İşsiz bir geleceği mi gidiyoruz? Teknoloji, işsizliğe çare olacak kadar yeni iş üretiyor mu?

Canan Duman Independent Türkçe için yazdı

Görsel: İndigo

Türkiye'de işsizlik oranı, Şubat 2021'de açıklanan verilere göre; yüzde 13,4 

Başka bir ifadeyle, 4 milyon 236 bin kişi işsiz. 

Türkiye'de bu işsizlik rakamlarının azalmasına, istihdamın artırılmasına yönelik güçlü ve zaman kazandıran bir hamle ne zaman gelir bilemeyiz; ancak "Gelecekte insanlara daha az iş mi var?

Robotlar işimizi elimizden mi alıyor? Teknoloji sahiden işimizi mi öldürüyor?

İnsanlar iş gücünden çıkmaya mahkûm mu ediliyor?  İşsiz bir geleceğe mi gidiliyor?" diye daha güçlü bir şekilde sormaya başladık bile…   

Teknoloji ve küreselleşme, ekonominin yeni efendisi olarak çalışma ve yaşama şeklimizi değiştiriyor.

Teknoloji şirketlerinin artması, bir yandan işgücü piyasası üzerinde dijital profesyonellere olan talebin artmasına neden olurken diğer yandan otomasyonun ihtiyaç duyulan emek miktarını azaltacağı endişesi yaşanıyor. 

Dijitalleşme, dünya ekonomisinin geleneksel birçok sektörünü aşındırırken, aynı zamanda yeni çalışma alanları yaratıyor.


Peki, bu yeni çalışma alanları işsizliğe çare olacak kadar artıyor mu?

Hepimizin bildiği gibi yıllarca yapay zeka, "rutin ve tekrarlayan işler için işçilik ihtiyacını azaltıyor, verimliliği artırmak amacıyla teknoloji kullanılıyor" dendi. 

Oysa bugün yapay zeka sadece tekrarlayan el emeğinin yerini almıyor aynı zamanda tekrarlayan bilişsel emeğin de yerini alıyor.

Genellikle üniversite eğitimi ya da özel eğitim gerektiren alanlarda çalışan beyaz yakalı çalışanların işlerini de yapabiliyor. Otomasyon, ofis işlerini de ortadan kaldırmaya başlıyor. 

Hedefi çoğunlukla en iyi üniversitelere gidip beyaz yakalı işlere girmek olanların ya da meslek liseleriyle mavi yakalı rolünü güvence altına almak isteyenler için bu iki yaka arasındaki ayrım yıllar içinde yıpranıyor.

Bu nedenle dijitalleşme, emekle ilgili tartışmaları beraberinde getiriyor. Bilgisayarları ve akıllı telefonları kullanırken veya bir çağrı merkezi temsilcisiyle konuşurken gittikçe görünmez hâle gelen bir emek tarzı, yeni üretim biçimleri ve üretim ilişkileri ortaya çıkarıyor.

Ayrıca teknolojinin gelişmesi üretimin çok daha az emekle gerçekleştirilmesini sağlıyor. Teknoloji üretenle teknolojiyi kullanan emek arasındaki bağ da ortadan kalkıyor. 

Mehmet Şakir Örs'e göre:

Üretimin niteliği değişirken sınıfsal konumlamalar da farklılaşıyor. Emeği ve emek güçlerini tanımlarken, bütün bu yeni gelişmeleri göz önünde bulundurmak gerekiyor. Üretimde etkin ve belirleyici olan beyaz yakalıların sayısı ve ağırlığı, teknolojideki gelişmelerle sürekli artıyor.

Artık emeği ve emek güçlerini tanımlarken beyaz yakalılarla mavi yakalıların birlikteliğini savunmak, emek cephesini yeniden tanımlayıp daha güçlü biçimde tahkim etmek gerekiyor. 

Yeter ki emek dünyası, bu yeni gelişmeleri doğru kavrayabilsin ve bu gelişmelere uygun yeni örgütlenme ve mücadele biçimleri geliştirebilsin. Bu da ciddi anlamda yoğun bir çabayı, hazırlığı ve uzun erimli bir çalışmayı gerektiriyor.


Pandemi bizleri bir de şu gerçekle yüzleştiriyor; 

Filozof Michael Sandel'in belirttiği gibi;

Artık sadece doktorlara ve hemşirelere değil, aynı zamanda teslimat işçilerine, bakkallara, depo çalışanlarına, kamyon şoförlerine, evde sağlık hizmeti sağlayıcılarına ve çocuk bakımı çalışanlarına da ne kadar derin bağımlı olduğumuzu anlıyoruz. Bu insanlar kilit çalışanlar. Ve çoğu zaman en iyi ücretli veya en itibarlı çalışanlar değiller.

Kovid-19 salgını özellikle sözde vasıfsız, düşük ücretli çalışmanın değerinin takdir edilmesine yönelik yenilenme için bir başlangıç noktası sunuyor.

Bu, işin haysiyetiyle ilgili bir tartışmaya başlatmak için uygun bir andır; hem ücret hem de itibar açısından. Paranın yanı sıra itibarın da yeniden dağıtılması gerekiyor ve daha fazlasının üniversite diploması gerektirmeyen işler yapan milyonlara gitmesi gerekiyor.

Yapay zeka her işi ve sektörü etkiliyor ancak hepsi üzerinde eşit bir risk oluşturmuyor. Dijitalleşme, kimi çalışan grubunun etkisini zayıflatıyor, kiminin değerini artırıyor.

Bazı şirketler otomasyon nedeniyle etkisi zayıflayan çalışanları kaybetmemek için yeni bir işgücü planlaması yaparak çalışanları elde tutmaya çalışıyor.

Bazıları da bu yol ayrımında insan gücünü zorunlu girdi olmaktan çıkarıyor ve fabrikalarda insan gücü yerine makine kullanımını artırıyor.

Şirketlerin "Teknolojinin işgücümüzün yerini almasına izin mi vereceğiz yoksa çalışanlara işlerini yaparken teknolojiyi kullandırmanın yenilikçi yollarını mı bulacağız?" sorularını sorması gerekiyor.  

Belli ki, bu yeni sosyal dönüşüm, mevcut kapitalist organizasyonu yeniden yapılandırıyor. 


Peki, otomasyonla yeni iş sayısı belirtildiği gibi artıyor mu? 

Daron Acemoğlu'nun aktardığına göre;

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki 40 sene içinde ABD ekonomisinde işgücüne olan talep hızlı ve düzgün bir şekilde arttı. Bu dönemde üretim oldukça yeni işlere olan talep de yüksekti. Bu nedenle iş gücüne olan talep azalmadı. 40 sene içinde ücret artışı devam etti. 

Son 30 senede ise otomasyon hızlı ilerliyor. İnsana talebi artıran yeni işlerde büyük bir düşüş yaşanıyor. 30 sene içinde işgücüne olan harcamaların artışı azalıyor. 1999'dan bugüne neredeyse büyüme duruyor.

GSMH içinde iş gücüne giden pay gittikçe azalıyor.

Robot kullanan şirketler üretkenliklerini, satışlarını sağlıklı bir şekilde artırıyor. ABD'de daha çok robot kullanılan bölgelerde istihdam ve ücretler düşüyor. Teknoloji ekonomiyi büyütüyor ama herkese büyüme getirmiyor. Otomasyon hızlı gidiyor yeni işleri üreten işlerde bir düşüş yaşanıyor.


Yani gittikçe daha az insan çalışıyor, üretkenlik ve kârlar artarken bile ücretler düşüyor. Bu yeni otomasyon dalgasının geçmişten farklı şekilde işleyebileceği görülüyor ve makinelerin çoğu zaman insanlara özel olmayan bilişsel yeteneklere sahip olmasından dolayı çok daha büyük bir sosyal ve ekonomik bozulmanın ortaya çıkacağı öne sürülüyor. 

Oxford Üniversitesi araştırmacıları da ABD'deki işlerin yüzde 47'sinin önümüzdeki yirmi yıl içinde otomatik hale getirilebileceğini tahmin ediyor. Ve bu sayının yarısının bile gerçek olması çalışanlar için tehdidi büyütüyor. 

İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, 1930'larda işçilerin makineler nedeniyle işinden edilmesinin, daha kısa çalışma haftaları ve artan boş zaman dönemini başlatacağını öngördüğü zaman "teknolojik işsizlik" terimini icat etti.

Farklı iktisatçılar arasındaki fikir birliği, bu gelişmelerin ekonomi üzerinde küçük veya geçici bir etkisinin olacağı yönündeydi. Şimdi onlar da o kadar emin değiller.

Bina tasarlamak için bir mimara, kod yazmak için programcıya, ilaç yazmak için doktora, otobüsü sürmek için şoföre gerek kalmayacağı günleri görmek herkese bugünden uzak geldiği için işin geleceğini planlamamanın bedeli ağır olacak görünüyor.

İşin geleceğine ilişkin tahminler, otomasyonun istihdam, beceriler ve ücretler üzerindeki büyük etkisine rahatsız edici bir ışık tutuyor.
 

r.jpg
iPal robotu için son dokunuşları yapan işçi / Fotoğraf: Aly Son/Reuters

 

Pandeminin işsizliği artırdığı düşünülüyor; oysa tüm dünyayı sarsan bir salgın yaşanmamış olsa da artan otomasyonla küresel işsizlik artacaktı.

Teknolojiden kaynaklanan kitlesel işsizlik korkusu, teknolojik değişimin sonuçlarını ele alan politikaların artması yönünde bir baskı oluşturmaktaydı. 

Araştırmacılar ve politika yapıcılar, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomilerde çalışmanın geleceğinden endişeliydi.

Dijitalleşmeye paralel olarak, toplumlarda ve hükümet politikalarında kabul edilmesi zor, büyük değişiklikler olacaktı.

Bu nedenle Çin, Japonya son on yılda aktif olarak dijital dönüşüm politikaları başlattı ve dijitalleşmenin gerek hukuki yapısının oluşturulmasında gerekse de özel iştiraklerin yanında devlet örgütünün dijitalleşmesinde önemli ve radikal adımlar atarak süreci her yönüyle destekledi. 

Pandemiden önce birçok hükümet, endüstrilerinin ve devlet operasyonlarının dijitalleşmesine destek vermeyi programlarına aldı. 

Politika yapıcıların yapay zekâ gibi bilişsel teknolojilerden kaynaklanan işgücü trendlerini tahmin etmede yetersiz kalması halinde, toplumun uyum sağlamak için zamanı olmayacak ve geniş bir işsizlik olacak.

Eski işler, yeni işlerin yaratılmasından daha hızlı kayboluyorken insanları geleceğe yanlış bir şekilde hazırladığımız anlaşılacak. 

İnsanlara öğretmemiz gereken şey, daha çok insan gibi olmak, makinelerin yapamayacağı şeyleri yapmak. Sıradan becerilere sahip bir çalışan olmak için bundan daha kötü bir zaman olmamıştı.

Çünkü bilgisayarlar, robotlar ve diğer dijital teknolojiler bu becerileri ve yetenekleri olağanüstü bir oranda kazanıyor.

Bu nedenle dönüşüme fabrikadan değil insandan başlamamız, verimlilik artış hızında yaşadığımız yavaşlamadan kurtulmamız gerekiyor. 

Buraya kadar yazdıklarım madalyonun bir yanı… Bir de diğer yanına bakalım…

Otomasyon, belirli iş türlerinde insan emeğinin yerini alıyor. Ancak birçok farklı iş türünde de insanı güçlendirerek performansını ve üretkenliğini yükseltiyor.

İnsanlar için yeni iş türleri de gelişiyor. Yeni işler ortaya çıktıkça ve mevcut işler değiştikçe, kurumların iş başarısı her zamankinden daha fazla insan stratejisine dayanıyor.

Bu nedenle kurumların her kademesinde beceri temelli anlayışa doğru ilerlenmeli ve çok sayıda çalışma aracıyla başa çıkma kabiliyeti yükseltilmeli… 

Böylesi belirsiz bir gelecekte Türkiye'nin işsizlik sorunun aşılması için politika yapıcılar, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası ve akademi tarafları bir araya gelmeli ve toplumun geleceği, refahı için birlikte hareket etmeli.

Geçişin daha sorunsuz yaşanması için dijitalleşme en çok hangi sektör ve meslekleri etkileyecek tespit etmeli, işgücünün özel beceriler geliştirmeleri ve doğru eğitimden geçmeleri için kaynak ayrılmalı.

Vasıflı mı vasıfsız mı çalışan tartışmalarını bir yana bırakarak "yeniden vasıflaşma"ya ihtiyaç olduğu anlaşılmalı. 

Hükümetler, politika yapıcılar ve özel şirketler, makinelerin toplumumuza dayatacağı yeni zorlukların üstesinden gelmek için bu konulara yeni ekonomik yaklaşımlar bulmalı ve teşvik etmeli. 

Ekonomi, yeni işler ve sektörler geliştirmek zorunda. Bunu da en iyi yapacak olanlar girişimciler.

Girişimcilik ise istihdam ve fırsat yaratma yollarının en iyisi olarak görülmeli. Üniversitelerin rolünü yeniden düşünmemiz gerekli.

Eğitimi yenileyerek, akademik müfredatı işin geleceğine uygun olarak yeniden tasarlayarak, insanları bir sonraki ekonomiye hazırlamalı. 

Geçmişte, yeni endüstrilerin işten çıkardıklarından çok daha fazla insanı işe alması yanıltıcı olmamalı. Bu sefer durumun farklı olduğu anlaşılmalı.

Teknoloji ve istihdam arasındaki etkileşimi anlamalı, sadece ikame etmekten daha fazlasını düşünmeliyiz.

Gelir dağılımında yaşanacak sorunların, ulusal gelir eşitsizliğinin ve yaşlanmaya başlayan nüfusumuzun bizi bekleyen sorunlar olduğunu unutmamalıyız.  

Nihayetinde, bizi bekleyen gelecek, bugün yaptığımız seçimlere bağlı olacak.

Sizce bu yol ayrımı bizi nereye götürecek? Değişime direnmeye mi, mecburi istikamete mi? 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU