İnfilak günü yaklaşırken…

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Artık açıkça görülüyor: Türkiye bir infilak yaşayacak. Sadece iktisadi bir infilaktan söz etmiyorum, ekolojik, siyasi ve sosyal ayakları olan büyük bir infilak bizi bekliyor.

Batmakta olan bir gemi tahayyül edin, içindekiler, kaptan ve personel dahil olmak üzere, bu gemiyi kurtarmak için çabalayacaklarına, geminin kasalarında ne var ne yoksa ceplerine tıkıştırmaya çabalıyor. Manzara budur.

Ülkemizde büyük bir "kara servet" birikimi var. Anlaşılan o ki, kısa zamanda "biriktirilen" bu büyük servette karanlık isimlerin, karanlık ilişkilerin dahli bulunuyor.

Sedat Peker'in açıklamaları, "kızımın gözyaşları" teması üzerinden başlayan tüm "talk-show" görünümüne rağmen, karanlık isimlerin yağma mallarıyla edindiği bu büyük servet için birbirine düştüğünün resmidir.

Süregiden düzenin gövdesinde açılmış büyük bir gedik bu. Gemi su alıyor.

Ama kurulmuş olan düzenin mantığı ya da mantıksızlığı nedeniyle gedik kapatılamıyor, büyüdükçe büyüyor. O esnada, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi ihaleler dağıtılmaya, ülkenin dağı taşı yağmalanmaya devam ediyor…

Devletin denetim mekanizmaları yok edilmiş. Aslında, bildiğimiz anlamda devlet tamamen dağılmış.

Gözümüzün önünde gerçekleşen hukuksuzlukların hesabını sorabileceğimiz tek bir mekanizma bile yok.

Halkın temel gıdaları satın alma konusunda ciddi sıkıntı çektiği bir ortamda, medyayı kontrol edebilmek için bir sermaye grubuna bir kamu bankasından 1 milyar dolara yakın para aktarılıyor ve bu paranın, hatta faizinin dahi ödenmediği öne sürülüyor.

Evet, çiftçiyi desteklemesi gereken bu banka çiftçiye kaynak ayıramadığı için tarımsal üretim yapan pek çok kişi battı. Traktörüne haciz geldi. Üretimden koptu…

Konu sadece Doğan Grubu'na ait medya organlarını satın alan Demirören Grubu'yla ve Ziraat Bankası ile sınırlı değil.

Sabah-Atv Grubu'nun satışında da yine kamu bankaları olan Vakıfbank ve Halkbank'tan inanılması güç rakamlarla kredi verildi.

1,1 milyar dolara satın alınan bu medya grubunun satış bedelinin 750 milyon doları 375'er milyon dolarla iki kamu bankasından karşılanırken, geri kalanının Katar Emiri'nden geldiği öne sürülmüştü.

Hatta bu "ortaklık", iddialar o ki, dönemin cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün aracılığıyla gerçekleşti. Kaderin acı cilvesi, söz konusu ortaklığın temeli 2008'de Beşar Esad'ın ev sahipliğinde gerçekleşen bir toplantıda atılmıştı…

Daha sonra söz konusu medya grubunun ortaklık yapısı epey değişti. Onu biliyoruz. Lakin kamu bankalarından alınan kredilerin akıbetini bilemiyoruz.

Hiçbir şeyi bilemiyoruz. Sadece seziyoruz. İktidar yanlısı medya hiçbir şey yazmıyor, söylemiyor. Diğerlerinin ise tepesinde "yayın yasakları" ve ceza tehdidi duruyor.

Bu susuş kumkuması içinde her türden karanlık ilişkinin kültür ortamı besleniyor.

İktidardaki ve iktidara yakın olan isimlerin çok kısa zaman aralıklarında edindikleri devasa serveti kimse izah etmiyor.

Devletin aslında berhava olan denetim mekanizmaları içinde bu hızlı zenginleşmenin izah edilmesini isteyen de yok.

Kazara bir savcı konuyla ilgili soruşturma başlatacak olsa bahaneye bile gerek duyulmadan hızla hapse atılacağını hepimiz biliyoruz.

Sayıştay gözümüzün önünde "fasulyeden" bir kuruma dönüştü. Hâlâ 128 milyar doların nasıl buharlaştığını bilemiyoruz.

Hesap vermesi gerekenler vermiyor, soranlar azar yiyor.

Tüm bir ülke dökülüyor…

Ülkedeki kötü yönetim, yolsuzluk ve yağma sadece iktisadi çöküşe yol açmadı. Doğayı yok sayarak yürütülen yağma, üzerinde yaşadığımız toprakları ekolojik bir yıkıma sürüklüyor.

Ve ülkeyi yönetenler, Marmara Denizi'nin ölüm işaretlerini bile bir uyarı olarak algılamıyor. Popüler adlandırmayla "deniz salyası" denen müsilaj Ege Denizi'ne akmaya başladı.

Biz hâlâ "çılgın" Kanal İstanbul'u tartışıyoruz!

Sadece açılması bile ekolojik yıkıma yol açacak bir kanalın etrafına kurulması planlanan yeni İstanbul'un bölge üzerindeki etkisini planlamaktan aciz bir kafayla muhatabız.

İktisadi gerekçelerle asla gerçekleştirilemeyecek olan Kanal'ı görmeye lüzum yok aslında; Kanal geçecek diye imar planlaması yapılan arazilerin inşaata açıldığı ve Kuzey Ormanları'nın yok edildiği bir İstanbul'un nasıl bir cehennem haline geleceğini hep beraber tecrübe edeceğiz.

Lakin bu böyle gitmeyecek.

Tüm bu olup bitenler mantıksal sınırlarına dayandı. Sadece işlemekte olan kaotik düzene olan tepki değil, bizzat düzenin iç gerilimleri bile büyük bir infilakın zeminini hazırlıyor.

Evet, artık tartışma konumuz bu düzenin böyle gidip gitmeyeceği değil. Biz artık infilakın vereceği zararı kestirmeye çalışıyoruz.

İyimser olmak için ise hiçbir nedenimiz yok.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU