Carl Schmitt'in gözünde demokrasi

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu, Independent Türkçe için yazdı

21. yüzyıl dünyasında popülist politikaların yükselişine ve popülizmin demokrasiyle kurduğu güçlü ittifaka tanıklık ediyoruz.

Alman filozof, siyaset kuramcısı ve hukuk profesörü Carl Schmitt’in (1888-1985) demokrasiye ilişkin saptamalarının bugün deyim yerindeyse ete kemiğe bürünerek karşımıza çıktığı söylenebilir.

Carl Schmitt’in gözünde demokrasi pek çok efendiye hizmet edebilecek, özü itibariyle net bir amaca sahip olmayan bir yönetim biçimidir.

19. yüzyılda liberalizmle doğal bir ittifak içinde yeniden canlanan demokrasi, ardından sosyal demokrasi formunda, sosyalizmin ya da III. Napolyon’un kazandığı başarıyla ve İsviçre’deki referandumlarla, anarşist düşünür Proudhon’un ileri sürdüğü gibi, tutucu ve gerici siyasal akımların hizmetine girmiştir.

Bütün siyasi eğilimlere hizmet edebildiğine göre, demokrasi siyasi içeriği olmayan, yalnızca bir örgütlenme şeklidir.

Diğer bir ifadeyle Schmitt, demokrasinin farklı siyasi eğilimlerin amaçlarına ulaşmak için araç olarak kullandıkları içeriği olmayan bir yönetim biçimi olduğuna dikkat çeker.

Aslında “demokratik” bir şekilde örgütlenen her toplum veya sosyal ve ekonomik grup soyut olarak aynı özneye, yani halka sahip olsa da, in concreto (somut olarak) kitleler sosyolojik ve psikolojik bağlamda heterojen bir yapıya sahiptirler.

İşte bu heterojen yapı içinde demokrasi herhangi bir akımın kendi siyasal hedeflerine ulaşmak için araç kıldığı bir form/biçim işlevi görür.

Tam da bu nedenle bir yönetim biçimi olarak demokrasi, militarist veya pasifist, mutlakiyetçi veya liberal, merkeziyetçi veya yerinden yönetimci, ilerici veya gerici siyasal akımlara hizmet edebilir.

Schmitt, liberalizmin demokrasiyle kurduğu ittifakın sonuçları bağlamında demokrasinin nasılda form/biçim işlevi görebildiğine ilişkin Proudhon’un düşüncelerine atıfta bulunur.

Proudhon’un yapıtı Federasyon İlkesi’nde işaret ettiği gibi, liberal ve demokratik devletin formları, yine liberal devletin doğuş ve gelişim yasasına uygun seyreder.

Liberal ve demokratik bir devlette iktidar vatandaşlar arasında dağıtılırken söz konusu dağıtım ile vatandaşlardan oluşan yeni bir sosyal sınıf, yani kamu görevlileri ortaya çıkar.

Proudhon bu andan itibaren demokrasinin tehlikeye gireceğine, nasıl ki monarşide devlet kadroları ulusa değil de prense sadık ise, liberal demokrasilerde de vatandaşlardan oluşan bu yeni sosyal sınıfın halktan uzaklaşarak devlete sadık birer hizmetkâra dönüşeceklerini savunur.

Öte yanda, liberal demokrasilerde gerek bireylerin gerekse de grupların devletin tarafsızlığına ilişkin kavrayışları çıkar gruplarının rekabetine, yani, siyasal partiler ve parlamenter politikalar aracılığıyla devletin ele geçirilmesine yol açar.

Böylesi bir demokraside iktidarın aldığı kararları uygulayacak olan kamu görevlilerinin ya da devleti ele geçiren çıkar gruplarının Aristotelesçi ifadeyle yurttaşların ortak yararını ne kadar gözetebilecekleri sorgulanabilir.

Tam da bu nedenle Schmitt, demokratik argümanların, yönetenlerle yönetilenler, devlet otoritesinin öznesi ile nesnesi arasında, halkın parlamentoda temsili bağlamında, devlet ile oy veren halk arasında, devlet-yasa ve nihayet çoğunluk veya oybirliği durumu ile yasanın adil olması arasında kurduğu özdeşliğin sorgulanması gerektiğine işaret eder.

Schmitt’e göre demokratik argümanların varsaydığı özdeşlikler yalnızca biçimsel olarak olanaklıdır. Oysa somut olgulara bakıldığında söz konusu özdeşliklerin kurulamayacağı açıktır.

Örneğin propaganda ve kamuoyunu manipüle etme teknikleriyle halkın aldatılabilme olanağı öteden beri bilinmektedir.

Toplumun manipüle edildiği bir durumda ortaya çıkan iradenin halkın iradesini ne kadar yansıtabileceği ise tartışmalıdır.

Diğer bir ifadeyle, halkın manipüle edildiği bir durumda ortaya çıkan iradenin aslında halkın değil, manipüle edenlerin iradesi olduğu ileri sürülebilir.

O halde böylesi bir durumda esas sorun halkın iradesini biçimlendirecek araçlara kimin hükmedeceği sorunudur.

Söz konusu araçlara askeri, siyasi güçler ya da parti örgütleri hükmedebilirler. Dolayısıyla halkın iradesinden kaynaklanması gereken siyasi güç, aslında halkın iradesini biçimlendirebilir.

Schmitt, C. (2014a). Parlamenter Demokrasinin Krizi, (Çev.) Zeybekoğlu, A. E.,  Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU