Erivan Radyosu'nun son dinleyicileri (3): "Eskiden insan kendi fotoğrafına baktığında korkardı"

Mustafa Orman, Independent Türkçe için "Erivan Radyosu'nun son dinleyicileri" ile konuştu

Kolaj: Independent Türkçe

Radyo, deyip geçmemek gerek. Kimin hayatına değmemiş, kimin eylemlerini tetiklememiştir ki. Bunlardan biri de iki yıl önce kaybettiğimiz ünlü Kürt müzisyeni Egîtî Cimo'dur. Erivan Radyosu serüvenini şöyle anlatır:

1955 senesiydi, bir gün eve geldim, bir 'priyomnik'im 1 vardı, ben de onu hep Irak'a ayarlıyordum. Irak'ın Kürtçe yayınları çok hoşuma gidiyordu, radyoda çaldıkları şarkılar hoşuma gidiyordu. Bir gün priyomniki kurcalarken aniden bizim buralardan Kürtçe yayına rastladım. Duyduğum Ordîxan ile Nûrê Polatova'nın sesiydi.

Yayın süresi o zaman diyelim ki 15 dakika idi. Bir şarkı çaldı, Egîtê Têcir'in sesi ve Taharê Emer'in kavalıyla Xecê û Siyabend çalıyordu. Bunun çok çok hoşuma gittiğini hatırlıyorum. Kendi kendime 'vay be, radyo da Kürtçe konuşuyor ve bizim şarkılarımızı çalıyor!…' dedim.

Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. O akşam sabaha kadar düşünüp durdum. Radyoya gitmeliyim, bakalım yayınlar nasıl hazırlanıyor dedim kendi kendime. Ben kendim de müzisyenim, birçok ezgiyi çalabilirim.


Egîtê Cimo, kavalından yükselecek, birçok kişinin kulaklarının pasını silecek hikayesinin Erivan Radyosu'ndaki başlangıcını böyle dile getiriyordu.

"Kavalın piri" yollara düşerek Erivan Radyosu'na gider. Sonra orada çalışmaya başlar. Köy köy gezerek de dengbejleri radyoya getirirmiş.
 

fotoğraf-1.jpg
Egîtê Cimo

 

Aslında önceden Rus Pazarı'nda sözleştiğim Iğdır'ın en eski kasetçilerinden biriyle görüşecektim. Aklına esti mi dükkanda tutmak zormuş, gittiğimde dükkanı kapatıp gitmişti.

Hem kaset koleksiyonundan hem de Erivan Radyosu'yla ilgili konuşacaktık. Ama olmadı, ben de mecburen rotamı Digor yönüne çevirdim.

İki bin nüfuslu Digor ilçesi, en eski yerleşim yerlerinden biri. Burada tarihi yapıların kalıntılarıyla, geride kalmış tek bir taşıyla her an karşılaşabilirsiniz.

İki caddesi var, toplasan ikisi de yedi yüz metre etmez. Neredeyse hiç gelişmiyor. Otuz yıl önceki kahveler aynı kahve, dükkanlar aynı dükkan.

Toz toprak eksik olmuyor. Eski ahşap kapıların yerini ya plastik ya da alüminyum kapılar almış. Küçücük bir köy desek yeridir.

Minibüs hareket ediyor, koyun sürüsünün içinden tepe noktasına çıkıyoruz. Kör virajlar, korkunç mu korkunç uçurumların kenarında ağır aksak ilerliyoruz.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Arabanın lastiği bir taşa vurmayagörsün, kafan direkt minibüsün tavanında. Çalkalanan midenden yükselen ağrı da bulantı da cabası.

Üç beş gün önce yağan kar erimiş, toprak ıpıslak. Köye gittikçe topraktaki ıslaklık yerini kuruluğa bırakıyor. Beş Kilise, Derinöz Köyü'nün sınırları içinde. Derin vadide, kayaların üzerine yapılmış.

Ama sadece Aziz Sarkis Kilisesi ayakta. Oraya gitme fırsatı bulamadım. Belki başka sefere.

Köy, yaylacılığın yapıldığı yerlerden biri. Yüz haneli, yazları yemyeşil, söğüt ağaçları, eğri büğrü kavak ağaçları ve çayırlarıyla meşhurdur.

Yıllar önce Karadeniz Bölgesi'nden gelen Lazlar da bir süre burada yaşamış. Daha sonra hepsi büyük şehirlere göç etmiş, köyün insanları sürekli yer değiştiriyor. Minibüste konuşanların yalancısıyım ben de.

Köy okulunun yanındaki çeşmenin borusundan yaz kış demeden buz gibi su akıyor. Sular küçük bir harktan akıp gidiyor.

Minibüs taş köprünün yanında yolcuları indiriyor. Her iki tarafı taşlarla çeperlenmiş sokaklardan anneannemlere yürüyoruz. Sağdan soldan köpekler havlamaya başlıyor.

Yollar çamurdan geçilmiyor, yapıştı mı ayakkabına öylece kalıyor. Yollar dışında her yer kupkuru. Ayağın ne çamura batıyor ne de ıslanıyor.

İkinci, üçüncü çeper derken eve varıyoruz. Şimdi de kazlar tıslayarak saldırmaya çalışıyor bize. Neyse ki başka yöne gidiyorlar. 
 

fotoğraf-2.jpg
Derinöz Köyü

 

Meraklı, şaşkın, gülümseyen gözlerle karşılanıyoruz. Anneannem evde değil. 

Dayım, "Başım gözüm üstüne geldiniz" diyor.

Hava güneşli, ama feci bir ayaz var. İçeri giriyoruz. Sobanın yalımları yüzüme vurunca içim bir rahatlıyor bir rahatlıyor.

Sehpada çay bardakları tepside hazır bekliyor. Sabah ayazı çekiliyor. Güneş dik vuruyor pencereye. Odada da terliyorum. Alnımdaki terler, boncuk boncuk. Olacak iş değil.

Çaylarımızı içtikten sonra bakışıyorum çocuklarla, gülümseyip hemen kapatıyorlar kapıyı. 

"Annem, taziyeye gitti. Birazdan gelir" diyor en küçük dayım. Dışarı çıkıp bir iki tur atıyoruz. Tertemiz hava. İkindiyi geçti geçecek. Hava bir açılıp bir kapanıyor.

Sonunda geliyor anneannem. Geze geze konuşuyoruz. Bugüne kadar kiminle görüştüysem bulunduğu anı ve yarını da sevmiyor kimse. Hep geçmişin esamesi okunuyor. 
 

fotoğraf-3.jpg
Kübra Taşdelen

 

"Yine söyleniyorsun anneanne" dedim.

Şimdiki insanları da zamanı da anlamıyorum ben. Nedir anlamıyorum, o telefonlardan yüzünüzü kaldırıp bir kere bakmıyorsunuz yüzümüze. Bizim çocuklar da öyle, varsa yoksa telefon. Eskiden biri konuştu mu, diğeri dinlemiyorsa vay onun haline. Şimdi zırt pırt fotoğraf çekiyorlar. Beğenmediler mi bir daha çekiyorlar.


"Sanki sen hiç fotoğraf çektirmiyorsun" diyorum gülerek.

Ben sizin gibi miyim? İlk fotoğraf çektirdiğim günü hatırlıyorum. Digor'da fotoğrafçı yoktu. Digor'da zaten genel olarak hiçbir şey olmaz. Kars'ta çektirmiştim. Rahmetli deden, günler sonra fotoğrafları alıp getirmişti. Fotoğrafımı elime alır almaz, korkmuştum. Yere atmıştım.

Eskiden insan kendi fotoğrafına baktığında korkardı. O fotoğrafa alışmaya çalışırdı. İnsanın bir fotoğrafta kendine alışması zaman alırdı. Bir müddet sonra utanır, ciddi dururdu.


"Fotoğrafı bırak da, sen Erivan Radyosu'nu anlat" diyorum. 

"Anlatsam dinleyecek misin sanki?" diyor.

"Seni dinlemek için gelmedim mi?"

Dayım araya giriyor, "Onun huysuzluğu, genetik" diyor. 

"Emin misin, sonradan huysuz olmasın mı?" diyorum.

"Sus. Eşek sıpası" diyor.

Gülüyor. Bir gözüne bulut inmiş. Bir kısmı ancak görüyor. İç geçiriyor önce. Başlıyor anlatmaya.

Biz o zamanlar bu köyden değildik. Acem köyü vardı, Taşnik derlerdi. O köye taşınmıştık.

Birçok köy gibi, o köyün de adı değişmişti. Şimdiki adı ise Şenol Köyü.
 

Soğuk bir kış günüydü. Zaten soğuklar da hiç bitmezdi. Deden yeni radyo almıştı. Bir evde radyo varsa, o evde misafir de muhabbet de eksik olmazdı. Sonra radyo evlere girdi, bütün evler kendine çekildi. Herkes kendiyle kaldı. Şimdilerde ise kimse kendiyle bile değil.

Neyse işte o zamanlar, biz sobanın etrafında toplanır, dinler, bazen de radyoya eşlik ederdik. Evin arkasında kocaman bir söğüt ağacı vardı. Yazları ise köylüler oraya gelirdi. Herkes bir taşın üzerine oturur, kadınlı erkekli çayımızı içer, bir yandan da radyoyu dinlerdik.

Karapetê Xaço, Zembîlfiroş'u söylediğinde bizler de eşlik ederdik. Ne esen rüzgar ne de tepemize vuran güneş umrumuzdaydı. Sadece bizim gibi konuşan radyodaydı kulağımız, ruhumuz.


"Başka kimleri dinlemeyi severdin?"

"Kim olursa dinlerdik, Kürtçe söylemesi yeterliydi."

"Sen en çok kimi severdin?"

"Şeroyê Biro, Wey Malîno. Sonra Sûsika Simo, Aram Tîgran…" 

Hava soğuyor, "İçeri gidelim, oradan devam ederiz" diyor. 

"Tamam" diyorum.

Yürürken, "Bu kadar yeterli değil mi? Daha fazla konuşamam. Yani konuşurum da hatırlamıyorum." diyor.

"Ben sordukça sen de hatırlarsın" diye cevaplıyorum. 

Oturduktan sonra, "Dedemin radyoyu nasıl aldığını biliyor musun?" diye soruyorum.

"Bir nefes vermedin" diyor.

"Ben beklerim, sen düşün."
 

fotoğraf-4.jpg
Kübra Taşdelen

 

Dedenin radyoyu nasıl aldığını hatırlamıyorum. Ama şöyle bir şey yapıyorduk. Büyük dayın o zamanlar Arabistan'da çalışıyordu. Bir ara izinli gelmişti. Teyp almıştı. Erivan Radyosu'nu dinlerken, o sırada dengbejleri kasete kaydederdi. Sonra biz bir daha dinlerdik. Tek hatırladığım bu.

Bir de bazıları köy bakkalına giderdi. Kahve de bakkal da bir olurdu. Kışları o bakkaldan çıkmazdı insanlar, ya radyo dinler ya hikaye anlatır ya da oyun oynarlardı.

"Başka hatırladığın ne var?"

"Yeter bu kadar. Ne hatırladıysam anlattım sana."

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU