İsrail ile Filistinliler arasında barış, şu temel gerçek kavranırsa sağlanabilir

Her iki tarafın da meşru hakları ve yasal yükümlülükleri çıkış noktası olarak alınmadığı sürece hiçbir barış süreci veya müzakere başarılı olamaz

Hamas ile İsrail arasında 11 gün süren savaş sonucu yapılan ateşkesten önce çocuklar, hava saldırısıyla ağır hasar almış binanın enkazını karıştırıyor (AP)

Son İsrail/Filistin çatışmasında ortalık yatışırken ve masumların ve faillerin kanı taraf gözetmeksizin kururken, en büyük korku bunlardan hiçbir ders çıkarılmayacağı. Her şey "normale" dönebilir. İsrail'in 1967'den beri işgal ettiği topraklara yerleşimi ve toprak istimlakı devam edecek ve İsrail vatandaşlarıyla devletsiz Filistinliler için hâlâ farklı yasal yönetim şekilleri geçerli olacak.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hem Boris Johnson'ın çekingen sözlerinin hem de İnsan Hakları İzleme Örgütü raporunun açık ve güçlü dilinin gösterdiği üzere mevcut durumu "apartheid" diye nitelemek de "normalin" bir parçası haline geliyor.

"Normale" döndüğümüzde dünya bir sonraki büyük parlamayı bekleyecek. 2008, 2012, 2014 ve 2017'dekilerin ardından bu ayki çatışmalar son 12 yılda yaşanan beşinci parlama oluyor. Biz beklerken bol bol konuşulacak. İsrail'le Filistinliler arasında "barış süreci" ve "müzakereler" için yapılan çağrıların yinelenmesini bekleyebilirsiniz. Haklılığı bu kadar bariz olan bu asil duygulara kim karşı çıkabilir? Tek sorun: Daha önce başarısız oldular.

Neden? Nedeni basit. Her iki tarafın da meşru hakları ve yasal yükümlülükleri çıkış noktası olarak alınmadığı sürece hiçbir barış süreci veya müzakere başarılı olamaz. Bir anlaşmaya varmaya çalışan taraflar için durum böyledir: Ev almak veya boşanmak gibi günlük meseleleri düşünün. Barış ancak bu temel gerçek kavrandığında sağlanacak. Uluslararası toplum, tarafların her birinin bir diğerinin haklarını tanıdığı esasına dayanarak hareket etmesini sağlamak için gücünü kullanmaya hazır olmalı.

Şimdiye kadar her iki tarafın da uluslararası hukuktaki haklarını tanımak, başarısız olan "barış süreçlerinin" şartlarının parçası değildi. İsrail'in müzakerelerin devam edeceği temeli hak ve yükümlülüklerin oluşturmasına muhalif oluşu karşısında uluslararası toplum, aksi yönde ısrar edecek siyasi iradeden yoksun. Bunun değişmesi gerek.

Peki, iki tarafın da yasal hakları neler? İsrail'in durumunda bu haklar İsrail'in egemen ve BM'ye üye bir devlet olduğu gerçeğini içeriyor. Toprak bütünlüğünü koruma ve meşru sınırları içinde barış içinde yaşama hakkına sahip. Filistinlilerin durumundaysa bu haklar İsrail'in 1967 Haziran'ından bu yana yönettiği İşgal Altındaki Filistin Toprağı'ndaki, yani Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil) ve Gazze Şeridi'ndeki Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını içeriyor.

Filistinliler bu toprakların toprak bütünlüğünü koruma ve bu topraklarda kurulan kendi egemen devletlerinde barış içinde yaşama hakkına sahiptir. Bu devlet 130'dan fazla BM üye devleti ve Vatikan tarafından zaten tanınıyor. Bu paragrafta belirtilen haklar günümüzde hukuk alanındaki bilim insanlarının ezici çoğunluğu tarafından ciddi olarak tartışılmıyor.

Her iki tarafın haklarına yer veren bu liste tam değil. Örneğin mülteciler meselesini veya şimdinin İsrail'inde bir zamanlar Filistinlilere veya çok daha küçük ölçekte olsa da şimdinin Batı Şeria'sında (Doğu Kudüs dahil) İsraillilere ait olan özel mülkiyetin ele alımı meselesini ilgilendiren başka haklar da var. Britanya'nın Filistin Mandasının 1948'de bölünmesinden bu yana geçen zaman bu hakları yeniden talep etmeyi zorlaştırabilir fakat bu hakların yine de kabul edilmesi gerek.

Temel nokta yasal hakların eşitlik temelinde tanınması gerektiğidir. Ancak bu yapıldığında ciddi müzakereler başlayabilir. Bunlar özgür hareket ederek karşılıklı mutabakatla ulaşılan, örneğin arazi takasları veya kutsal yerler için özel düzenlemelere yol açabilir.
 


Fakat müzakerelerin temelinde uluslararası hukukun açık ve sağlam dayanağı olmadan bunlar müzakere edilemez. Bu sağlanmadığı takdirde zayıf taraf (Filistinliler) taleplerinden ödün vermek için baskı altında olduklarını hissedecek. Ve bu tür iddialardan bir kez taviz verildi mi daha güçlü olan tarafın (İsrail) bu taleplerden vazgeçildiğini düşüneceğini bilecek. Bu korku, müzakere edilmiş bir barışın bu kadar zor olmasının ve Filistinlilerin 1967'de işgal edilmiş Filistin topraklarını ilhak etmeye istekli olduğu aşikar bir ortakla müzakerelere başlamaya bazen isteksiz görünmesinin asıl sebeplerinden biri.

Uluslararası hukuk kapsamında bir tarafın haklarını dayatacak mekanizmaların bulunmasına ender rastlanır. Uluslararası hukuk, devletlerin kendi haklarını dayatmak için kullanabilecekleri meşru müdafaa hakkını tanıdığından egemen devletler kendilerine bunu yapma aracı sağlayan ordular barındırır. Peki ya anlaşmazlığa düştüğünüz taraf sizin bir devlet olduğunuzu veya hatta bir devlet kurma hakkına sahip olduğunuzu tanımıyorsa? Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı ikilem budur ve uluslararası toplumun bu yüzden onların haklarını savunması gerekir.

Litvanya, Letonya ve Estonya'yı düşünün. 1939'da Stalin'in SSCB'si tarafından işgal edilen devletleri Britanya, Sovyetler Birliği parçalanıp tam bağımsız şekilde yeniden ortaya çıkana kadar tanımaya devam etmişti. Britanya artık Filistin'i tanımalı.

John McHugo, Britanya'nın İsrail/Filistin çatışmasına şekil vermedeki tarihsel rolü üzerine farkındalık yaratmak ve adalet ve eşitliğe dayalı bir barış için baskı yapmak üzere Britanya'yı nüfuzunu kullanmaya çağırmak amacıyla 2017'de kurulan Balfour Projesi adlı yardım kuruluşunun mütevellisidir. Hukuk kariyerinde Ortadoğu'daki uluslararası sınır anlaşmazlıkları üzerine çalışmıştır. Şimdi bugünün Ortadoğu'sunu Batılı okuyucuya açıklamaya çalışan tarih kitapları yazıyor



https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU