Biden'ın ilk 100 günü

Biden'ın ilk 100 günü pek parlak değildi

Fotoğraf: Reuters

Birkaç gün sonra Amerika Birleşik Devletleri'ni (ABD) gözlemleyenler, birbirini takip eden Amerikan yönetimlerinde olduğu gibi, Başkan Joe Biden ve yönetiminin ilk 100 gününü değerlendirmeye girişecekler.

İlk olarak ABD'nin 33. başkanı olan Franklin Roosevelt, görev süresinin ilk 100 gününde yönetiminin ABD halkının güvenini kazanacağı işler başaracağına ve onları Büyük Buhran'dan çıkarabileceğine dair Amerikalılara güvence vermişti.

Roosevelt, art arda 4 dönem (1933-1945) iktidarda kalan ve ölümüne kadar ABD'yi yöneten tek başkan oldu. Bu süreçte ülkesini yalnızca Büyük Buhran'dan değil, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı'ndan da zaferle çıkardı.

Bu uzun yönetim bir başka başkana nasip olmadı ama yeni başkanın atacağı ve Amerikan ulusunun koşullarını değiştirecek bir dizi adımını belirlediği ilk 100 günlük süre,  Amerikan halkını rahatlatmak ve yeni başkanın yeteneklerine olan güvenini sağlamaya dönük bir gelenek haline geldi.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu sefer, Joe Biden'ın seçilmesi kendine özgü işaretler taşıyan bir durumdu.

Amerikan siyasi arenası kendisini yaklaşık yarım yüzyıl boyunca Senato'nun temsil ettiği yasama organı ile başkan Obama'nın yardımcısı olarak yürütme organı arasında çeşitli alanlarda siyaset yapan deneyimli, kamu işlerinde tecrübeli bir politikacı olarak tanıyordu.

Bu nokta önemli, çünkü bu uzun yolculuktan sonra Biden'ın siciline daha neler katabileceği sorusunu akla getiriyor. Biden bu soruyu Obama'nın gölgesi olmayacağını söyleyerek cevaplamaya çalıştı.

Yönetiminin ünlü başkanın üçüncü dönemi olmayacağı kesin. Bundan da öte, Biden, onu Beyaz Saray'a taşıyanın kader olduğunu düşünmeye başladı.

Zira Demokrat Parti'nin aday adaylığı seçimlerine tökezleyerek başlamış ama sonunda partinin solu ile sağının adayı olmaları için etrafında toplandığı "kurtarıcı" olmuştu.

Nihayetinde alışılmışın dışında bir rakip olan Donald Trump'ı yenen aday da o oldu. Trump, Amerikan siyaset dünyasının dışından gelmişti ve 4 yıl içinde bu dünyayı tepetaklak etmişti.

Biden, Beyaz Saray'a eski başkanın muhalefeti, seçim sonuçlarını tanımaması, 6 Ocak'taki Kongre baskını sırasında yaşanan şiddet olayları çerçevesinde yerleşti.


Biden'ın iktidara ulaşması ne kolay ne de yumuşak oldu. Bu nedenle, Amerikan arenasına liderlik etmeye başladığı andan itibaren kendisine iki hedef belirlemiş durumda ve sanırız ilk 100 gün boyunca gösterdiği performansın değerlendirmesi, her ikisinde ulaştığı başarının boyutuna bağlı.

Biden'ın birinci hedefi, Trump'ın görev süresi ve Cumhuriyetçi Parti içindeki etkisinin kapsamı nedeniyle Demokrat ile Cumhuriyetçi eyaletler, iki ana parti Demokrat ile Cumhuriyetçi partiler arasındaki şiddetli bölünmenin ardından Amerikalılar arasında birliği sağlamaktı.

Demokrat Parti içinde de ilerlemeciler, ılımlılar ve muhafazakarlar arasında bir bölünme yaşanıyor. Buna bir de ülke içinde beyazlar ile siyahlar arasındaki büyük ırkçı bölünme ekleniyor.

Siyah ve beyaz toplumlardan her birinin içinde "siyah veya beyazın hayatı önemlidir" sloganını benimseyen bir grup bulunuyor.

Bunlarla birlikte, tüm Amerikalıların hayatının önemli olduğunu ifade eden bir grup da var. Biden'ın ilk 100 günde Amerikalıların birliğini sağlama yolu iki yönde ilerledi; birincisi, 1,9 trilyon dolarlık bir finansal paketle korona krizinden çıkış.

İkincisi, 2,3 trilyon dolarlık başka bir paketle ABD'nin altyapısını yeniden inşa etmeye yönelik devasa bir programda herkesi bir araya getirmek.

Bu iki paket, Demokratlarda kamu harcamalarını artırma eğilimini gören Cumhuriyetçileri endişelendiriyor gibi görünüyor.

Cumhuriyetçiler bunların kısa vadede Amerikalıların hoşuna gidebileceğini, ancak bilhassa bu paketlerin finansmanı, aslında yatırımcı ve büyük şirketlerin sahibi olan zenginlere yönelik artan vergilerle bağlantılı olduğu için uzun vadede felaket olacağını düşünüyorlar.


Dolayısıyla bu iki büyük harcama paketi ve onlarla ilgili anlaşmazlıkların yanı sıra, bunların diğer temel anlaşmazlık ve çatışma alanlarını kapsaması, Amerikan bölünmesini daha da derinleştirdi.

İlk 100 gün boyunca, Beyaz Saray'ın onaylıyor gibi göründüğü ve hepsi doğası gereği bölücü olan sorunlar gündeme getirildi.

Bunların ilki, Afrika kökenli Amerikalılara köle muamelesi gören dedeleri için tazminat ödenmesiyle ilgili ortada dönen tartışma.

Bu, nesillerin takip edilmesi, köle olarak getirilenlerin çocuklarının izinin sürülmesi gibi yol açacağı tüm zorluklara rağmen tartışılıyor.

Malum olduğu üzere bu kişilerin (Afrika kökenli Amerikalılar) çoğu Demokrat Parti'ye oy veriyorlar.


İkincisi, Demokratlar aniden Washington DC'yi ABD'nin 51. eyaletine dönüştürme konusunda hevesli hale geldiler ve bu öneri gerçekten de Temsilciler Meclisi'nde oylanıp kabul edildi.

Yine bilindiği gibi federal başkent, her zaman kamusal harcamaların artırılmasını tercih eden en yoğun federal memurlar grubuna ev sahipliği yaptığı için her daim Demokrat Parti eğilimli oldu.


Üçüncüsü, Demokratların her ikisi de kendi çıkarlarına olan iki cephede başlattıkları hareket. Bunların ilki, başkanın bir yasayla ilgili oylamayı durdurmak için üçte iki çoğunluğa sahip olması durumunda Senato'da kullanılan Filibuster, yani uzun ve kesintisiz konuşma hakkını kısıtlama çabası.

Filibuster çoğu durumda, çoğunluğun üstünlüğünü önlemenin bir aracı olarak kabul ediliyor. İkinci cephe, Trump'ın ayrılırken üyelerinin 6'sının muhafazakar ve sadece 3'nün liberal olduğu Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısının genişletilmesi tartışması.

Burada anayasal ve teorik olarak, sayının artmasını engelleyecek hiçbir şey yok, ancak bu, uzun süredir devam eden 9 üyeli gelenekten bir sapma olacak.


Açıktır ki, tüm bu tedbirler, belki de on yıllar boyunca seçim güçlerinin dengesini değiştireceğinden Demokratların lehine.

Buna Biden'ın ABD'ye gelen göçmenlere yaklaşımını eklersek ki şu anda Meksika-ABD sınırında çok sayıda göçmen birikmiş bulunuyor, Demokratların niyetinin sadece oyunun kurallarını değiştirmek değil, aynı zamanda seçmenlerin demografik yapısında kendi lehlerine bir köklü dönüşüm gerçekleştirme olduğunu gösteriyor.

Dış politikada, Biden'ın ilk 100 gün içindeki performansı çelişkilerle doluydu. Seçim kampanyası sırasında, Batı kampını ve ABD'nin müttefiklerini destekleme sözü vermişti; gerçekte ise tek taraflı olarak Afganistan'dan çekilme kararı aldı, ardından bunu Batılı müttefiklerine iletti.

Afganistan'dan bu apar topar geri çekilişin uluslararası güvenliği tehdit edeceğine inananlar var. Nitekim bu düşünce çok geçmeden kesinleşti, çünkü Taliban sanki Kabil'in kontrolünü ele geçirme yolundaymış gibi davranmaya başladı.

Ankara'da düzenlenmesi planlanan müzakere oturumlarına katılmadı ve yabancı güçlerin Afganistan'dan derhal çekilmesi talebinde bulundu.

Öte yandan Biden, İran ile nükleer anlaşmaya geri dönmeye odaklandığı bir zamanda; 5 + 1 müzakerelerinde ortakları olan Çin ve Rusya'ya karşı manevralara girişti.

Putin'i katil olmakla, Çin'i de Hong Kong'da insan hakları ihlallerinde bulunmakla suçladı. Bir yanda yaptırımları kaldırarak Tahran'a tavizler verirken, diğer yanda bölgede sivillere karşı saldırılar düzenlemelerine rağmen Husileri terör örgütleri listesinden çıkardı.

Bu tutarsızlık, Washington'un yalnızca NATO müttefikleri ile değil, aynı zamanda Ortadoğu bölgesinde ABD'ye tarihsel olarak yakın ve İran'ın davranışları konusunda endişelenmek için pek çok nedeni olan ülkelerle ilişkilerinde de büyük bir dengesizlik yarattı. Biden'ın ilk 100 günü pek parlak değildi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU