"Sürekli büyüyeceğiz ve bu yoksulluğu sona erdireceğiz" fikrine tamamıyla karşı çıkan Simit Ekonomisi nedir?

Orijinal adıyla Donut Ekonomisi, Türkçe'ye çevrilmiş haliyle "Simit Ekonomisi", İngiliz akademisyen Kate Raworth'un geliştirdiği bir model. Beş yıl önce "radikal bir fikir" olarak kabul edilen bu model, şimdi pek çok şehir yönetiminin markajında

Literatürdeki adı "Donut Ekonomisi" olan model, Türkçe'ye "Simit Ekonomisi" olarak çevrildi/ Kolaj: Independent Türkçe

"Ağır abi" kavgalarından, başrolünde sarı maskenin olduğu reklam filmlerine; beli doğrulmayan borç-helallik eğrisinden tartışması bitmeyen milyar dolarlara kadar yine bir İskandinav ülkesine 2,5 yıl yetecek haftalık Türkiye gündeminden yorulduysanız, biraz da dünyada neler tartışılıyor ona bakalım. 

"Ben bir dönek ekonomistim" diyen Kate Raworth'a kulak verelim mesela. 

Oxford Üniversitesi Profesörü Raworth, "Simit Ekonomisi: 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu" adlı kitabın yazarı. 

Raworth'un ilk kez 2012'de geliştirdiği "Simit Ekonomisi" modeli, 20'nci yüzyılın tek amacı daha çok büyüme olan iktisadi modellerini reddedip, bu hedefin, insanın en temel ihtiyaçlarını göz ardı eden bir balon olduğuna dikkat çekiyor. 
 

Kate_Raworth.jpeg
Oxford Üniversitesi Çevresel Değişim Enstitüsü Profesörü Kate Raworth/ Fotoğraf: Wikimedia


Zaten bu nedenle kendisine "Dönek Ekonomist" diyor. Zira, 25 yıllık kariyerinin başında kendisine öğretilen birçok şeyin gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını, dolayısıyla bu öğretileri reddettiğini söylüyor. 

Son olarak 29 Nisan'da Göteborgs Litteraturhus'un (Edebiyatevi) düzenlediği bir panelde Göteborg Üniversitesi Öğretim Üyesi Ann Ighe'nin sorularını yanıtlayan Raworth, "Üniversiteyi bitirdiğimden beri kendimi ekonomist olarak adlandırmıyorum. Böyle tanıtmaktan mahcubiyet duyuyorum. Çünkü bir noktada bana miras kalan iktisadi çerçeveden utanmaya başladım" diyor. 

"Hala ABD Başkanı seçildiğinde ilk merak edilen, ekonomi danışmanının kim olduğu"

Raworth'un modelinin İngilizce'deki adı "Doughnut Economics" (Donut Ekonomisi). 

Raworth, Türkçe'ye "Simit Ekonomisi" olarak çevrilen bu model için "21'inci yüzyıl ekonomisinin başlangıcı olmalı" diyor. 

Zira Raworth'a göre ekonomi 30 yıldan fazladır Birleşik Krallık'ta Margaret Thatcher, ABD'de Ronald Reagan tarafından getirilen neoliberal ajanda üzerinden konuşuluyor. 
 

Simit Ekonomisi
Raworth'un Türkçeye "Simit Ekonomisi" ismiyle çevrilen kitabı, 2019'da raflardaki yerini aldı


"Sadece ekonomiyi elinde tutanları ve kâr-zarar analizlerini konuşuyoruz" diyen Raworth, insanların ekonomiden korktuğunu, çok matematiksel ve teknik bulduklarını ve genellikle medyanın seyirciler/okuyucular karşısına çıkardığı tek ekonomistten medet umduklarını söylüyor. 

Yıllardır çalıştığı Birleşmiş Milletler ve OXFAM gibi kuruluşların adaletsiz gelir dağılımından insan haklarına kadar pek çok konuyu gündeme taşıdığını ancak hâlen bir ABD Başkanı seçildiğinde önce ekonomi danışmanının merak edildiğini belirtiyor. 

"Başkanın bir de çevre bilimi danışmanı var, bunu biliyor muydunuz?" diye soruyor Kate Raworth. 

"Benim adım 'tüketici' değil, ben vatandaşım"

Raworth, Simit Ekonomisi'ni iki diyagram ile açıklıyor. Bunlardan ilki toplumu oluşturan dört ana kavramın açıklaması: Devlet, piyasa, ortak alan ve halk
 


Sondan başlayalım… 

Oxford Üniversitesi Profesörü, ana akım ekonominin insanları, "tüketici" olarak adlandırmasından rahatsız: 
 

İnsanlar "tüketici" olarak adlandırılıyor. Benim adım "tüketici" değil. Vatandaşım, halkım, bir toplumun parçasıyım ve evet, bazen dükkanlardan alışveriş yapıyorum. 

Bize sürekli "tüketici" denmesinin nedeni, ekonomide piyasa dilinin baskın olmasından kaynaklanıyor. Bu dil, haddinden fazla baskın. 

Bizler inanılmaz derinlikte sosyal hayvanlarız. Karşılıklı işbirliği ile hayatta kalabiliriz. Adına "insan hakları" denilen ihtiyaçlarımız var. 


"Piyasa, fiyatı olana değer verir, gerisini sömürür"

Ekonominin genellikle piyasa (pazar) ile başladığını söyleyen Kate Raworth, piyasaya da devlete de ihtiyaç olduğunu kabul ediyor. 

"Adam Smith haklıydı. Piyasa mekanizması, talepleri ve ihtiyaçları koordine edebilen, milyonlarca insanı birbirleriyle iletişim kurmadan benzer şeyleri satın almaya yönlendirebilen fevkalade bir özelliğe sahip" diyen Raworth, tam olarak bu noktada iki şerh düşüyor: 

1-Piyasalar para verebilene hizmet eder, gerisini görmezden gelir. 

2-Piyasalar fiyatı olan şeye değer verir, geri kalanını sömürür. 
 

Ekran Resmi 2021-05-11 14.07.49.jpg
Birleşmiş Milletler'in verisine göre dünyanın en zengin 8 kişisinin serveti, gezegendeki en fakir 3,6 milyar kişinin toplam servetinden daha fazla/ Fotoğraf: AFP


"Devletin kabiliyetsiz, piyasanın yeterli olduğu görüşü yanlış"

İdeal modelde devletin, herkesin erişim ve sağlık gibi temel haklara ulaşımını sağlaması gerektiğini, bununla birlikte herkesin piyasaya da erişiminin olmasının önemli olduğunu söyleyen Raworth, 20'nci yüzyıl iktisat kitaplarının genellikle bunun ikisi arasındaki ilişkiye odaklandığını ifade ediyor. 

"20'nci yüzyılın pek çok siyasi tartışması, serbest piyasa -ya da kapitalizm diyelim- ile devletçi sosyalizm arasındaki ideolojik boks maçıydı" diyen akademisyen, "Devletin pek çok noktada kabiliyetsiz, piyasanın doğası gereği yeterli olduğu" görüşüne karşı çıkıyor. 

"Devletlerin isteyince ne kadar hızlı olabildiklerini Kovid krizi ile gördük"

"Bazen piyasa başarısız olursa devlete ihtiyacımız olur" diyen Kate Raworth'a göre bunun en yakın örneği koronavirüs krizi: 

Kovid bize bir de şunu gösterdi: Devletler isterlerse hızlı harekete geçebilirler. Bir haftasonunda evsiz insanları otellere yerleştirebilirler, insanları ücretsiz izne çıkarıp maaşlarını vermeye devam edebilirler, sınırları kapatabilir, uçakları durdurabilir, okulları iptal edebilirler. 

İstedikleri zaman yapabilecekleri şeyler olağanüstü. O nedenle devletin yetersiz, pörsümüş ve piyasaya bağımlı olduğunu savunan neoliberal görüş doğru değil. 

Bunu iklim ve ekoloji krizi için de kullanmalıyız. Sadece kovid krizinde değil uzun vadede yeniden bölüşümün tesis edilebileceği, gelir adaletsizliğinin olmadığı bir toplumu nasıl inşa edebileceğimizi düşünmeliyiz. 


"İnsan rasyonel bir canlı değildir"

"Ortak alan"ı (commons) ise "İnsanların, piyasa ya da devletin aracılığı olmadan bir araya gelebildiği yer ya da yollar" olarak tanımlayan 51 yaşındaki akademisyene göre bu, bir mahallede kurulan ortak bir bostan da olabilir, haftada bir gün kapatılan bir sokakta düzenlenen parti de olabilir, herkesin eklemeler/çıkarmalar yapabildiği Wikipedia gibi dijital bir platform da olabilir. 

Bu alanların kuralsız olmadığını, aksine kendi kurallarını yarattığını savunan Raworth, "Örneğin Wikipedia'ya yanlış bilgi girmenin cezası var" örneğini veriyor. 

Raworth'a göre artık tüketici olarak anılmaktan sıkılan ve "Ben bu toplumun üyesiyim" demeye başlayan insanlar, devlet ve piyasanınkinden farklı bir mantığa sahip "ortak alanlar"a yönelmeye başladı. 
 

United We Stand Divided We fall
Haziran 2020'de ABD'deki "Black Lives Matter" gösterileri sırasında kullanılan "Birlikte Güçlüyüz, Ayrılırsak Yıkılırız" pankartı/ Fotoğraf: AP


Bu durum ayıca, 20'nci yüzyılın koşulsuz kabul ettiği, "kişisel menfaatler ve rekabet" üzerine kurulu, "İnsan rasyonel bir canlıdır" tezinin de tamamıyla karşısında. 

 Zira "commons", rekabetin aksine kolektivite, işbirliği, ortak hedefler, açık iletişim ve kuralları çiğneyenleri cezalandırmak üzerine kurulu. 

"Gezegen, bir piyasa değil; Fiyat biçemezsiniz"

 Kate Raworth, 21'inci yüzyıl kurumlarını oluştururken, tüm gezegenin de bir "ortak alan" olarak kabul edilmesi gerektiğini savunuyor. 

"En zor kısmı bu" diyen Raworth, "Sabit bir iklime sahip olmak, bugün yaşayanlar için de gelecek nesiller için de  küresel bir ‘commons'. Bir piyasa değil, Fiyat biçemezsiniz. Dolayısıyla ‘iklimi kolektif olarak nasıl yönetmeliyiz, nasıl saygı duymalıyız?'ı tartışmamız lazım. İlk sorumluluğumuz, gezegen üzerindeki baskısı devasa boyutta azaltmak olmalı" değerlendirmesini yapıyor.  

25 yıllık kariyerinde Zanzibar'daki köylerde de araştırmalar yürüten Raworth'un "Simit Ekonomisi" modelini, imeceLAB Gençlik Komünitesi'nin Türkçeleştirdiği diyagram üzerinden açıklayalım. 

Raworth, Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin yoksulluğa son vermek ve gezegeni korumak için 2015'te kabul ettiği "Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri"ni simit şekindeki diyagramının merkezine yerleştiriyor. 
 


Sözkonusu ülkeler, insanların su, gıda, enerji, eğitim, sağlık gibi konulara erişiminin insani bir hak olduğunu kabul ediyor. 

Simit şeklindeki modeli iç sınırını oluşturan halkaya "Toplumsal Taban" deniliyor. 

Bu sınırın altı, yani simidin delik kısmı, ülkelerin yukarıdaki hakları sağlamakta başarısız olduğu, yoksulların yaşadığı bölge. 

Dış sınır ise "Ekolojik Tavan". 

Daha çok suyun kullanılması, daha fazla enerjinin tüketilmesi, daha fazla gelir elde etme hırsı gibi durumlarda bu ekolojik sınırlar aşılıyor ve ozon tabakasının yok olmasından, okyanusların asitlenmesine kadar pek çok ekolojik sorunla karşılaşılıyor. 

"Su kıtlığı, 2050'de 5 milyar insanı etkileyebilir"

Raworth'a göre ekolojik tavan aşıldıkça insanların bağımlı olduğu yaşam-destek sistemi de tehlikeye giriyor. 

Ki bu konuyla ilgili pek çok otoritenin önemli uyarıları var. 

Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü, dünyadaki çocuklarının yüzde 90'ının zehirli havayı soluduğunu söylüyor. 
 

su kirliliği reuters
Fotoğraf: Reuters


"İklim değişikliği felaketini önlemek için 12 yılımız var" diyen Birleşmiş Milletler'e göre okyanuslardaki asitlenme 14 milyon yıldır görülmedi. 

Birleşmiş Milletler ayrıca, su kıtlığının 2050'de 5 milyar insanı etkileyebileceğini söylerken WWF'nin verilerine göre insanlık, 1970'ten bu yana hayvan türlerinin yüzde 60'ını gezegenden sildi. 

"İnsanlar, simidin boşluğundan alınıp ortasına taşınmalı" 

Nasıl ki bir simidin ya donut'ın en yumuşak ve tatlı yeri ortasıdır, insanlar için de yaşaması en güvenli ve adil alan, bu iki sınır arasında kalan boşluk. 

Simit Ekonomisi modeline göre insanlar, simidin boşluğundan alınıp ortasına taşınmalı. Bu kapsamda ekonomi, ilişkiler, piyasa ve devlet regülasyonları yeniden tasarlanmalı. 

ABD'li çevre bilimci Donella Meadows'a atıfta bulunan Raworth, "Meadows'un da dediği gibi vergi oranlarının değiştirilmesi konusunda lobi yapmalıyız. Çok küçük bir değişimin bile çevre üzerindeki etkisi çok büyük olacaktır" diyor. 
 

Kate Raworth
Kate Raworth'un 2018'deki TED konuşmasından / Fotoğraf: YouTube


Raworth, ilk kez 2017'de yayımlanan kitabında 21'inci yüzyıl ekonomisti gibi düşünmek için yedi yol sunuyor. 

1. Hedefi değiştirmek: Hedef artık büyüme olmamalı. Onun yerine Simit Ekonomisi modelinin merkeze koyduğu temel haklar ve sınırlara dikkat çekilmeli. 

2. Büyük resmi görmek: Çalışanlar ve şirketler arasındaki ilişki üzerine kurulu tek tip piyasa yerine, her anlamda insanların ve gezegenin birbirine bağımlı olduğunu kabul eden bir ekonomi konuşulmaya başlanmalı. 

3. İnsanın doğasını geliştirmek: İnsan rasyonel bir varlık değil, sosyal çevresine bağımlı bir varlıktır. 

4. Sistemi kavramak: Ekonomi, derslerde anlatılan arz-talep eğrilerinin ötesinde daha dinamik bir yapıdır. 

5. Bölüştürmek için tasarlamak: Geleceğin ekonomisi, "gelir adaletsizliğine katlan, büyüme ile her şey çözülecek" mantığında değil, en baştan paylaştırıcı olmalı. Bu yalnızca adaletli gelir dağılımı değil, teknolojiden yeni fikirlere ve araziye kadar uygulanmalı. 

6. Yenilemek için yaratmak: Temiz çevre yalnızca zenginlerin ulaşabileceği bir meta değil. Büyüme hedeflenmeye devam ettikçe büyümeyle birlikte gelen yerküreye bırakılan kıtlık, daha kirli su, kimyasal bozulma gibi izler artıyor. Tahripkâr endüstriyel ekonomiler bırakılmalı döngüsel ekonomiye odaklanılmalı. Yenilenebilir enerjinin atığı, hemen başka bir alanda kullanılmalı. Bunun için yalnızca ekonomistler değil, mimarlar ve ürün tasarımcıları da çalışmalı. 

7. Büyümeye karşı kuşkulu olmak: 20'nci yüzyıl iktisadi görüşü büyüme bağımlı. "Sürekli büyüyeceğiz ve bu yoksulluğu sona erdirecek" görüşü yanlış. 

"En büyük sorun, büyümenin sınırsız olduğuna inanmak"

1993'te yaşamını yitiren ABD'li ekonomist Kenneth E. Boulding'in 1973'te ABD Kongresi'nde sarfettiği şu söz, bugüne kadar ulaştı: Sonu olan bir gezegende sonsuz ekonomik büyümeye inanan kişi ya delidir ya da bir ekonomist. 

20'nci yüzyıl ekonomistlerinin daha fazla iş imkanı yaratmaya odaklandığını söyleyen Raworth, "Böylelikle insanların maaşları, dolayısıyla devletin geliri, dolayısıyla insanların ihtiyaçlarını karşılamak için kaynağı olacaktı" diyor. 
 

KPS5W2RZ65JHXEI7GM7GGJJJMI.jpeg
Çin'in 2021 birinci çeyrek büyüme oranı yüzde 19 oldu/ Fotoğraf: Reuters


Ancak buradaki en büyük sorun: Büyümenin sınırsız olacağı beklentisi. 

Artık ülkelerden bahsederken "gelişmiş veya gelişmekte olan ülke" tanımını kullanmadığını söyleyen Oxford Üniversitesi Profesörü, "Çünkü hiçbir ülkenin kendini 'gelişmiş' addelmeye hakkı olduğunu düşünmüyorum" diyor ve ekliyor: 
 

Yüksek gelirli ülkeler bile gelişmiş değil. Çünkü biz yaşam tarzımızla, gezegen yaşam-destek sistemini bozuyoruz. 

21'inci yüzyıl tekrar eden krizlerle başladı. Hatırladığımız ilk kriz 2008 Finansal Krizi. Hâlihazırda bir iklim ve ekoloji çöküşü içerisindeyiz. Haberlerde her gün yangın, fırtına, sel haberlerini görüyoruz. Bugün gördüğümüz ise Kovid krizi. 

Bana göre bunların hepsi, cinsiyet ve ırksal eşitsizlikleri, zenginlik ve fakirliği, dünyanın kuzeyi ve güneyi arasındaki farklılıkları çok daha belirgin hale getiriyor. 

Finans, iklim ve Kovid üçlüsü gösteriyor ki biz, sonsuz büyümeye dayalı sistemler yarattık. 


"Simit Ekonomisi, sınırsız büyümeyi değil dengeyi hedefliyor" 

2008 krizine atıfta bulunan Kate Raworth, finansal sistemin sınırsız şekilde büyümesiyle düşük gelir grubuna yüksek faizle verilen mortgage kredisinin o sistemi aşağı çekmeye başladığını hatırlatıyor. 

Bunun yanısıra fosil yakıtlar ve doğal kaynaklar sınırsız şekilde kullanıldığında iklimde çöküş başlıyor. 

Yine bununla bağlantılı olarak insanların yerleşim yerleri sınırsız şekilde doğal yaşam alanlarına doğru genişliyor. Seyahat sayıları da giderek büyüyor. Bu durum da Kovid-19 gibi hayvan kaynaklı hastalıkların bulaşması için şartları oluşturuyor. 

Raworth'un kullandığı tanımla Simit Ekonomisi, sınırsız büyümeyi değil dengeyi hedefliyor. 

Amsterdam, Simit Ekonomisi modelini Kovid krizinin ortasında başlattı

Yaklaşık beş yıl önce radikal bir fikir olarak görülen Simit Ekonomisi modeli, şimdi politikacıların da ulaşmak istediği bir hedef haline geldi. 

Avrupa Komisyonu'nda yaptığı konuşmada çok iyi tepkiler aldığına vurgu yapan Kate Raworth, Amsterdam örneğini veriyor. 

Zira Hollanda'nın başkenti, bu modeli en erken uygulamaya alan şehirlerden. 

Kendileri için bir "Simit Portresi" çizen Amsterdam, Nisan 2020'de bunu bir rapor hâlinde yayınladı. Üstelik o ay, ülkede vaka sayılarının en yüksek olduğu dönemdi. 
 

http___com.ft_.imagepublish.upp-prod-us.s3.amazonaws.jpeg
Hollanda'nın başkenti Amsterdam/ Fotoğraf: Reuters


"Yani bir Kovid krizinin ortasında "Bu bizim şehrimizin simite benzeyen gelecek vizyonudur" dedikleri bir rapor paylaştılar" diyerek anlatıyor durumu Raworth. 

Çünkü mevcut krize odaklanmak kadar önemli olan bir şey daha varsa o da bu kriz bittikten sonra ne tarafa doğru gidilmesi gerektiği. 

Amsterdam Belediye Başkan Yardımcısı Marieke van Doorninck'ın "Işığa en çok ihtiyaç duyduğun an, en karanlık zamandır" sözünü hatırlatan Raworth, "Finans, iklim, Kovid… Hepsi birbiriyle bağlantılı. Olmak istediğimiz yeri yeniden düşünmeliyiz" diyor. 

Amsterdam, Simit Ekonomisi'ne nasıl geçti?

Donut Ekonomisi'nin (Simit Ekonomisi) resmi bir vizyon olarak belirleyen Amsterdam'ın bunu nasıl başardığı, Doughnuteconomics.org adlı sitede, 10 dakikalık bir video ile açıklanıyor. 

Çalışmalara 2019 sonunda başlayan Amsterdam yönetimi, işe öncelikli olarak, bu vizyona gerçekten inanları belirlemekle başladı. 

Videodaki açıklamaya göre, yeni bir fikir ortaya konduğunda, topluluğun yüzde 90'ının geriye yaslanıp diğerlerinin birşeyler yapmasını bekliyor. Yüzde 9'u o fikrin peşinden gidiyor ve yalnızca yüzde 1'i yaratıcı ve harekete geçen kesim oluyor. 

Bu yüzde 1'in hükümet içerisinde, şirketlerde, sivil toplum kuruluşlarında ya da start-up'larda olabileceğini söyleyen Amsterdam yönetiminin bu kişilere ulaştıktan sonra yaptığı ilk şey ise birbirini daha önce görmemiş bu insanları birbirine bağlamak. 
 


Yüzde 1'lik kesimin bağlantısının kurulmasından sonra yapılan ilk şey ise şehrin sosyal haklarda nerede geri kaldığını, ekonolojik tavanı hangi gerekçelerle aştıklarını belirlemek oldu.

Nisan 2020'de yayınlanan raporda bir ev inşa etmenin bile sağlık sistemini, toplumu, iş imkanlarını, ekolojiyi nasıl etkilediğinin hesaplanacağı ifade ediliyor. 

Amsterdam'a ilk kez 2013'te gelen Kate Raworth, elbetteki başından beri projenin içinde. Kendisi hâlihazırda Amsterdam Üniversitesi'nde ders de veriyor. 

Raworth'un derslerinin yanısıra Donut Ekonomisi'ne dikkat çekmek için şehrin farklı yerlerinde "Donut Günleri", workshoplar ve farklı etkinlikler düzenleniyor. Yılda bir kez de projede ne aşamada olunduğu raporlanıyor. 

Hedef: 2050

Amsterdam Donut Portresi'ne hemen herkes dahil olabiliyor. 

Birebir iletişimin öne çıktığı bir platform kuran proje yöneticileri, insanlardan fikirlerini bu platform üzerinden sunmalarını, hatta şeklini çizmelerini istiyor. 

Donut Ekonomisi modelinde yer alan "ortak alanlar", şehirde kurulmaya başladı bile. Amsterdam Donut Koalisyonu'nun açıklamasına göre kentte tarım yapan pek çok kişi, bölgedeki yoksul insanlara ürünlerini dağıtıyor. 

Tüm dünyada farklı şehirleri temsil eden "Donut Toplum Liderleri" ile ayda bir görüşmelere de devam eden Amsterdam'ın hedefi, 2050'ye kadar insanların birbirine inanılmaz derecede bağlantılı olduğu, yüzde yüz dönüştürülebilen bir ekonomi yaratmak. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU