Mistisizm ve irfan II

Prof. Dr. Mehmet Çelik, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

 Batı dünyası pozitivizm ve materyalizmin hakimiyeti altına girince manevi boşluğunu dolduracak yeni arayışların içine girmeye başladı. Esasen batı dünyasındaki ilk kopuş reform hareketleriyle başladı. Almanya’da Martin Luther ve Hollanda’da John Calvin’in başlattığı dinsel reformlar dünyayı dizayn etme iddiasında olan Hıristiyanlığı vicdanî bir maneviyat mesabesine indirdi denilebilir. Maxs Weber ünlü “Protestanlığın Ruhundan Kapitalizmin Doğuşu” makalesinde özellikle  Calvinist protestanlığının öngörülerinden faydalanan protestan batı ülkelerinin kalkınmışlığını “Tanrı’nın“ elini dünyadan çektiği şeklindeki prensibin ekonomik hayata hakim olmasıyla açıklar.

 Birçok protestan anlayışı tüm bireylerin cennetle müjdelendiğini bu ilâhî takdirin mutlaklığı karşısında bireyin yapması gerekenin sadece çalışmak olduğunu öne çıkarmıştır. Bir çeşit “gökyüzü krallığı” tasarımı olan bu anlayışın şark diktatörlükleri söz konusu olduğunda  talan ve yağma; batılı ülkeler söz konusu olduğunda sömürü kelimesi ile açıklanan kapitalizm için daha iyi hazırlanmış hazırlanmış kültürel alt yapı oluştuduğu görülebilir. Raymond Aron konuya şöyle bir açıklama getirir

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

“Kapitalizmin sosyo-ekonomik düzen olarak vücuda gelmesi, her şeyden önce; ideolojik bir etmenin varlığını gerektirir. Weber' e göre modern kapitalizmin ideolojik etmeni Protestan Ahlâktır. Protestanlığın belirli bir yorumu, kapitalist rejimin oluşumunu kolaylaştıran bazı güdülenmeler yaratmıştır.  Modern kapitalist gelişmeyi sağlayan şey -diğer faktörlerin tamamlamasıyla- Protestanizm’ dir.

 Weber, dünya dinleri ile ilgili yaptığı çalışmasına göre: Mistik bir eğilim taşıyan dinler iktisadi gelişmeye uygun olmamasına karşılık, dünyaya dönük (dünya içi) asketizmle uzlaşmış dinler iktisadi gelişme için münbit bir kaynağı oluştururlar. Mistik dinler Hint-Çin dinleridir. İslâm dini de başlangıçta aktif riyazet kârakterli iken, sonradan bazı toplumsal tabakaların etkisi (tasavvufun) ile mistik karaktere bürünmüştür.

Weber’in dünyaya dönük dinler dediği dinler, bireyin dünya ile ilişkisini düzenlerken bireyin içinde doldurulamaz bir manevi krater oluşmasına engel olamadılar. “Sömürgeciliğin keşif kolu” oryantalist disiplinlerin aracılığıyla batı fikir ve duygu dünyası Asyatik  “mistik” din anlayışlarını keşfetti.   Batılı entellektülerin elinde demokrasi, kadın erkek eşitliği ve dinler üstülük gibi anlamları içerecek şekilde “ “düzeltilen” bir çeşit batılılaştırılan Budizm özellikle Amerikan halkları arasında çeşitli kurslar ve dernekler tarafından yaygınlaştırılmıştır. Artık yoga, meditasyon, karma, çakra vb. kelimeler sıradan çay partilerinda bile en çok duyulan ya da konuşulan sözcükler arasında yerini almıştır.

Hesna Serra AKSEL “Budizm’in Batı’dan Doğuşu: Modern ve Postmodern Budizm” adlı oldukça kapsayıcı makalesinde konuyu şöyle açıklamaktadır:

“Batı’da Budizm her geçen gün postmodern hayat tarzı içine adapte edilerek yükselen bir ilgi görmektedir. Budizm’i bir din olarak benimseyip kendisini Budist olarak tanımlayanların oranı çok düşük iken, Budist öğreti ve pratikleri, dini bağlamını yok sayarak farklı inanç ve hayat tarzlarının içine entegre eden kişilerin sayısı hızlı bir yükseliş göstermektedir. Kendisini ateist, seküler, Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman olarak tanımlayan pek çok kişi bir şekilde Budizm ile bir ilişki içerisinde olabilirken, bir din olarak Budizm’de bir patlama yaşanmaktadır.  Borup bu kişileri “ait olmadan inanan, inanmadan ait olan, ait olmadan ya da inanmadan uygulayan” az çok Budistler olarak tanımlar.(Aksel, 2020: 88)

 Çünkü bilimle olan çatışmaları sonucunda oldukça fazla yara almış Hıristiyanlığın bıraktığı boşluğu doldurması gereken bir din olarak görülen Budizm din olmaktan tamamen uzaklaştıralarak dünyevi dinlerin alternatifi olacak mistik bir karaktere büründürüldü. Tarihte birçok örneği olduğu üzere özellikle pagan kültürler askeri yollarla işgal ettikleri halkların dinlerini, inançlarını ve “tanrılarını” da istimlak ederler. Asurlular tunç çağında  Ön Asya halklarının topraklarını işgal ederken Asurlu rahipler “sizin tanrılarınız da artık bizim oldular ve bize yardım ediyorlar ” diyerek işgal edilmiş halkları bu söylemle aşağılarlardı. Batı entelektüel çevrelerinin bir kısmı da kendi ülkelerinin ordularınca işgal edilen ülkelerin, Jack Goody’nin deyimiyle “tarihini çalmakta” öte taraftan işgal altındaki halkların inançlarını iğdiş ederek sahiplenmektedirler.

 Bu konuda Budizm yalnız değildir. Maalesef İslam tasavvuf ve irfan geleneği de Mevlânâ Celalleddin Rumî’nin görüşleri üzerinden Budizm, Zenbudizm ya da guruların elinde aslından tamamen uzaklaştırılmış  diğer Asya dinleri gibi mistik bir atmosfere büründürülmektedir. Çünkü batı alemi 19. Yüzyıldan itibaren Mevlânâ’ya ilgi duymaya başlar. 1818’de Hammer yazdığı kitapta Mevlânâ’nın Mesnevi’si ve Divan’ından bazı parçaları Alman diline çevirdi.

Ünlü şair Goethe de “West-Östlicher Diwan” adlı eserinde birçok İranlı şair ile birlikte Mevlânâ’dan da söz etti.

 Hegel tarih diyalektiğini oluştururken Mevlânâ’dan etkilendiğini dile getirdi.

Mesnevi, 1881 yılında Sir William tarafından Redhouse'da geniş bir şekilde yayınlandı.
19. yüzyılın başında Cambridge ve Oxford üniversitesindeki oryantalistler Mevlana ile ilgilenmeye başladı. Bunlardan Edward Granville BFrown, R.A. Nicholson ve A.J. Arberry, Mevlana'dan bazı tercümeler yaptılar.

 1922 yılında ise Mevlana hayranı düşünür Annemarie Schimmel, ünlü düşünür ile ilgili gerçek anlamda İngilizce ve Almanca yayınlar yaptı.

Bu ilk çalışma ve değinmelerden sonra batı aleminde özellikle 20. Yüzyılda Mevlânâ ile ilgili yazılan kitap ve makalelerde patlama oldu. Çok değerli bilimsel araştırmaların yanında çoğu yetersiz, kimi de son derece kötü niyetli yayın ve panellerle Mevlânâ dinler üstü diye sunulurken aslında dinden uzakmış gibi ya da dinin dışındaymış gibi bir algıyla sunuldu batının mistik anlayışlı moral değercilerine. Bunun ardında İbn-i Arabî de bu mistikleştirme furyasından kurtulamayıp İslam dışılaştırmadan nasibini alanlar arasında yerini aldı.

Burada birkaç yön ortaya çokmaktadır. Birincisi bazı batılıların işine gelen din dışı bir İslam irfanı ki mistikleştiğinde adeta “ dövene elsiz, sövene dilsiz”hale geldiğinde ve dünya ile ilgisi kalmadığında batının siyasi ve sömürgeci emellerine direnmeyeceğinden makbul görülmektedir.

İkincisi din dışı bırakıldığında estetik yönü iyice belirginleşen İslam irfanı batı alemine rüştünü kabul ettirmek için gayret gösteren yarı yabancı yerli aydınların savunması haline gelmekte, birçok zaman tasavvufun Hz. Muhammed ve vahye dayanan temel ve esasları görmezlikten gelinmektedir. Bazen de Müslümanlar için düşünülen Protestanlaştırma faaliyetinin kültürel zemini eğretilmiş ve dini refereranslarından soyundurulmuş irfana dayandırılmakta, melamet, şathiyat ve naz makamı gibi ancak kendi terminolojisi içinde anlamlı olabilen kavramlar adeta Lutheryen söylemler gibi mecazi anlamlarından uzaklaştırılarak sunulmaktadır.Üçüncüsü sektörel turistik bir bakış biçimidir ki bu konuda çok şey söylemek zülfü yare dokunmak olur. Birini söylemek arif olana yeter “Mevlânâ pidesi”… Şairin biri şöyle demiş:

Nereden eserse essin rûzigâre dokunma

Yârin zülfüne dokun da zülf-i yâre dokunma.

Ben de öyle yapacağım . ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. İrfan geleneği “her koyun kendi bacağından asılır”anlayışına değil;” boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.” Adalet

prensibine dayanır. Bu sebeple de ârif olan biten ya da olmamış ve bitmemiş herşeyden kendini sorumlu tutar. Değerli Ahmet İnam hocamız buna her ne kadar “Kurtarıcı Mistisizm” diyorsa da biz sorumlu irfan demeği uygun görüyoruz. Çünkü sûfî gerçekleşen her güzellikte kendi gayret ve payını; gerçekleşemeyenlerde de ihmalini arayacak kadar ilgili ve insaflıdır. İnsafı burada vicdan değil empati yerine kullanıyorum ki cümlenin malumudur ki insaf asıl anlamı itibariyle yarı yarıya bölmek demektir. İğneyi kendine çuvaldızı başkasına değil, eğer batıracaksan kendine batırdığın iğne ile başkasına batırdığın iğne eşit olmalı. Elhasıl: üstad Sezai Karakoç’tan iki örnekle bitirelim.

Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun

ÇATI

Kaç aç varsa hepsi ben

Kaç hasta varsa hepsi ben

Kaç liman önlerinde dönen

İşsiz hamal hepsi ben

Kaç aşıktan ters yüz edilmiş

Âşık varsa hepsi ben

Bütün çiçeklerle donanıp

Bütün insanlarla ölen

Atılmış kömür toplar

Annelerinin zoruyla çocuklar

- Başka çaresi ne annenin -

Çocuklarıyla yere çarpılan

Ben o çocuklarla yere çarpılan

Sevgili deyip yere çarpılan

Sedye taşımaktan kolu tutulan

Bu sessiz çılgın çalkantıda.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU