çıkarken Mayıs 1919’da Emanullah da İngilizlere karşı yeni bir kurtuluş savaşı başlatıyordu. İngilizler bizimle de savaştıklarından Ağustos 1919’da Afganistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmışlardı. Eş zamanlı mücadelenin meyvesiydi bu.

Mustafa Kemal, Emanullah’a bir mektup yazarak eşgüdüm içinde mücadele teklifinde bulundu. “İngilizlere karşı birlikte mücadele edelim” teklifi 1 Mart 1921’de Türk-Afgan İlişkileri, Dostluk ve İttifak Antlaşması’yla meyvesini verdi. Afganistan yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan devlet oldu. Türkiye de Rusya’nın ardı sıra onu tanıyan ikinci ülke oldu. 10 Haziran’da Ankara’da Afgan elçiliğine bayrak çekme merasiminde “Her İslam hükümetinin Afganistan gibi bağımsız ve hür olduğunu görmekten iftihar edeceğiz” dedi. Medine Müdafaası’nın kahramanı Fahrettin Paşa’mızı elçi olarak oraya gönderdi. Onu öğretmen ve subaylar takip etti. İlerleyen tarihlerde de farklı subay, eğitimci ve tıp heyetleri orada hizmet verdiler.

Emanullah Han, Afgan modernleşmesinde Türkiye’yi model almanın bedelini ülkesini terk etmek zorunda kalarak ödeyinceye değin sürdü bu gidiş gelişler. Sovyet işgaline değin, eski coşku ve heyecanını koruyamasa da bir şekilde irtibat muhafaza edildi. Ben bu münasebetin mahiyetine bakmadan muhtevasındaki muhabbetle ilgileniyorum. Uzun asırlar evvel kopup farklılaştığımız eski dostlarımızla hızlıca kaynaşmaktaki bu temayül beni çok cezp ediyor. Buradan belki bir süreklilik fikri, kadimden gelen bir devlet aklı filan inkişaf eder diye ümitleniyorum. Yoksa fazla mı iyimserim?

VEZİRİSTAN SEVGİLİM ELVEDA-BÜLENT TOKGÖZ KİTABI.jpg
Bülent Tokgöz'ün "Veziristan Sevgilim Elveda" kitabı

 

Sovyetlerin komünist Megalo ideaları uğruna Afganistan işgali, tuzağa düşme hikâyesiydi

Röportajın kronolojik ve didaktik bu insicamı üzerine sürdürmeye devam etmek babından; Sovyetlerin İşgalini, Mücahitlerin direnişini ve Sovyetlerin yenilmesindeki faktörleri ile 1996 yılındaki 1.Taliban dönemine kadar geçen sürecin fotoğrafını bize bir çekseniz dersem, neler dersiniz?

Rusların Komünist iddialarla süslenmiş megalo ideaları uğruna Afganistan’ı işgale kalkmaları, doğrusunu isterseniz bir tuzağa düşme hikâyesiydi. Evet, o dillere pelesenk olmuş “sıcak denizlere inememe” makus talihini aşmak için bu defa Afganistan gibi çantada keklik bir zayıf halka üstünden Hint Okyanusu’na sarkmayı planlıyorlardı fakat bunu doğrudan işgal gibi riskli bir yöntemle yapmaya niyetsizdiler. Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski, ki Obama’nın da gurularındandı, Komünistlere karşı İslamcılara verdikleri desteği mümkün olan en abartılı şekilde sunarak, habbeyi kubbe yaparak Rusları tedirginliğe sevk etti. Zokayı yutan Ruslar, Afganistan’ı bir İslamcı darbesiyle kaybedecekleri endişesiyle topyekûn hücuma geçmenin en doğrusu olduğuna kanaat getirdiler. Brzezinski, bu tuzağı kurarken işgalden daha iki sene evvel, 1977’de Yeşil Kuşak teziyle Komünist Rusya’nın anti-komünist bir İslam kuşağıyla muhasara edilmesini gündeme getirmişti bile.

Kararsız tabiatlı Carter bu oyunu netameli bulup sıcak bakmayınca Brzezinski Oval Ofis’i bir ikna odasına çevirdi. Kurgunun bir ayı tuzağı olduğunu izah etti. CIA lideri Robert Gates de anılarında o günleri anarken Sovyetlerin Afganistan’a girmesinden 6 ay evvelinden CIA yardımlarının ülkeye girdiğini itiraf edecekti. Velhasıl Ruslar zokayı yuttu ve Afgan kışının ortasında Sovyetler, yüz binlerce askerini yığınakladı. Kızıl Ordu Afganistan sınırını çizen Amuderya nehri üstündeki köprüden geçerken Brzezinski Carter’a muştusunu yetiştirdi: “Şimdi Sovyetlere kendi Vietnam’larını verme fırsatına sahibiz!..”

Ruslar Vietnam’da Amerikan ordusuna karşı savaşan gerillaları uçaksavar silahı ve füzelerle destekleyerek savaşın kaderine etki etmişti. Amerikalılar da 80’lerin ortalarında Rus hava gücünü güçsüzleştiren Stinger füzelerini mücahitlerin ellerine tutuşturarak savaşın dengesini kalıcı biçimde değiştirdiler. Bu füzelerin sevki için Beyaz Saray’ı ikna eden ekipte Trump ve Biden’ın barış elçisi, son 40 yılda Beyaz Saray’daki tek Müslüman ve tek Afgan olan Zalmay Halilzad’ın bulunması bahse değer bir detaydır. Her ne kadar bir Yahudi’yle evli olup çocuklarına Müslüman adı koyamamış olsa da hâlâ tırnak içinde Müslüman’dır. Amerikan yardımlarından en çok nemalananın Peştu Hikmetyar oluşuyla Halilzad’ın Peştu oluşu da Peştu olmayanları işkillendiren bir detay olarak akıllara ta o zaman takılmıştır.

Komünist ordu da kahır ekseriyetiyle Peştu idi ve ne gariptir Peştu tarihinin en önemli rekabeti burada da kendini belli etmişti: Ğılzai-Durrani (Abdali) kutuplaşması Komünist fraksiyonların saçaklanışında bile somutlaşabiliyordu: Halkilerin (Halkçıların) lider kadrosu Ğılzai, Perçemilerin (Bayrakçıların) lider kadrosu Durrani’ydi. Tecelliye bakın ki Peştu mücahit liderleri de Ğılzai’ydi. Hİkmetyar, Sayyaf… Mevlevî Yunus Halis de Ğılzailer arasında büyümüştü. Diyeceğim o ki işgalci Rus’a karşı topyekûn bir Afgan direnişi gibi bir mitolojiye inandırıldığımız için sosyolojiyi ıskaladık ve o ıskalanan sosyoloji bizden öyle bir intikam aldı ki attığı hiçbir kurşun bizi ıskalamadı.

Direniş her bakımdan yamalı bohçaydı, sadece kavim düzeyinde değil, kabile düzeyinde de. Hepsinin kendi ajandası vardı ve o ajandanın selameti uğruna ülkenin düşmanlarıyla bile ittifaka hazır, katı bir husumet birbirine en yakın kabileler arasında bile kökleşmişti. Bunu çok iyi gören İngilizler, bu cahilî, kabilevi asabiyeden memnuniyetle ve suhuletle istifade ettiler. Bilahare başka dış güçler de gerek kavim gerek kabile düzeyinde istifade edebilecekleri yerel güçler buldular ve böylece Afganistan sosyolojisi dış müdahalenin, bölgesel ve küresel dengelerin bir parçası, maşası hâline geldi. O güçler, Afganistan’da Ruslar çekildikten sonra sulh istemedi. Her biri kendi maşasıyla Afganistan’daki kestaneleri toplamayı arzuladı. Buna muvaffak olamadığında rakibinin kestaneyi almasına mani olmaya baktı. Hizipler dönemi olarak bilinen mücahit grupların iç savaşı, bir yönüyle Afganistan sosyolojisinin bir yönüyle de bölgesel, küresel denklemlerin ülkedeki izdüşümünden öte bir şey değildir.

Cihadın hizipler savaşına dönmesi, zaferin hezimetle neticelenmesi sadece Afganistan veya bölge ölçeğinde değil tüm ümmet ölçeğinde büyük bir demoralizasyon sebebi oldu. Farklı ülkelerdeki İslami hareketlerin moral-motivasyonlarında ciddi düşüşler yaşandı, bunlar gözle görülecek seviyede barizdi. Ümit, en sihirli kelimelerdendir. Afgan cihadı büyük bir ümit vaat etti ümmete; vaat tahakkuk da etti fakat kendi elleriyle onu harap ettiler. Ümitsizlik bin bir kılıkta kendini dışa vurdu sonra. Günümüzdeki deistleşme vartasının köklerini ta o hiziplerin kanlı savaşlarına götürsek yeridir. Bereketsizlik o zaman başladı. Afgan cihadı görkemli bir başlangıçtı. Kadük kaldı.

 

(Röportajın ikinci bölümü yarın sizlerle)

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU