Birleşik Krallık ‘yüzyılın tanığına’ veda etti

İyad Ebu Şakra yazdı

Birleşik Krallık Kraliçesi II. Elizabeth'in eşi Prens Philip vefat etti. Prens Philip, kraliyet ailesinden gelmesine rağmen tam anlamıyla bir politikacı değildi. Ayrıca yaklaşık 74 yıldır kraliçenin eşi olmasına rağmen onun hakkında bilinenler, süper güç bir devletteki olayların seyri üzerinde doğrudan bir etkiye sahipti.

Prens Philip, Birleşik Krallık’ın Avrupa’nın ve onlarla birlikte dünyanın değiştiği neredeyse tam bir yüzyılın müstesna bir tanığı idi. Ayrıca tarihçilerin ve biyografi yazarlarının, ‘torunlarının ve çocuklarının birçok Avrupa krallığının tahtını devralması’ sebebiyle ‘Avrupa'nın büyükannesi’ olarak nitelendirdiği Kraliçe Viktorya'nın soyundan geliyordu. Kraliçe Victoria’nın çocukları, doğuda Yunanistan'dan batıda İspanya ve kuzeyde İskandinavya'ya kadar birçok devletin tahtına oturdular.

Yunanistan'ın Korfu adasında doğan merhum Dük, -çeşitli dönemlerde Danimarka, Norveç, Yunanistan ve kuzey Almanya'daki bir dizi bölgede tahta geçen- Glücksburg ailesinden Danimarkalı ve Yunan bir kraliyet prensiydi. Dahası daha sonra anne tarafından dedesi Mountbatten'in soyadını alan Prens Philip, kraliyet ailesi tarihinde en uzun “hizmet” sunan kişi olarak tarihe geçti. Nitekim Kraliçe 2. Elizabeth 69 yıl 64 gün tahta kalırken, Kraliçe Victoria’nın tahta kalma süresi 63 yıl 216 gün idi.

İngiliz toplumu, Viktorya döneminde devrim niteliğinde değişikliklere tanık oldu. Bunlar; demokratik deneyimin pekiştirilmesi, teknolojik-endüstriyel ilerleme, coğrafi genişlemeler ve benzeri görülmemiş küresel nüfuzdur. Ayrıca bu dönemde Avrupa'daki haritaların değişimine ve dünyanın birçok bölgesinde değişen güç dengesine tanık olundu. Aradan yıllar geçtikten sonra da saatin yelkovanı durmadı, bilakis Kraliçe 2. Elizabeth döneminde daha da hızlandı. Kraliçe Elizabeth, yeni bir dünya düzeni yaratan ikinci bir dünya savaşının sona ermesinden birkaç yıl sonra -1952'de- İngiliz tahtını devraldı. Prens Philip ise Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği dünya düzeninin temellerini atan Paris Konferansı’ndan bir yıl sonra -1921'de- doğdu.

Prens Philip, Kraliçe 2. Elizabeth’in tahtı devralmasından önce İngiliz Donanması'nda genç bir subaydı ve tüm dünyayla da güçlü bağları vardı. Philip’in amcası Louis Mountbatten, Hindistan yarımadasının son hükümdarıydı.

1939 yılında İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, Prens Philip'in hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Philip bu dönemde, eğitimi tamamladı ve deniz akademisine girdi. İtalyan güçlerinin Ekim 1940'ta Yunanistan'ı işgal etmesinden sonra Akdeniz'e geçmeden önce Hint Okyanusu başta olmak üzere çeşitli yerlere hareket eden donanmada görev yaptı. Daha sonra savaş sırasındaki muharebe görevleri sebebiyle İngiliz Okyanus Filosu’yla Pasifik Okyanusu'na ulaştı. Ayrıca Japonya 1945'te savaşı fiilen sona erdiren tarihi teslim belgesini imzaladığında Tokyo Körfezi'ndeydi.

İngiltere, savaşın nihayetinde muzaffer olan “müttefiklerin” başında geliyordu. Ancak silahlar sussa da savaşlar bitmeyebiliyor. Sonraki yıllarda yaşananlar bunu net bir şekilde gösterdi. Takip eden senelerde siyasi depremler yaşandı, askeri ittifaklar kuruldu ve yeni denklemler ‘Soğuk Savaş’ın’ patlak vermesine yol açtı. “Doğu ile Batı” arasındaki çatışma, “Kuzey ile Güney” arasındaki uçurumu ortaya çıkardı. Öte taraftan Kore Savaşı patlak verdi ve Çin adında küresel bir devin yükselişinin bir işareti oldu. Silahlanma yarışı, nükleer yarışı ve -Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki- ‘halk kurtuluş savaşlarının’ başarısıyla birlikte ‘eski sömürgeciliğin’ maliyeti de arttı. İngiltere ve Fransa, zamanın artık değiştiğini ve alternatif hesaplarıyla birlikte yeni bir zamanın geldiğini erkenden anladılar.

Bu yeni çağda -1950’lerin ortaları- İngiltere, Hindistan’daki kraliyet tacını kaybetti ve ‘Süveyş’ ile ‘Mau Mau’ tecrübesi yaşadı. Fransa ise, ‘Dien Bien Phu’ ile başlayan sürecin er ya da geç Aurès Dağları’nda biteceğini anladı. Ancak bu ‘iki Avrupalı sömürgeci gücün’ arasındaki fark, Fransa'nın tamamen Avrupa kucağına sığınması ve İngiltere’de ise “Biz adayız ve onlar kıta” kompleksinin tazeliğini korumasıydı. Böylelikle Avrupa, İngiltere için, Washington ile özel ilişki ve İngiliz Milletler Topluluğu şeklindeki iki seçeneğin ardında üçüncü bir seçenek olarak kaldı. Ayrıca birbirini izleyen İngiliz hükümetleri, İrlanda krizinin özünü yanlış tanımladılar. Bu kriz, İrlanda kökenli ABD vatandaşlarının anavatanlarına bağlanmalarına veya İrlanda Cumhuriyeti'nin “Avrupa ailesiyle” bütünleşmesine yardımcı olmayan bir yara olarak kaldı. Bu arada Prens Philip kişisel bir trajedi yaşadı. “İrlandalı ayrılıkçılar” 1979'da, amcası Earl Mountbatten'e suikast düzenlediler. Bugün Birleşik Krallık’ın Avrupa'dan ayrılmasıyla birlikte İrlanda meselesi bir kez daha gündeme geliyor.

Sovyetler Birliği'nin düşüşünün insanlığın siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu doğru olsa da büyük Amerikan zaferine rağmen alternatif bir dünya sistemi inşası tamamlayamadı.

Evlilik yoluyla İngiliz kraliyet ailesine giren ABD, şiddetli iç bölünmeler yaşıyor, dostundan önce düşmanını tanımaya çalışıyor ve hariçten gelecek korku üzerine içeride birliği sağlamaya uğraşıyor.

Bu ise, hızla değişen bir dünyada teknoloji ve ekonominin rolünün büyümesiyle birlikte gerçekleşiyor.

Eski ekonomi ile birlikte insanın rolünün değiştiği yaşam pratikleri, gelenekleri ve öncelikleri sona erdi. Küreselleşme dalgası ile yapay zeka arasında gidip gelen bir dünyada her gün başka türden kültürler ortaya çıkıyor.

Dün hayatını kaybeden bu adam, nadir sosyal-siyasal bir hafızaydı ve yüzyılın en iyi tanığıydı.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU