Sen bir mültecisin II

Prof. Dr. Mehmet Çelik, Independent Türkçe için yazdı

 Yahudilerin ikinci sürgünü Babil sürgünüdür.  M.Ö. 587’de dönemin Babil kralı hem  Yahudi devletini yok eder hem de Süleyman Mabedi’ni yıkar. Yahudiler bu kere  Babil’e sürgün edilirler. Sürgüne gönderilen Yahudiler Babil ‘de daha mutlu ve müreffeh bir hayat yaşasalar da sürgünün psikolojik baskısını hep hissedeceklerdir. M.Ö. 587’den 1948’de İsrail devletinin kurulmasına kadar geçen süre Yahudiler için “Galut” yani sürgün ve yabancıların hakimiyeti dönemi olarak adlandırılmıştır. Bu sürgünün ne kadar süreceği hem dini hem de sosyal olarak Yahudiler arasında hep tartışmalı bir konu olagelmiştir. Sürgünden sonra yazılan bazı dini metinlerde sürgünün “ tam yetmiş yıl” süreceği kehanetinde bulunulmuşsa da bu kehenetin tutmadığı tarihi bir gerçek olarak ortadır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

 Göçler çoğu zaman göç eden ya da göçürülen milletlerin dinî hayat ve inanışları üzerinde derin etkiler bırakır. Bu özellikle Yahudiler için de böyle olmuştur. Yahudilerin sürgün edilişleri Yahudi teolojisini derinden etkilemiştir. Sürgün sonrasında ortaya çıkan dinî metinlerin büyük bir kısmında sürgün Rabb’in sapkınlığa ceza olmak üzere Yahudilere musallat ettiği bir bela olarak görülmüş; Yahudileri sürgüne gönderen krallar Rabb’in verdiği cezayı infaz eden elçileri olarak kabul edilmiştir. Yine bahsettiğimiz metinlerde Yahudilerin, Rabb’in ilkelerine yeniden uyacak şekilde ıslah olmalarıdan sonra sürgünün sona ereceği belirtilmektedir.

 Göçün bir diğer etkisi göçen ya da göçürülen halkların dinleri ile tarihleri arasında yol açtığı kavgadır. Cümlenin malumudur ki dünyadaki dinlerin büyük bir kısmı kendi tanrılarını kendilerine has olarak görmektedir. Bu, dinin milliyet gibi görülmesi sonucunda ortaya çıkan bir sapma olarak görülse de aslında yönetim erklerinin güç edinme ve gücü özgüleme arzusunun ortaya çıkardığı bir çeşit paradigma oluşturma arzusunun somutlaşmasından başka bir şey değildir. Bu, kimi zaman “bizim tanrımız eninde sonunda bizi bize va’ddetiği şeyleri verecektir” şeklindeki  motivasyonla, dinsel milliyeti asimilasyondn koruyan bir defans noktası oluştursa da çoğu zaman göç “tanrının tarihe müdahalesi” olarak görülerek dinsel deformasyona da yol açmaktadır.

 Nitekim “Felaketler neticesinde peygamberlerin zihnini kimi zaman, “eğer Yahve’nin her şeye gücü yetiyorsa ve hatta İsrail ve Yahuda'nın olduğu kadar diğer milletlerin de Tanrı'sı ise, neden kendi halkının yenilmesine izin vermiştir?” sorusu meşgul etmiştir.” (Ali Osman Kurt, 2006)

 Babil sürgünü sonrasında oluşan dinî metinlerin değindikleri ortak noktalardan birisi de sürgüne giden Yahudilerin yurtlarında kalmaya devam edenlerden daha erdemli olduğu ve Yahudi kurtuluşunun sürgündeki Yahudiler tarafından gerçekleştireleceği vurgusudur.

“...Rab bana tapınağının önüne konmuş iki sepet incir gösterdi. Sepetlerin birinde ilk ürüne benzer çok iyi incirler vardı; ötekindeyse çok kötü, yenmeyecek kadar çürük incirler vardı. Rab,

("Yeremya, ne görüyorsun?" diye sordu. "İncir" diye yanıtladım, "İyi incirler çok iyi, öbürleriyse çok kötü, yenmeyecek kadar çürük." Bunun üzerine Rab bana şöyle seslendi: "İsrail'in Tanrısı Rab diyor ki: "Buradan Kildan ülkesine sürgüne gönderdiğim Yahuda sürgünlerini bu iyi incirler gibi iyi sayacağım. İyilik bulmaları için onları gözetecek, bu ülkeye geri getireceğim. Onları bina edeceğim, yıkmayacağım; onları dikeceğim, kökünden sökmeyeceğim. Benim Rab olduğumu anlayacak bir yürek vereceğim onlara. Onlar benim halkım olacaklar, ben de onların Tanrısı olacağım. Çünkü bütün yürekleriyle bana dönecekler.

"...Yeruşalim'den sağ çıkıp da bu ülkede ya da Mısır'da yaşayanları yenmeyecek kadar çürük incir gibi yapacağım' diyor Rab. 'Onları bütün ülkelerin gözünde iğrenç, korkunç bir duruma düşüreceğim. Onları sürdüğüm her yerde ayıplanacak, ibret olacak, alaya alınacak, lanetlenecekler. Kendilerine ve atalarına verdiğim topraktan yok olana dek üzerlerine kılıç, kıtlık, salgın hastalık salacağım."

Değerli akademisyen Prof. Dr. Ali Osman Kurt, Yeramya’nın bu sözleri için şunları söyler:

“Birinci Mabet'in son günlerinde yaşayan ve aynı zamanda sürgüne de giden Yeremya peygamberin, sürgüne gidenler ve geride kalanlarla ilgili söylediği ifadeleri nasıl anlamak gerekir? Sürgüne gitmeyip geride kalanlar neden bu kadar kötülenmiş ve lanetlenmişlerdir? Bunun sebebi dinî midir yoksa siyasî ve ideolojik midir?”

 Değinmeğe çalıştığımız biçimiyle Yahudi zihniyet ve teolojisinde birçok soruna yola açan Babil sürgünü sırasında Yahudiler Filistin ülkesi ile bağlarını koparmadılar. Bu irtibatı kolaylaştıran asıl nokta Perslerin o günkü Ortadoğu’da hakimiyet oluşturmalarıydı.

 “Bu süre sonunda Pers Hükümdarı Keyhüsrev MÖ 538’de Bâbil’i ele geçirip Bâbil Krallığı’na son vererek sürgündeki Yahudilerin yurtlarına dönmelerine izin vermiş, böylelikle Yahudiler Filistin topraklarına ilk dönüşü gerçekleştirmişlerdir. Pers Hükümdarı II. Dara zamanında refah ve hürriyete sahip olarak özerk bir yönetime kavuşan Yahudiler, Kudüs’te Babilliler tarafından yıkılan tapınağın yerine MÖ 515’te ikinci bir tapınak inşa etmişlerdir (Armaoğlu, 1994: 9).

Filistin üzerindeki İran- Pers hakimiyeti  MÖ 535-332 yılları arasında devam etmiş, MÖ 332’de Makedonya Kralı Büyük İskender’in Fırat’tan Mısır’a kadar uzanan toprakları ele geçirmesi ile Filistin üzerindeki Pers egemenliği son bulmuştur. İsrailoğulları’nın peygamberler dönemi, MÖ 444’te Pers kralının Hz. Musa’nın yasalarına bağlı kalma çağrısıyla son buldu. Pers kralı, Hz. Musa’nın yasalarını bütün ülkede geçerli ilan ederek önce Tevrat’ın büyük bölümünün yazıya geçirilmesini, sonrasında da sözlü yasaların derlenmeye başlanmasını sağladı. Tevrat’ın beş kitabı, Süleyman Meselleri, Rut, Rahipler Kitabı, Eyüp Kitabı, Naşideler Naşidesi bu zamanda tamamlanmıştır (Kocabaş, 1987: 19). Büyük İskender’in Filistin’in de içinde olduğu Suriye topraklarını hâkimiyeti altına alması sonrasında Yahudi tarihinin Helenistik dönemi başlamış, MÖ II. yüzyıla kadar Yahudi dini ve kültürü üzerindeki Yunan etkisi, İslamiyet’in doğacağı VII. yüzyıla kadar devam etmek mecburiyetinde kalmıştır. Büyük İskender’in ölümü ile imparatorluk parçalanmış, Filistin ve Mısır, General Batlamyus’un hâkimiyetine girmiş, bu dönemde Yahudilere Mısır’da yeni kurulan İskenderiye şehrine göç için teşvikte bulunulmuştur. Helenistik dönem ile Suriye, Anadolu, Bâbil ve özellikle İskenderiye’de Yahudiliğin önemli merkezleri ortaya çıkmıştır. Bu dönem süresince Yahudiler Yunan hâkimiyeti altında Yunanlaştırma politikasının baskısı Sedat Kızıloğlu Cilt 2 Sayı 1 (Ocak 2012) 41 altında kalmışlardır. Makedonya Krallığı’nın Filistin’de Helenizm’i yerleştirmek istemesi neticesinde, putperest Yunanlı yöneticilerin Tevrat’ı yasaklamaları ve kutsal tapınağa putperestliğin sembolü Zeus heykelinin konması Yahudilerin ayaklanmasına yol açmış, Makabi isyanı patlak vermiştir. Yunan ordusu MÖ 163’te Makabi ailesinin önderliğinde başlatılan isyanı bastırarak Kudüs’ü ele geçirmeyi başarmış ancak Yahudilerin direnişlerini sürdürmeleri karşısında bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır (Meydan Larousse, 1992: 695). Yahudiler üzerinde Yunan hâkimiyetinden sonra Romalıların hâkimiyeti kuruldu. MÖ 64-MS 324 yılları arasında Filistin Romalıların elindeydi. Roma İmparatorluğu Suriye üzerine yürüyerek Yahudileri hâkimiyeti altına almıştır. Roma egemenliği döneminde başlangıçta Yahudilere iyi davranılmış, hatta hoşgörülü kanunlarla korunarak sınırlı bir yetki verilmiş, Yahudi halkının cemaat işlerinin tanzimi, Kudüs’te oturan büyük rahiplere bırakılmıştı. Ancak zamanla Roma idaresinde Yahudilere uygulanan vergilerin ağırlığı, feodal yöneticilerin zulmü ve dini gerekçeler yeni isyanları beraberinde getirmiş, Yahudiler arasında bağımsız bir Yahudi devleti kurma girişimleri yoğunlaşmıştır. Bu amacı benimseyen Yahudiler Tevrat’a mutlak bağlılığı gerekli görüyorlar, Yahve (Tanrı) her şeyin efendisi olduğuna göre dünyanın bir gün Yahudilerin hükmü altına gireceğini, inançlarına bağlı kalırlarsa zafer elde edeceklerine inanıyorlardı. Bütün bu gerekçeler ile Yahudiler, MS 66-73 tarihleri arasında tekrar ayaklandılar. Bu ayaklanma nedeniyle Roma orduları Kudüs’e yönelerek Bâbil sürgünü dönüşünde inşa edilmiş olan ikinci tapınağı yıkmışlardır (Armaoğlu, 1994: 9). Bu olaydan sonra Yahudiler bölgeden göç etmeye zorlanmışlar, başta Mısır olmak üzere Romalıların hâkimiyeti altındaki farklı ülkelere sürülmüşlerdir. Roma zulmünden kaçmayı başarabilen Yahudiler başka ülkelere dağılmışlar ancak direnişlerini sona erdirmemişlerdir.

  Yahudilerin birkaç isyanından sonra M.S. 70 senesinde General Titus’un Kudüs’ü ele geçirmesi ve ikinci kez yapılan Süleyman Mabedi’ni yıkmasından sonra Yahudiler, dünyanın her tarafına göç etmeye başlamışlardır. Roma İmparatoru Titus’un, gemilerle Yahudileri Avrupa’ya götürmesiyle Avrupa’da Yahudi Diaspora yaşamı başlamış olmaktaydı. Yahudilerin günümüze kadar dünyada sorunlarla karşılaşmaları aynı zamanda hakim oldukları yerlerde sorunun asıl kaynağı olmaları da bu dönemde başlar

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU