Eski DBB Başkanı Mızraklı, Independent Türkçe'nin sorularını cevapladı: Devletin koca bir mafya organizasyonuna dönüştüğünü bir kez daha gördük

Halkın yüzde 63'nün oyuyla Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Henüz 5. ayında iken görevden alınarak cezaevine konuldu. Yıllarca şifa dağıtarak can kurtaran Mızraklı, "terör" suçlamasıyla aylardır tutuklu

Selçuk Mızraklı, bir buçuk yılı aşkın bir süredir Kayseri Bünyan Cezaevi'nde tutuklu bulunuyor / Independent Türkçe

Adnan Selçuk Mızraklı, kulak-burun-boğaz uzmanı bir tıp doktoru.

Mızraklı, devlet hastaneleri başta olmak üzere birçok sağlık kuruluşunda görev yaptı.

Bir dönem Diyarbakır Tabip Odası Başkanlığı'nı da yapan Mızraklı, vakıf ve insan hakları derneklerinde çalışmalar yürüttü.

Haziran 2018 genel seçimlerinde 27. dönem Halkların Demokratik Partisi'nden (HDP) Diyarbakır Milletvekili seçilerek Meclis'te yasama çalışmalarına katıldı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

31 Mart 2019 yerel seçimlerde Diyarbakır Büyükşehir Belediye (DBB) Başkanlığı için aday olan Mızraklı, oyların yüzde 62,93 alarak seçildi.

Ancak yürüttüğü belediye başkanlığı görevinin 5. ayında 19 Ağustos 2019'da İçişleri Bakanlığı'nın kararıyla görevden alınarak yerine kayyum attandı.

Görevden alınma gerekçesi ise hakkında yürütülen "terör soruşturması" oldu.

Mızraklı, görevden alınmasından 2 ay sonra 21 Ekim'de gözaltına alındı ve bir gün sonra tutuklandı.

"Terör örgütü üyesi olmak" iddiasıyla 15 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davada Mızraklı'ya Mart 2020'de 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verildi.

Selçuk Mızraklı, bir buçuk yılı aşkın bir süredir Kayseri Bünyan Cezaevi'nde tutuklu bulunuyor.

Adnan Selçuk Mızraklı
Adnan Selçuk Mızraklı / Fotoğraf: Twitter

 

Mızraklı, Kayseri Bünyan Cezaevi'nden Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

Yıllarca doktorluk yaparak cankurtaran bir insan 50 yaşını aştıktan sonra soyunduğu siyasette, kazandığı belediye başkanlığında uzun süre görev yapmadığı halde (suç sayılabilecek icraatlara imza atmadı) nasıl oldu da önce açığa alındı, sonra cezaevine konuldu?

Bu topraklar, bu coğrafya binyıllardır hep çatışmaların, baskı, zulüm ve savaşların yaşandığı bir alandır. Devletlerin birbirleri üzerine egemenlik kurmak istemeleri, bu toprakları fetih etme anlayışları, bu coğrafyada yaşayan halklara her zaman acı ve gözyaşı getirmiştir. Bin yıllardır devam eden bir anlayış günümüzde de sürüyor. Kapitalist modernite çağında faşizm dayatmaları sonucu bizler bu topraklarda güneşle birlikte ama karanlık günlere uyanıyoruz. Kürt sorunun yüzyıllardır çözülmemesi, birikip günümüze çatışmalı bir süreç olarak gelmesi, savaş politikalarında ısrar sonucu bizler demokrasiden, özgürlüklerden uzak bir yaşamın içerisindeyiz. 

Demokrasi ve özgürlükler için büyük bir mücadele veriyoruz. Demokratik siyasette ısrarlı bir çabamız var. Tüm bunlara rağmen savaş politikalarını dayatan zihniyet, faşizmi ülkenin dört bir yanına kalıcı olarak yaymak isteyen kesimlerce engellenmekteyiz. Sorunuza gelince, işte bende bu coğrafyayım, coğrafyada yaşayan milyonlarca insandan biriyim. Yani demokrasi, hak ve özgürlükler için verdiğimiz mücadeleden dolayı demir parmaklılar arasındayım. Tıpkı, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak gibi demir parmakların arasında olan on binlerce insandan biriyim. Kayyum siyasetini ezici bir çoğunlukla silip geçtiğimiz için yerel yönetimlerin halka ait olduğunu pratik yaşama aktardığımız için demokratik siyasetten taviz vermediğimiz için buralardayız. Alnımız ak, başımız dik, halkımızın bir neferi olarak burada mücadelemizi sürdürmekteyiz. 

"Daha mazbatayı almadan kayyum atanması istenmiş"

Siyasete başlamadan önce hakkınızda açılan soruşturma ve davalar oldu mu? Belediye başkanı seçildikten sonra kaç soruşturma ve kaç dava ile karşılaştınız?

Milletvekili ve belediye başkanı seçilmeden önce bir soruşturma dosyam vardı. Mahkeme devam ediyordu. Ama belediye başkanlığı adaylığım döneminde seçileceğimiz kesinleştiği anda itirafçı iftiracıları kullanarak iddianameler hazırlanmış. 31 Mart 2019 seçimlerinin ertesi gün 1 Nisan ile birlikte zaten Diyarbakır valisi kayyum olmak istemini içişleri bakanlığına yazdığı yazıda belirtmiş. Daha mazbatayı almadan kayyum atanmasını istemiş, kendisinin kayyum olarak atanmasını istemiş ki, kayyum olur olmaz yolsuzlukları ortaya çıktı. En son Diyarbakır'da yaşanılan kuyumcu yolsuzluğunda ismi geçti. Yani burada hakkımda açılan dava soruşturmaların kaç tane olduğunun önemi yok. Kimlerin hangi yöntemlerle açtığını bilmek gerekiyor. Kimler açtı bu davaları, kimler tanıklık yaptı ve bu kişiler şu anda nerede diye bakmak gerekiyor.  

Fotoğraf
Fotoğraf: Twitter

 

"Yalan beyanlarla yeni soruşturmalar açıldı"

Önceden kurgulanmış bir süreç. Bu halkın iradesine faşist yöntemlerle ket vurmadır. Daha mazbatayı aldığımızın ertesi yandaş basın hemen kayyum istedi. Bizleri adım adım izliyorlardı. Adım adım dinliyorlardı. Bir şey bulamadılar. Bunun üzerine itirafçı iftiracılar buldular. Yalan beyanlarla yeni soruşturmalar açıldı. Belediye başkanlığı dönemiyle ilgili tek bir soruşturma, dava yok. Çünkü zaten tüm işlemler içişleri bakanlığınca denetleniyor, müfettişlerce inceleniyor. Bir kusur, bir yanlış bile bulamadılar. Milletvekilliği dönemimde İran'da idam edilen insan hakları aktivisti ile ilgili attığım tweet soruşturma konusu oldu. İran devletinin barbarlığına yönelik attığım tweet Türkiye Cumhuriyeti'nce suçlama konusu edildi. Yani suç yaratma girişimleri, ellerine yüzlerine bulaştırdıkları, aslında kendi suçlarını ifşa ettikleri bir süreci yaşadılar. Mardin mahkemelerince ifadeleri kabul görmeyen itirafçının ifadeleri Diyarbakır mahkemelerince itibarlı kabul edildi. İtirafçının yalan söylediği yalanlar Devletin resmi kurumu SGK tarafından tescillendiği halde devlet yalanların arkasına sığınarak niyetini açığa vurdu. Yani açılan davaların sayısı önemli değil, açılan davaların içeriği ve sonucu önemlidir. Devlet kendi suçunu ifşa etti, kendi pisliğini deşifre etti aslında. Meclis kürsüsünde söylenen "Ohhhhh olsunların" amacının ne olduğu anlaşıldı burada. 

"Özel yaşamlarını belediyenin içine kadar taşımışlar"

Göreve geldikten sonra sizden önce atanan kayyumların siyasi figürlere aldığı yüksek maliyetli hediyelerin görevden alınmanızda etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

İlk gün belediyeye halkla birlikte girdik. Kayyumun belediye oturduğu odayı, odadaki altın varaklı masalar, sandalyeler, koltukları, perdeler, altın işlemeli bardaklar, altın varaklı banyo ile karşılaştık. Tepkimi iki dakikalık videoda dile getirmiştim. Bir yerde halk açlık ile boğuşurken diğer yanda bir avuç yandaş altın varaklı odalarda, banyolarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Bunu ifşa ettik. İnsanlar çöplerden ekmek toplarken kayyum bir yıl içerisinde iki tona yakın yani 1650 kilo fıstıklı kadayıf yemişti. Eşi ve kardeşi belediyenin tesislerinde sıra geceleri yapmış faturayı belediyeye ödettirmişti. Özel yaşamlarını getirip belediyenin içine kadar taşımışlardı. Kayyumun sadece yemek faturası 1650 kilo fıstıklı baklavanın dışında aylık 90 milyar eski para ile bulmaktadır bu sadece yemek masrafına harcanan paradır. Yaklaşık kırk kişinin asgari ücreti, kırk ailenin evlerini geçindirdikleri ücret bir kişinin yemek masrafıydı. Milyarlarca lira kendilerini kayyum atayan, biat ettikleri siyasilere hediyeler almışlardı. İşte bunları ifşa edince gerçekten de "ohhh olsun" diyenlerin aslında halkın paralarını nasıl çaldığını, nereye aktardığını ortaya koyduğumuzdan bunlarında etkili olduğu bir gerçektir. 

"Talancı zihniyet emek harcamadan elde etmek ister"

Açığa alınmanız ve açılan davadan sonra tutuklama sırasında sizi en çok üzen hadise ne oldu?

On yıllardır mücadelesini verdiğimiz demokrasi mücadelesi yeniden kayyumların atanması ile birlikte ağır darbe aldı. Türkiye halklarının birlikte yaşama umudu yeniden kırıldı. Halkın elinde bulunması gereken, nefes borusu olan yerel yönetimler yeniden faşizan bir iradenin boyunduruğu altına girdi. Bu beni üzdü. Halkın hayal kırıklığı, bunca emeğinin üzerine çöküldü. Bu çökme anlayışı bunlarda fazlasıyla vardır. İnsanların yatırımlarına çökerler, iş insanlarının mal varlıklarına çökerler, halkların emeklerine çökerler. Talancı bir zihniyet olduğu için her zaman zorla, emek harcamadan elde etmek isterler. 

İkinci hadise ise Kayseri Bünyan cezaevine nakil sırasında zırhlı ring aracında saatlerce mola verilmeden kelepçeli bir şekilde sürgüne gitmek. Katilleri "baba şefkati" ile kucaklayan devlet anlayışı biz siyasilere, adalet ve demokrasi isteyenlere karşı ise ters kelepçe ve işkence yöntemleriyle cevap vermektedir. Demokratik mücadeleyi yarayan bu müdahale ve yaklaşımlar üzücü olaylardır. 

"Sadece yandaşlara rant sağlandı"

Eğer görevden alınmamış olsaydınız Diyarbakır'a ne tür hizmetler ederdiniz? Sizden sonra atanan kayyumların nasıl bir Diyarbakır bırakacağını öngörüyorsunuz?

2000'lerden beridir demokratik siyaseti şiar edinen bir anlayış ile yönetilen kadim şehir Amed kayyumlar atanana kadar bir kentleşmesini tamamlamıştı. Kültür sanattan, altyapı çalışmalarına, şehirleşme ve imardan ulaşıma birçok sorun çözülmüş, halkın istemleri doğrultusunda yaşanılır bir kent sağlanmıştı. Kayyumların iki buçuk yönetimleri döneminde ise bir şehrin, bir halkın kültür sanatı yok edilmek, asimile edilmek istendi. Dili yok sayıldı. Kadın kimliğine yönelik saldırılar gerçekleştirildi. Daha önceki tüm çalışmalar durduruldu. Sadece yandaşlara rant sağlandı. Yollar iki buçuk yıl boyunca asfaltlanmadı. On gözlü köprüye giden yol köstebek yuvasına dönmüştü. Bizler yeniden toplumcu bir belediyecilik anlayışı ile hareket ettik. Dört aylık süreç içerisinde kasanın tamamen boşaltılmasına rağmen ilk önce asfaltlama çalışmalarına başladık. Köyler başta olmak üzere, dil kültür ve sanat alanında çalışmaları hızla başlattık. Kentin ulaşım sorunu için çalışmalar başlatıldı. Kentsel atıkların geri dönüşümü ile ilgili çalışmalar başlatıldı. Karacadağ'ın Amed'le buluşturulması çalışmaları vardı. Karacadağ'ın yamaçlarının taşlarının temizlenerek organik tarıma açılması, Dicle'nin işgalden kurtarılıp Amedlilerle buluşturulması, ekokent projesinden, öğrencilere ve engellilere yönelik çalışmalara birçok proje vardı. Dört aylık süreçte bir kısmını başlatabildik ama kayyumların atanmasıyla bu süreçler yeniden durdu. Yeniden yolsuzluklar başladı. Bir avuç yandaş için milyonluk bir kent kurban edildi. 

"En büyük zorluk kayyum eliyle dayatılan İslamisazyon anlayışıdır"

Kayyumlardan sonra 31 Mart 2019'da devraldığımızdan daha kötü bir belediye bulacağımıza eminim. Yani borçlandırmayı kastediyorsanız sorun değil. Borçlar her türlü ödenir. Ama en büyük zorluk kayyum eliyle dayatılan İslamisazyon anlayışıdır. Siyasi İslamiyet'in dayatılması olacaktır. Kürt kimliğinin inkarı, kültürün yozlaştırılması sağlanmaya çalışılmaktadır. Bunun yerine Arap kültürü aşılanmaya, ümmetçilik adına dayatılmaya çalışılmaktadır. En büyük tehlike budur. Gerçek İslam değil, AKP'nin yandaş İslam projesinin Kürtler üzerinde uygulanmasıdır bu. Kürtler ilk İslamiyet'i kabul eden halklardandır. Yüzyıllardır da İslamiyet'i yaşamaktadırlar. Ama AKP'nin yaptığı gerçek İslamiyet'in içini boşaltmak, siyasi, partici İslam anlayışını dayatmaktır. Buna karşı dikkatli olmak gerekiyor. Buna karşı politikalar üretmek, bu kirlenmenin önüne geçmek gerekir. Ama ne olursa olsun Amed halkı bu kayyumlar sonrası yeniden halkçı, toplumcu yerel yönetimler anlayışını oturtur. Kendi düzenini oturtmak zor olacaktır. Yavaş olacaktır ama sonuçta bu halktaki kararlık mutlaka Amed'i yeniden küllerinden yaratacaktır. 

"Devletin koca bir mafya organizasyona dönüştüğünü bir kez daha gördük"

Türk siyasetinde yaşanan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Özellikle de üyesi olduğunuz HDP'nin kapatılma tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye bir uçuruma sürüklenmektedir. Bugün ki siyasi anlayış gün geçtikte ortaklarını ve siyaset biçimlerini ortaya sermektedir. Her ne kadar saklamak istese de kendi içlerindeki iktidar kavgaları pisliklerini gün yüzüne çıkardı. İşte en son Sedat Peker'in itirafları bizlere Türkiye'de nasıl bir siyasetin olduğunu gösterdi. İktidar, mafya, siyaset ve basının nasıl bir anlayış çerçevesinde bir araya geldiğini bir kez daha bizlere gösterdi. Evet, Sedat Peker'in itirafları bizlere yabancı mıydı? Hayır bizlere yabancı değildi. Bizlerin bildiklerini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştı. Ama bu itiraflar Türkiye halkları için yeni bir şeydi. Daha önce defalarca açıklanan ve kabul edilmeyen bu birliktelikler, Sedat Peker'in açıklamaları ile bir kez daha gündem oldu ve halk tarafından sorgulanır oldu. Mafyanın siyasileştiğini, devletin koca bir mafya organizasyonu olduğunu bir kez daha gördük. 

"HDP'nin kapatılması davası bizler için sürpriz değildir"

Faşist çeteler tarafından yönetildiğimizi kendi çete elemanlarınca açıklandı. Çete devleti, mafya organizasyonu olan bir devlet ve iktidar anlayışından herhalde demokratik bir siyaset beklemek, demokrasi getirmelerini beklemek hayal olacaktır. Ondan dolayı HDP'nin kapatılması davası bizler için sürpriz değildir. Çete devletine karşı çıkan, faşizmi teşhir eden bir partiyi tabi ki kapatmak isteyecektir. Kendisini teşhir eden, yolsuzluklarını ortaya çıkaran siyasileri ve siyaset anlayışına saldıracaktır. AKP-MHP faşizmin yaptığı da tamda budur. Kendi yolsuzluklarını, kirliliklerini kapatmak için, ırkçı anlayışlarını devam ettirmek için böylesi bir saldırıyı başlatmışlardır. Kendi iktidarlarının çözülme süreçlerini gizlemek için iktidarın tetikçisi olan Bahçeli tarafından emir verilmiş, iktidarın siyasi kulları haline gelmiş olan yargı tarafından ise süreç başlatılmıştır. Kapıkulu yargı burada demokrasi ile olan imtihanını verecektir. 

"Kürtler için siyaset dört duvardan ibaret değildir"

HDP'nin kapatılması halinde Kürt oyları nasıl ve nereye kanalize olur?

Kürtlerin oyları nereye kanalize olur sorusunun cevabı nettir. Doksanlı yıllarda başlayan demokratik siyaset anlayışı ve çalışmalarında yüzde onu aşmadığı zamanlarda bile oylar hep aynı yerdeydi. Hiçbir partiye gitmezdi. Hiç kimseye gitmezdi. Yani Kürtlerin oyları her zaman Kürt siyasetinindir. Birçok partinin kemikleşmiş oyları vardır. CHP gibi Saadet partisi gibi. Bu partilerin kemikleşmiş oyları vardır. Bu oylar her zaman gideceği kanalı bulurlar. 
Kürtler için siyaset dört duvardan ibaret değildir. HDP için parti demek bir binadan, bir genel merkezden ya da il binalarından oluşan bir sistem demek değildir. Tabi ki HDP'nin kapatılmasına müsaade etmeyeceğiz. Asla geri adım atmayacağız. Mücadelemizden taviz vermeyeceğiz. Ama siyasallaşan yargı tarafından kapatılacak olan HDPyle birlikte de mücadele bitti, umudumuz tükendi demeyeceğiz. Daha fazla umut ile mücadeleyi büyüteceğiz. Umudu örgütleyeceğiz. Bu da ancak birlikte mücadele ile mümkündür. Yani Türkiye halklarıyla birlikte mücadele edebilirsek başarılı olabiliriz. Demokratik bir muhalefet örgütleyebilirsek başarılı olabiliriz. İşte tüm bunları dört duvar arasında değil, bir parti binasında değil, dışarıda, sokaklarda halkla birlikte yapabiliriz. HDP umuttur, umudu örgütleyeceğiz. Umudun kapatılmasına müsaade etmeyeceğiz. 

"HDP'ye bir vebalı gibi davranıyorlar"

İttifaklardan birisi net bir şekilde HDP'yi dışlarken diğeri ise destek gördüğü halde birlikte görüntü bile vermekten imtina ediyor. Kürt siyasetinin bu kadar dışlanmasına ne diyorsunuz?

Aslında bir metafordur. Orhan Pamuk'un Veba Geceleri romanındaki anlatımlar bu açmazı açıklayacak güzel örneklerle doludur. Siyasetteki, yapılanmalarındaki açmazlarına karşı, sorunları çözememe anlayışlarına karşı, kendi çıkmazlarının üstünü örtmek için HDP'ye bir vebalı gibi davranıyorlar. Ondan uzak duracaklarını beyan ediyorlar. Bu yönleri ile iktidarın ekmeğine yağ sürüyorlar. Zaten yaptıkları muhalefet anlayışı ile her gün iktidarı büyüten kalıcılaştıran bu anlayıştır. Muhafazakar oyları kaybetmeme anlayışı adı altında kraldan daha çok kralcıdırlar. AKP-MHP'den daha fazla ırkçı bir tarzda hareket ediyorlar. Birkaç oy uğruna bir ülkeyi, halkları uçuruma sürüklemektedirler. Muhafazakar dedikleri ise bu halklar karşısında bir elin parmakları kadardır. İktidarın söylemleri ile hareket eden bu ittifak anlayışı aslında Türkiye'nin tekçi iktidarını kalıcılaştırdı. Sorunlarını büyüttü. Vebalı ilan ederek halkları ayrıştıran, demokratik siyaseti kriminalize eden anlayış bu ittifakın bugüne kadar yürüttüğü anlayıştır. Yani vebalı gecelerde anlatıldığı gibi bir ülkede ölümler varken, bir salgın belası varken, milliyetçiliğin, bağnazlığın yaşama yansımalarını da görürüz. 

"Hızla faşizmin karanlığına doğru yol alıyoruz"

Şimdi Türkiye panoramasına baktığımızda hızla uçuruma sürüklenen bir ülke var, çatışmalı bir süreç var, ölümler var, demokrasi askıya alınmış, hızla faşizmin karanlığına doğru yol alıyoruz. Bunu önlemesi gereken muhalefet, çözümler üretmesi gereken muhalefet güç birliği yapıp bunun karşısında durması gereken muhalefet, tıpkı iktidar gibi ayrıştırıcı bir dil ve yöntemle Kürtleri, Kürt demokratik siyasetini dışlayarak çözüm üreteceğini söylüyor. Bu kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. HDP'siz bir muhalefet olmaz. HDP'yi vebalı gibi göstererek, ondan uzaklaşarak sorunlar çözülmez aksine daha da büyür. 

"HDP'ye yenilikçi değilsin demek abesle iştigaldir"

Altan Tan ve Ayhan Bilgen gibi bazı isimler, son dönemde Kürt siyasetinde yeni bir tarz siyasete ve yapıya ihtiyaç duyulduğunu iddia ediyor. Sizce yeni bir tarz ve siyasi söylem dönemi mi?

HDP zaten yenilikçi bir parti. Bunu söylemde de pratikte de kanıtlamış bir partidir. Yeniliklere açık, her gün kendini yenileyen bir partidir. Günceli takip ederek yeni politikalar geliştiriyor. Türkiye siyasetine yeni bir renk ve yeni bir soluk kazandıran HDP çağın gerisine düşmemiştir. Sorunlara çözüm üretimi gerçekçidir. Halkçı ve demokratik bir tarzda siyaset yapmaktadır. Böylesi bir siyasi harekete yenilikçi değilsin demek abesle iştigaldir. İktidarın böl parçala yönet politikaları, birbirine düşürme politikaları HDP'de vücut bulamaz. Yenilikçi ve demokratik, özgürlükçü bir yapı olan HDP Türkiye'nin demokratikleşmesi için büyük bir umuttur. Yani çözüm HDP'dir.

"Türkiyeleşen, Türkiye partisi olan sadece HDP bulunmaktadır"

HDP Türkiye partisi olmamakla eleştiriliyor. Sizce bu eleştiride ufak da olsa bir haklılık payı yok mu? Kürtleri kurduğu siyasi partilerin Türkiye partisi olma imkan ve ihtimali var mı?

Türkiye'de demokratik siyaset anlayışıyla hareket eden tek parti HDP'dir. Diğer partilere baktığımızda ki kısaca bu partilere Kürt halkı düzen partileri demektedir. Yani diğer partiler Türk partileri iken, milliyetçi, ırkçı bir yapıya sahip iken, Türkiyeleşen, Türkiye partisi olan sadece HDP bulunmaktadır. HDP sadece Kürtleri temsil etmemektedir. Kadınlar, gençler, emekçiler, ekoloji, vb birçok kesimi temsil etmektedir. Ülkenin tüm sorunları için çözüm üreten bir partidir. Tabi ki ülkenin en büyük ve en önemli sorunu olan Kürt sorunu çözmek istemektedir. Farklı bir bakış açısıyla, birlikte yaşam şiarı ile çözmeye çalıştığı bu sorundan dolayı etnik bir partiye indirgenmek büyük bir haksızlık olacaktır. 

"İktidar kendisinden olmayan herkesi 'terörist' ilan etti"

Sizin gibi birçok belediye başkanı görevden alındı, pek çok Kürt siyasetçi de cezaevlerinde ya da yurtdışında sürgün hayatı yaşıyor. Kürtler neden bu tür sonuçlarla karşılaşıyorlar?

Bizler demokrasi kahramanlarıyız. Kürtler zulüm gördü, işkenceler baskılar yaşadılar. Buna rağmen asla demokratik mücadele yönteminden vazgeçmediler. Kürtler neden bu tür sonuçlarla karşılaşıyorlar? Aslında Türkler bunu ne kadar okudu. Nereden baktı? Demeliyiz. Irkçı bir anlayışla hareket edildiğinde bir ülke batağa sürüklenirken, bu ülkede yaşayanlarda batağa sürüklenmektedir. Kürtler cezaevlerinde ve yurt dışında sürgündeler doğrudur, iyi de Türkler nerede, onlar bu bataktan kurtulabilecek mi? Gördük işte iktidar kendisinden olmayan herkese saldırıyor. 15 Temmuz sonrasında gördük. Kendisinden olmayan herkesi terörist ilan etti. Türkiye'nin kurucu partisi olduğunu söyleyen parti bile terörist ilan edildi. Bunun önü alınmazsa Kürtler ile birlikte iktidarın yandaşı olmayan tüm kesimler terörist ilan edilecek, onlarda sürgünlerden, cezaevlerinden kendilerine düşen payı alacaklardır. Yani iktidar gibi düşünmeyen, devlet gibi düşünmeyen tüm kesimlere cezaevleri ve sürgün düşmektedir. Bizlerin yapması gereken demokrasi mücadelesi vererek bunu engellemektir. 
Faşist bir yapıda, tekçi bir iktidarda, demokrasi mücadelesi veren, hak ve özgürlükler için çabalayanlar bunun bir bedeli olacağını bilirler. Bizlerde bunu bilerek bu yola girdik. Onlar saldıracak, bizler ise bu mücadelede direneceğiz. 

"HDP seçimlere aritmetik değil, ilkesel yaklaşacaktır"

Yerel yönetimler Kürt oylarının Türkiye'de kilit açan bir anahtar olduğunu gösterdi. Sizce Kürtlerin tavrı ve desteği gelecek seçimlerde özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde aynı şekilde anahtar olur mu? Yani Kürtlerin destekleyeceği kişi mi seçilir?

Yerel yönetimler HDP'nin, Kürtlerin bir anahtar rol oynadığını bir kez daha gösterdi. Bu önemliydi. Ama yanılgı şu Kürtler ya da HDP ilkeler çerçevesinde bir araya gelmiş bir yapıdır. Yani oportünist bir anlayışı yoktur. Bundan sonraki seçimlerde ilkeler çerçevesinde bir araya gelecek, buna göre seçimlere girecektir. Oy verirken, sandığa giderken ilkeler üzerinden gidecektir. Yani bir kesime muhaliftir diye, diğer kesime teslim olmayı bekleyenler daha çok bekleyecektir. HDP seçimlere aritmetik değil, ilkesel yaklaşacaktır. Diğer partilerin HDP'ye yaklaşımı dikkate alınacaktır. Demokratik çözüm yöntemleri, demokratik siyaset anlayışı, hak ve özgürlükler temel ilkelerimiz olacaktır. Kürt sorununa yaklaşım nasıl olacaktır. HDP'nin yaklaşımı bu ilkeler üzerinden olur. Yani kişiler ve kişisel çıkarlar üzerinden değil de ilkeler üzerinden hareket eden bir HDP olacaktır. 

"Muhalefetin ortaya koyacağı çerçeve çok önemlidir"

Kürtler, cumhurbaşkanlığı seçiminde Mansur Yavaş ve Meral Akşener gibi milliyetçi kişilere oy verebilir mi?

Yukarıda da belirttiğim gibi HDP ya da Kürtler kişilere bakarak hareket eden bir parti değildir. Kişi isimlerine değil de ilke ve değerler üzerinden hareket edilecektir. Muhalefetin ortaya koyacağı çerçeve çok önemlidir. HDP'nin yaklaşımı bu çerçeve üzerinden olacaktır. Halkların, toplumun istemleri öncelenerek geliştirilecek bir yaklaşım olacaktır. 1215'de İngiltere'de imzalanan toplumsal bir sözleşme olan Magna Carta çok önemlidir. İşte Türkiye'de de halklar arasında bir demokratik toplumsal bir sözleşme olmalıdır. İşte Magna Carta gibi günümüz koşullarına uygun bir sözleşme olmalı ki Kürtler toplumsal birlikteliğe oy verebilirler. Yani toplumsal birliktelikler, ilkeler olmalı, kişiler değil. 

"Ölüm oranları dahil aritmetik veriler gizlenerek veriliyor"

Bir hekim olarak Türkiye'nin küresel salgına karşı mücadelesini nasıl buluyorsunuz? Tutuklu veya hükümlülerin koronavirüse yakalanmaması için neler yapıldı/yapılıyor?

Türkiye ilk başlarda küresel salgını inkar etti. Uzun bir süre hastalığın Türkiye'de olduğunu inkar etti. Şu anda bile başta ölüm rakamları olmak üzere, tüm aritmetik verileri gizleyerek vermektedir. Başarısız bir politika izledi, sürü bağışıklığını tercih etti. Borç batağında olmasından kaynaklı, dünya devletleri arasında itibarsız olmasından kaynaklı uzun bir süre aşı temin edemedi. Kendi sağlık sistemini bir avuç yandaşa peşkeş çektiğinden bilimsellikten uzaklaşmasından kaynaklı insanlar hastalığa yakalandı. Ölümler yaşandı. Halk ekonomik bir batağa saplandı. Sadece kendi yandaşlarını düşünerek hareket ederek, yeni yandaşlar ve yeni zenginler yaratırken, diğer taraftan çöpten ekmek toplayacak bir kesimi de yarattılar. 

"Pandemi cezaevindeki sorunlara tuz, biber oldu"

Pandemi sürecini bahane ederek ülkede olmayan demokrasinin ruhuna tamamen Fatiha okudular. Tekçi bir iktidar yaratmada pandemiyi kullandılar. İnsanların ölümlerini rakamlara indirgerken, yasakları ise sadece kendisinden olmayan tüm kesimlere uyguladılar. Kendi yandaşları ise tüm bu yasaklamalardan muaf oldular. Kısa bir Türkiye manzarası çizmek istersen bunları söyleyebiliriz. 

Tutuklu ve hükümlülere gelince, cezaevlerinde zaten büyük sorunlar yaşanmaktadır. Pandemi ise bunun tuzu biberi oldu diyebiliriz. Hasta tutsakların tedavi edilmemesi, insanların ölüme terk edilmesi cezaevlerinde rutinleşen bir politika olmuştu. Bunun yanı sıra salgın cezaevlerinde yaşamı daha da zorlaştırdı diyebiliriz. Tutuklu ve hükümlüler bu süreci kendi imkanları ile atlatmaya çalışmaktalar. Kendi tedbirlerini kendileri almaktadır. Yani kıt imkanlara rağmen insanlar kendi tedbirlerini alıyorlar. 

"Kürt demokratik siyaseti yapmak onurlu bir duruş ister"

Siyasete atıldığınız için pişman mısınız? Başınıza bunların geleceğini öngörseydiniz yine de belediye başkanlığı hekimlik gömleğini çıkarıp, siyasetçi gömleği giymeyi tercih eder miydiniz?

Siyaset yapmak zordur, Kürt siyaseti yapmak daha da zordur. Kürt demokratik siyaseti yapmak onurlu bir duruş ister. İlke ve değerlere bağlılık ister. Her Kürt, her muhalif siyasete atılırken başına geleceklerin farkındadır. Demokratik siyaset yaptıkları için onlarca şehidimiz var. On binlerce tutuklumuz var. Tüm bunları bilerek bende siyasetin içine atıldım. İktidarın kirlenmişliklerine karşın bizler temiz siyaset geleneğini yerleştirmek istedik. Bu uğurda mücadele ettik. Bunların olacağını zaten öngörüyorduk ve bile bile siyaseti tercih ettik.

"Tutuklama, iftira ve davalar önceden planlanmıştı"

31 Mart seçimlerinden hemen sonra daha mazbata verilmemişti. Nisan'ın ilk haftasında Diyarbakır'da iş çevresinden olan, tanınan şahsiyetlerden birkaç arkadaş bana haber gönderdi. Görüşmek istediler. Görüşmede saygın kişiler mazbata sonrasında kayyum atanacağını söylemişlerdi. Kayyum atanmaması için Ankara merkezli duyumları ve söylemleri sıralamışlardı. Bunları kabul edersem kayyum atanmayacağını söylemişlerdi. Ya da vekillikten istifa etmemi, belediye eş başkanlığını yapmamam gerektiğini belirtmişlerdi. Yani bu olacakları iktidar önceden planlamıştı. Tutuklamayı, iftiraları, davaları önceden planlamıştı. Kayyum atanmasını önceden planlamıştı. Ve haber göndermişti. Ya onurumuzdan, değerlerimizden taviz verecektik, ya da öncüllerimiz gibi, demokrasi mücadelesinde bedeller ödeyen siyasetçilerimiz gibi yürümeye devam edecektik. Her zaman halkın istemlerini esas almak lazımdı. Her ne koşulda olursa olsun, bir daha olsa yine tüm HDP'lilerin yapacağı gibi bende pişmanlık duymadan siyaset gömleğini giymeyi tercih ederim. 

"24 saati en verimli bir şekilde değerlendirmeye çalışıyorum"

Cezaevinde nasıl vakit geçiriyorsunuz? Örneğin 24 saat ne yaptığınız yazar mısınız?

Kısa kısa cümleler ile cevap verirsem; 6-7 saat okuma yapma, 45 dakika boyunca dört adet su doku çözme, yaklaşık bir saat gazete okuma, arada bir satranç oynama, sabah, öğle, akşam haberleri takip etme, koğuşta 6 genç arkadaş var onların gündem sohbetleri yapıyoruz. 24 saati en verimli bir şekilde değerlendirmeye çalışıyorum.
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU