Rençber öldü, mısır koçanları nefes alıyor

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Mustafa Orman

I.

Yaşamakla hiç aynı olmayan şeyler gördüm. Tarihten alıntılar, filmlerden replikler falan. Bir çocuğun gülüşü unutulmuştu, toprağı dererken tırnağına diken batan adamın acısı da. 

Harktan gürül gürül akarken su, "Bu mevsim de yaşarsak, çocuk ekmeğe koşarsa, seneye yine yaşarız burada; küreğimle, şapkamla ve söğütle" dedi adam. Bahar yeni yeni güle, çiçeğe salarken kendini.

Söğüdün dalı kıvrılıp göğe dönünce inanmıştı adam. Ödevden yoksun, bir o kadar ödevine sadık halk alayı geçer yanından göğü kıskandırarak.

O gök ki söğüde saçak, adama nefes, bir ihtimalden umuttu mevsimde. Su, en baştaki iki bendin arasından toprağa sızdı.

Adam, kenarı yırtılmış gömleğinin cebinden sigarasını çıkardı. Kirpinin suda hareketsizliği; dikenleri varken nereden bilsin ki yalnızlığını kirpi. "Mısır ektim. Koçanları güneşe hiç sırtını dönmeyecek" dedi kirpiyi izlerken. 

Peltekti adam. Harktaki suyun sesiyle ağlıyordu, "Herkes dost ama herkes düşman." Sıra sıra dizilmiş kavaklar, rüzgâra salınarak esenliğe vardı. Güneş, günden çekti ışığını. Gerilerde karanlık kaldı. 

Mısır koçanları nasıl da boy verecekler, renklerini yitire yitire kendileri olacaklar, diye düşündüm. Adam, gözlerini sildi, sigarasını yaktı. Küreğine yüklendi, diğer bentlere suyu açtı.  
 

(3).jpg
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

II.

Yaşlanmış, omurgaları katlanmış, omuzları düşmüş adamın yüz çizgileri ölümünden sonra da aklımda kalırdı belki. Ama hünerini gösterdiği toprak, çıraklığını işlediği bu yerin dokusunda bir gün ona da ulaşacağını bilirdi elbet. 

Peki, kayayı yararak yeşeren ağacı, çiçeği düşündü mü hiç? Bir çiçekten bekleneni bilirsin az çok, bir insandan asla.

"Kanmazsam, kandırılmazsam, ben de ölümü bilirim" diye beter bir hal alan gözlerinin karanlığında kaybolacak birileri de vardı. Bu birileri, onun yerini aldığında, baharda körpecik yapraklarını belleyen söğüdün canını belki de hiç bilmeyecekti. 

Dünya diye diye alçaltılmış söz selinin içinde, sadece bedenin değil, bazı yüzlerin o yüzlerdeki çizgilerle öleceğini beden ayaktayken bile göstermişti bana adam. Bir onun yüzü ölürdü eksilirken sessizliğindeki ahvalde.

Sulu otlakların kenarında dururken, bir tek çıraklık ettiği toprağın suyu yeterince alırsa ona ihanet etmeyeceğini bildiğinden fır döne döne bentlerin başına zıplaya zıplaya gitti. 

Ama yine de, ustasının toprak mı, toprağa çırak mı olduğunu bilmezdi. Ben uydurdum ona çıraklığı. "Bardağın yeri değiştirildi diye, sırf bu yüzden kırılabilen insanlar var bu dünyada" dedi adam. 

Yine ortadaki bendin başına koştu, ustasının koynuna aldığı tohumları ezmemek için kanguruya bürünmüştü. Başkasına nefes vermenin yolunun kendine nefes vermekten geçtiğini biçmişti. 

Son bendi de açtığında arkasını dönmüş, kavak ağaçlarının arasında kaybolmadan evvel, "Zaman geçer, yıllar devrilir; herkes birbirinin ve nesnelerin eski halini özler" deyip karıştı, kısaldı ve sonra kayboldu ağaçların karanlığında. 
 

(1).jpg
Fotoğraf: Mustafa Orman

 

III.

Mısır koçanlarının boyu bir buçuk metreden fazlaydı, renkleri yeşildi artık; dalgalı yaprakları da el verince boyları göğe doğru kanatlandı.

Kayısı ağaçları toplanmış yemişlerinin yeğniliğiyle iyice kıpırtısızdı. Mısır koçanlarının yapraklarını arada coşturuyordu rüzgar. 

Yetiştirdiği oğlu; başına yıkılan dünyaya rağmen ustaya karşı çıkmak olmaz diyerek küreği omzuna atmıştı. Babasını burada yad ediyordu.

Oğul olmanın mirasını tarlanın yanı başında, harktaki bentlere suyu açarken yerine getirdi. Çıraklığı devralmıştı. Sığamadığı diller ve kendini sığdıramadığı sözler vardı, "Üç hafta önce…" dedi, daha sözünü tamamlamadan sustu. 

Ustanın koynuna aldığı babası, çıraklığa adım atan kendisi,  bağlılığını kanıtlamak istiyordu. İyi de herkesin ustası toprağa mı, yoksa çıraklığı yükseldiği çırak babasına mıydı bu çabası? Bilinirdi, beklediğiydi.

O yüzden asıl korkusunun çıraklığı yürütememek olacaktı. "Üç hafta önce" dedi yine, devam etti, "Kalp krizi geçirdi. Öldü." Bentlere suyu vermeye devam ediyordu. Söğüt ağacı körpecik yapraklarından kurtulmuş daha da bollatmıştı kendini.

İşitilmeyen gürültüsünü, çığlıklarını dışarı çıkarmadan demişti, "Üç hafta önce…" Sonra döndü, "Bilir misin, mısır çok su ister."

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU