Kürt sorununun değişen parametreleri

Prof. Dr. Fuat Keyman Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

31 Mart yerel seçimlerinin sonuçları; YSK’nın sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal eden ve 23 Haziran’da seçimin tekrarlanmasına yönelik kararı, Öcalan’ın 6 Mayıs günü kamuoyuyla paylaşılan mesajı ve Suriye’nin geleceğiyle ilgili tartışmaların canlanması; tüm bu gelişmeler Kürt sorununa karşı ilgiyi hem yurt içinde hem de yurt dışında yeniden canlandırdı.

Öcalan’ın mesajı kadar, Kürt sorununun bugünü ve yarını üzerine tartışılmalar da başladı. 

Şu noktanın altını çizelim: Çözüm sürecine dönülmese bile, Kürt sorunu temelinde önemli gelişmeleri yaşayacağız. 23 Haziran seçiminden sonra ve 2019 yılı boyunca da bu sorunu tartışmaya devam edeceğiz.

Öcalan’ın mesajından sonra, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü olanların sürdürdüğü açlık grevleri ve ölüm oruçlarını 26 Mayıs’ta “yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk” adına ve “onurlu barışa dönmek” için bitirme kararı vermesi de bu yönde önemli bir gelişme oldu.
  
Kürt sorunu, gerek içerik, gerek aktörler, gerekse de mekansal yapısı içinde, dinamik, değişen, gelişmelere göre yeniden şekillenen bir sorun. 

Kürt sorunu üzerine bölgede yaptığım akademik çalışmalar ve projeler temelinde en az altı boyutta değişen parametrelerden bahsedebiliriz.

Birincisi, Kürt sorunu, hem mekansal hem siyasal olarak bölgeselleşiyor. Suriye, sadece bölge olarak değil, Türkiye için de belirleyici oluyor. Çatışma sonrası dönemin ve çatışmadan müzakereye geçiş sürecinin odağı, Suriye ve daha somutta Suriye’nin geleceğinin şekillenmesi, Kürt aktörlerin yeri ve rolü tartışması olacak.

İkincisi, Kürt sorunu son yıllarda giderek artan bir şekilde “kentli” nitelik kazanıyor. Bölge kentleşiyor. Hendek olaylarında gördüğümüz çatışmanın mekanı kent oluyor. Daha da önemlisi, sosyolojik olarak Kürtler, özellikle Kürt gençliği; çok ciddi işsizlik, yoksulluk, dışlanma sorunları yaşıyorlar, ama aynı zamanda “orta sınıflaşan” bir kesim de var. 

Üçüncüsü, Kürt seçmeni, HDP ve PKK’dan ayrışan bir hareket tarzına sahip olmaya başlıyor. Bunu hem oy verme eğilimlerinde, hem de seçim yoluyla verilmek istenen mesajlarda görüyoruz. Kürt seçmen kimlik hakları kadar, ekonomik durumunda gelişme, günlük yaşamında normalleşme istiyor. 

31 Mart yerel seçimleri bu bağlamda önemli bir kırılma yaratıyor. Kürt seçmen, sadece Güney Doğu ve Doğu Anadolu kentlerinde değil, İstanbul’dan başlayarak önemli kentlerde de seçim sonuçlarını etkileyecek kilit öneme sahip oluyor.

Kürt seçmeni, HDP birincil partisi olmakla birlikte, sadece HDP’ye de indirgenemeyecek bir farklılaşma ve çeşitlilik gösteriyor.

Vurgulayalım, Kürtler, seçmen olarak siyasi alanda artık tüm siyasi partilerin dikkate alması gereken ya da göz ardı edemeyecekleri “kilit aktör” konumunda.

Dördüncüsü, 15 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 7 Haziran 2015 Milletvekili seçimlerinden 31 Mart 2019 yerel seçimlerine değin, HDP’nin sürekli %10’un üzerinde oy alması, Kürt seçmenleri gibi, kendisini de siyasal alanın önemli, hatta kilit aktörlerinden biri konumuna getiriyor. 

7 Haziran’dan bugüne HDP, Devletin güvenlikçi yaklaşımı ve PKK’nın çatışmacı yaklaşımı benimsemesiyle devlet ile PKK arasında sıkıştı.  

Bu sıkışmadan HDP büyük zarar gördü: HDP’nin siyaset yapma alanı çok daraldı; eş başkanları dahil milletvekillerinin ve belediye başkanlarının çoğu hapse girdiler ya da milletvekili konumlarını kaybettiler. Kürt sorunun tartışma alanı Suriye’ye kayınca, HDP’nin söylemsel ve siyasi önemi azaldı; HDP’nin güçlü olduğu kentlere “kayyumlar”ın atanması ile HDP-kent ilişkisi bozulmaya başladı. 

Tüm bu gelişmeler HDP’nin söylemini, siyaset yapma anlayışını ve tarzını, en önemlisi de kendi seçmeni/bölgesi ile Türkiye arasındaki ilişkisini yeniden düşünmeyi ve yapılandırmasını gerekli kılıyor. 

Beşincisi, PKK, 7 Haziran seçimlerinden sonra, çok net olarak, Kürt sorunun odağı olarak Suriye’yi; Suriye’nin geleceğinde ya bir tür devlet ya da siyasi olarak ve otonom aktör konumunda olmayı tercih etti. PKK, HDP’nin seçim başarısını ikincil önemde gördü. 

Bu, siyasete karşı çatışmayı, parlamento yerine hendekleri ve demokratik özerklik adı altında yerel egemenlik alanları yaratmaya dönük çatışmayı tercih etmek anlamına geliyordu.  

PKK’nın tüm dikkati ve enerjisi Suriye’ye kaydı. Bu nokta da, HDP’nin güç kaybını, hatta işlevsizleşmesini; çatışmaları, terör eylemlerini, insan trajedisini, kent mekanlarının yok olmasını göze aldı.  

PKK’nın bu tercihi, Kürt sorununun mekansal ve politik olarak yerel ve ulusal bir sorun olmaktan çıkıp bölgesel ve küresel bir sorun olması sürecinde kritik rol oynadı. 

Çözüm sürecinin bitmesinden bugüne değin Kürt aktörleriyle yaptığım görüşmelerde, Kürt sorununun bugünü ve yarınının güvenlikçi zihniyete ve çatışmaya indirgenmesinin ve de çözüm için müzakerelerin başlamasının temel alanın Suriye olduğu sürekli vurgulandı.
 
Çözüm sürecini bitiren Suriye meselesiydi; Kürt sorununda çatışma sonrası döneme geçiş ve müzakerelerin başlamasının odağının da Suriye meselesi olduğunu söylemeliyiz.

Türkiye’de çözüm sürecine dönmeyeceğiz, bu doğru. Ama Suriye meselesi odaklı bir tür müzakere süreci başladı ya da başlayacak, bu da doğru. 

Kürt sorununu tartışmada, Suriye konuşmasından Türkiye konuşmasına doğru yol alacağız.


Bu bağlamda da şu öneriyi yapmalıyız:

PKK, artık kendisi, yeri ve geleceğiyle ilgili bir karar vermek durumunda. 

Son dönem stratejisini Suriye odaklı yaptığına göre, Suriye’de mi kalacak? 

Suriye odaklı bir kimlikte mi devam edecek? 

Silah ve çatışmayı tümden bırakacak mı? 

HDP için gerekli siyasi alanı yaratacak mı? 

Öcalan’ın mesajında vurguladığı, yerel yönetimlerin güçlenmesi için bu alanı seçilmiş yerel yönetim aktörlerine bırakacak mı?

En önemlisi de, PKK, çatışmadan siyasete dönüşü;  Kürt seçmeninin çok-boyutlu yapısını, seçimlerdeki kilit konumunu, normalleşmeye dönük tercihini, HDP’yi siyasi aktör olarak görmesini kabul edecek mi?

PKK’nın bu sorulara vereceği yanıt çok önemli. PKK’nın bu kararı tek başına vermeyeceğini de biliyoruz. 

Altıncısı ve son olarak ise Kayyumlar: Son dönemde Kürt sorununu, değişimi temelinde ele alacağımız bir parametre ya da gelişme de, HDP’nin kazandığı yerlerdeki belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyum atanması ve kayyumlarla birlikte bölge kentlerinde gerek ekonomi, gerek yönetim boyutlarında yaşanan süreç.  

Kayyumların bölgede kent mekanının ve yaşamının örgütlenmesinde yarattığı değişimler bugüne kadar çok çalışılmadı. Kayyumların atanmaları ve göreve gelişleri anti-demokratik olduğu için, sadece bu temelde eleştirildiler. 

Bölge kentleri üzerine yaptığım çalışmalarda şu noktaları gözlemledim:

Kayyumlar, atandıkları tüm bölge kentlerinde özellikle inşaat sektörü ve hizmet alanlarında yatırımlar yapmaya başladılar. 

Kent dışı ve kendilerine yakın kişileri kent yönetiminde önemli yerlere getirdiler. 

Yönettikleri kentlerdeki ekonomik aktörlerin bazılarıyla işbirliği yaparken, bazılarını da dışladılar. 

Kentte yaşayanlara hizmet verme temelinde girişimlerde bulundular.

Tüm bunları yaparken kayyumlar, kent yönetimi ve ekonomik hayatında, müşteri ağırlıklı, kayırmacılığa dayanan ve içerme-dışlama yöntemleri kullanan bir hareket tarzına sahip oldular. Anti-demokratik olarak atandıkları kentlerde, günlük yaşamı ve ekonomik alanı bu temelde dönüştürme amacını güttüler.

Kayyum atama tercihi Kürt sorununun kentleşmesiyle bağlantılı. Kayyumların ekonomik yatırım ve hizmet alanına odaklanarak kent mekanını bozarak dönüştürme kapasitesi dikkate alınmalı, ilk başta da HDP tarafından.

Yeniden tartışmaya başladığımız Kürt sorununun bu yeni parametrelerini hesaba katmamızın yararlı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda yazmaya devam edeceğim. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU