Geçmiş ikilemi ve geleceğin meydan okuması

Hüseyin Şubukşi yazdı

Fotoğraf: Reuters

Uzun çağlar boyunca karşılaşılan en önemli ve tehlikeli insani ikilemlerinden biri, en yüksek değer ve anlamlara davet eden dinlerin, siyasi yönetim onların adına yapıldığında nasıl bir şiddet, tiranlık, kan, öldürme ve savaş yayan bir araca dönüştükleridir. Dünya dinleri tarihinde uzman ve derin bilgi sahibi olan büyük İngiliz yazar Karen Armstrong'u önemli kitabı “Fields of Blood: Religion and the History of Violence”da tehlikeli bir soru sormaya iten de budur. Armstrong söz konusu kitabında açıkça ve aynı zamanda çarpıcı bir şekilde şunu sorgular; “Dinler gerçekten şiddetin ve aşırılığın gerçek ve fiili kaynağı mı?”

Şu anki küresel sahne, açık ve net bir şekilde şunu gösteriyor; insan tüm dinler tarafından asil, büyük ve yüce bir misyonla, yeryüzünde Allah'ın halifesi olmak ve onu imar etmekle görevlendirilmiştir. Ancak yaşadığı ‘tarihi bir bölünme anı’ndan sonra Allah’ın halifesi ve yeryüzünün imarı fikrinden tamamen farklı ve ikilemli bir düşünceyi uygulamaya başlamıştır. Batı dünyası coğrafyasında yaşayıp, bilim, haklar, gelişme ve sanatla meşgul olan, katkı ve başarıları ölçüsünde dünyanın kendilerine alan açtığı kişiler var. Bir de başka bir coğrafi bölgede yaşayan, zamanla bastırılmış, pasif, katma değeri olmayanlar var. Onlar bu halleriyle, Allah'ın onurlandırdığı, meleklerine kendisine secde etmesini buyurduğu insandan, günlük rızkını çıkarmakla meşgul olan, ezilmiş ve sıkıntılı bir yaşam süren onuncu dereceden bir vatandaşa dönüşebilmişlerdir.

Bu varlık, ünlü Yunan efsanesi Sisifos’un modern bir versiyonuna dönüştü. Efsaneye göre Sisifos, hayatı boyunca büyük bir kayayı dağın eteklerinden zirvesine kadar itmeye, hedefine her yaklaştığında kaya yeniden aşağıya düştüğü için bunu tekrar tekrar denemeye mahkum edilmiştir. İçinde dinmeyen muazzam negatif yükleri deşarj etmek için çevresinde kendisine yardımcı olabilecek unsurlar aramanın, psikolojik olarak mağlup olanların doğasından olduğu biliniyor. İşte bu kişiler aradıklarını, suçlayıcı bir şekilde ötekini işaret eden dini görüşlerde buldular. Bunun sonucunda, bu öteki, içlerinde gizlenen hayal kırıklığı, umutsuzluk ve çaresizlik duygularını deşarj etmek için kullandıkları uygun bir kum torbasına dönüştü.

Çeşitli biçimlerde terörist köktenciliğin doğuşuyla sonuçlanan aşırı köktenci bir dini söylemin ürünü olan Arap dünyasının ödediği ve ödemeye devam ettiği ağır bedeli hatırlatmaya gerek yok. Aşırılığın tehlikeleriyle ilgili sürekli ve bitmeyen uyarılara, konferans kararlarına kayıtsız kalındığı için bu yangın dinmeden devam etti. Oysa 1990'da, İslam'da İnsan Haklarına dair Kahire Bildirgesi yayınlanmıştı ve ilk maddesi şu aydın ve ilerici düşünceyi taşıyordu, “Tüm insanlar, Allah’a kulluk ve Adem'in çocukları olmanın onları birleştirdiği tek bir ailedir. Tüm insanlar insan onuru ve yükümlülük temelinde eşittir. Yine tüm insanlar, ırk, renk, dil, cinsiyet, dini inanç, siyasi ilişki, sosyal statü veya diğer hususlar nedeniyle aralarında ayrım gözetilmeksizin sorumluluk esasında eşittir. Doğru inanç, bu onurun insani tekamül yolunda büyümesinin garantisidir. Tüm yaratılanlar Allah'ın çocuklarıdır. Allah’ın en çok sevdikleri çocuklarına faydalı olandır. Üstünlük takva iledir.” Ne yazık ki, bu harika sözler arşivlerde ve çekmecelerde kaldı, gerçek ve somut bir biçimde aktive edilmedi.

Ünlü İngiliz yazar Fred Halliday'in köktendincilik üzerine çok önemli bir görüşü vardır; “Bütün köktendinci hareketler (kökenleri ve dinleri ne olursa olsun) tanım olarak modernite ve demokrasiye düşmandır. Hatta onlardan yoksunluğun özüdür. Öteki onlar için hiçbir şekilde ve esas olarak kabul edilemez. Birinde dini ve etnik kimlikler iç içe geçtiğinde, ötekine olan düşmanlık tamamlanır ve ırkçı boyuta yaklaşır. Bu, fanatik Hindu ve Yahudilerin İslam'a bakışı kadar, fanatik Müslüman ve Arapların Yahudilere bakışı için de geçerlidir.”

Bu sözlerin amacı ne kişinin kendini şiddetli bir şekilde cezalandırması ne de yıllarca insanlığı şaşırtan bir sorunu çözmek değil. Bilakis bu, defalarca sömürülen ve her defasında sonuçları ölümcül, yıkıcı ve kanlı olan bir tehlikeye ışık tutmaya yönelik yeni bir çabadır. Dünyanın her yerinde insanlar geçmiş ve onun yüklerini yüklenmiş bir şekilde doğuyorlar. Geçmişin ağır faturasının yükünü en çok yüklenenlerin bizzat Araplar olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız. Öyle ki, bugün Araplar modern tarihin dışında olarak tanımlanabilecek bir ulusa dönüştüler.

Geçmişi kucakladığımız ölçüde geleceği kucaklamamızın zamanı geldi.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

DAHA FAZLA HABER OKU