Avrupalı kadınların gözüyle Osmanlı

Avrupalı seyyah kadınlar, hem Avrupalı erkek seyyahların tamamen fantezisine dayanan harem ön yargılarını yıkacak hem de Osmanlı'nın Avrupalı kadınlara olan ön yargısının değişmesine neden olacaktı

Kolaj: Independent Türkçe

Tarihteki en büyük şehir efsanelerinin başında Avrupalı seyyahların yanlış aktarmalarına dayanan 'harem' hayatı gelmekteydi.

Kelime anlamı itibarıyla yasak ve kutsal olan anlamlarına gelen harem, çoğunlukla zevk âlemlerinin merkezi olarak resmedilmişti. 

Bir diğer şehir efsanesi Avrupalı kadınların Osmanlı'yı algılama şekliyle ilgiliydi. Şüphesiz bu algının merkezinde Osmanlı'dan Avrupa'ya giden ilk elçilerin ve maiyette bulunan kişilerin yanlış anlamaları bulunuyordu.

Bu algı ilk defa Yirmisekiz Çelebi Mehmet'in seyahati ile başlamıştı. Elçimizin Avrupa seyahatinde özellikle kadınların Türk kafilesine gösterdikleri yoğun ilgi İstanbul ahalisinin sonraları Avrupalı kadınlara karşı büyük bir ön yargı taşımalarına neden olacaktı.
 

Yirmisekiz Mehmet Çelebi (1).jpg
Yirmisekiz Mehmet Çelebi  / Görsel: Pinterest


Çelebi, kendisine yönelik ilgiyi şu sözlerle aktaracaktı;

Yine erkekler ve kadınlar kimi seyir için akın akın gelip çerimonya ve komplimenteler ile meclisimizi doldururlardı. Bilhassa nasıl yemek yediğimizi ziyade görmek isterlerdi. Filan kimsenin kızı filan kimsenin karısı yemek yediğinize bakmaya izninizi rica ve ederler diye haberler gelir, kimini defedemeyip naçar ruhsat verirdik.

Perhizleri vaktine tesadüf ettiği için· kendileri yemez, sofranın etrafını çevirip seyrederlerdi. Alışık olduğumuz bir hal olmadığından bize ziyade sıkıntı verirdi. Hatır için sabrederdik. Onlar ise yemek seyrine alışmışlar.

Faraza Kralın nasıl yemek yediğini seyre durup olanlara izin vermek adetleriymiş. Daha garibi şu ki: Kral da yatağından nasıl kalkar ve nasıl giyinir seyretmeye giderlermiş. Bundan dolayı bize de türlü, teklifler yaparak canımızı sıktılardı.


Osmanlı'nın Avrupa'da ittifak arayışlarının bir sonucu olarak Sultan Abdülaziz'in yaptığı seyahatte de bu ön yargıların devam ettiğini görüyoruz.

Öyle ki maiyette bulunan ağalar Avrupalı kadınlar konusunda sıkı sıkıya uyarılmış ve dikkatli olmaları tembih edilmişti.
 

Abdülhamid (1).jpg
Sultan II. Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia


Bu seyahatte bulunan ve sonraları Osmanlı tahtına geçecek olan Sultan Abdülhamid de kendisine tüm samimiyetleriyle ev sahipliğini göstermeye çalışan Avrupalı kadınlara karşı büyük bir ihtiyatla yaklaşacaktı. 

Abdülhamid şahit olduğu bir tabloyu şöyle resmedecekti;

Fransa'da bir defa büyük bir operaya gittik. Orada usul olduğu üzere mabeyncilerden biri müdürdü. Bizi hususi odalara aldılar. Pastalar yedirdiler. Adeta saray gibi bir tiyatro. Büyük bir bina, lakin oyuncu kadınlar adeta çıplak. Ten rengi daracık fanila don giymişler, etleri görünüyor. Üzerine kısa bürümcük örtü koymuşlar, bütün göğüsleri her tarafı açık raks ediyorlar.

O vakit elektrik ziyası olmadığından hususi renkli ziyalar aksettiriyorlar. Mevsim yaz, hava sıcak, biz localarda otururken adeta halk yerlerinde terlerini siliyor, şişman şişman herifler alınlarındaki teri mendilleri ile siliyor, yine onu seyrediyor, tahammül ediyorlardı.

(Sultan Aziz, Hususi, Siyasi Hayatı, Devri ve Ölümü,
Halûk Y. Şehsuvaroğlu)


Ön yargıları kıran Avrupalı kadınlar

İlerleyen yıllarda Avrupalı seyyah kadınlar, hem Avrupalı erkek seyyahların tamamen fantezisine dayanan harem ön yargılarını yıkacak hem de Osmanlı'nın Avrupalı kadınlara olan ön yargısının değişmesine neden olacaktı.

Öyle ki harem kadınları, Avrupalı kadınlarla yakın dostluklar kuracak ve seyyah kadınların teşvikiyle harem hayatında önemli değişikliklere gideceklerdi.
 


Yine başta Sultan Abdülhamid, şehzadeliği dönemindeki ön yargıları aşacak ve Avrupalı kadınların seyahatnamelerine kibarlığı ile damga vuracaktı.

Sultan Abdülhamid, Avrupalı kadınlarla yalnızca yakın bir dostluk ilişkisi kurmayacak onlardan politik anlamda da faydalanacaktı. 

Ünlü Avrupalı kadın seyyahlardan Anna Grosser Rilke, Sultan Abdülhamid'in kendisine yaptığı politik teklifi kitabına şu sözlerle yazacaktı; 

Benim Alman elçiliği ve ailesi ile sıkı ilişki içerisinde olduğumu biliyordu, dolayısıyla orada konuşulan siyasi önemi olan haberler konusunda kendisini bilgilendirmemi teklif etti. Benim para kazanmam gerektiğini de biliyordu, bu emeğim karşılığında maddi bağlamda da iltifatlara mazhar olacaktım. Sözün kısası benden casusluk yapmamı istiyordu.
 

Anna Grosser Rilke.jpg
Anna Grosser Rilke


Mevcut ön yargıları kıran sayısız Avrupalı kadın seyyahın arasında Lady Mary Montagu, Anna Grosser Rilke ve Grace Ellison gibi isimler bulunuyordu.

Elbette Osmanlı topraklarını ziyaret eden her Avrupalı kadın Osmanlı dostu değildi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Arap milliyetçiliği için "el Hatun, Çöl Kraliçesi, Müminlerin Annesi"; "biz Türkler" için "Çöl Tilkisi, Çölün Cadısı" gibi sıfatlarla anılan İngiliz bilim insanı ve ajan Gertrude Bell Iraklı tarihçiler arasında ise "Irak'ın Taçsız Kraliçesi" olarak ünlenecekti.

O da Osmanlı topraklarını bir uçtan uca gezecek Osmanlı halkları hakkında önemli notlar tutacak ve fotoğraflar çekecekti.

Elbette Gertrude Bell'in ve takipçilerin niyeti diğer seyyahlar kadar halisane değildi.

Ünlü düşünür Edward Said, Bell ve takipçileri için şu ifadeleri kullanacaktı; 

Doğu üzerinde gelişen resmî bilgiden nefret ediyorlardı. Hiçbiri Avrupa'nın doğu hakkında beslediği geleneksel düşmanlık ve korkudan kurtulabilmiş değildi. Fikirleri modern Oryantalizmin gidişine yön vermiş ve kişisel gayretlerle ona akademik özellik kazandırmıştı.
 

Lady Mary Montagu.jpg
Lady Mary Montagu


Avrupalı kadın seyyahların içerisinde şüphesiz en özel yere sahip olan kişi 'Şark Mektupları' isimli eseri ile Lady Mary Montagu idi. 

Montagu, özellikle saray kadınları ile kurduğu dostluk ve gördüklerini gerçekçi bir şekilde aktarması sayesinde bilinen birçok yanlışın düzeltilmesini sağlamıştı.

Ayrıca Montagu, kişiliği ve birikimi ile İstanbul'un cemiyet hayatında da saygın bir yere sahip olmuştu. 

Bir diğer Avrupalı Seyyah kadın Grace Ellison eseri ile Osmanlı algısında önemli değişimler sağlamıştı.

Ellison, özellikle Türk kadınını mercek altına alarak bugün Türk okuru için de önemli bilgiler sunmaktadır;

Türk kadınları evlerinin kapılarını her zaman yabancılara açmıyor; bunun sebebi yabancılara karşı dostça duygular beslememeleri değil, asıl sebep, yabancıların onlarla alay ederek, onları güvensizliğe itmesi ve en önemlisi de onlara acıması.

Ah şu harem kelimesi! Avrupa bu talihsiz kelimenin manasını nasıl anlayacak? Kutsal ve yasak anlamlarına gelen bu Arapça kelime, Türk evlerinde sadece kadınlara ayrılan bölümleri anlatmak için kullanılır.


Kayda değer bir diğer önemli Avrupalı kadın seyyah da Georgina Adelaide Müller idi. O da özellikle harem konusunda yaptığı saptamalarla Avrupalı erkek seyyahların fantezisine dayanan birçok yanlışın ortaya çıkarılmasını sağlayacaktı; 

Türkiye'yi ziyaret eden hiç kimse burada birkaç Harem (Türk evi) görmeden insanların gerçek yaşamları hakkında hiçbir şey bilemez. Türk evleri gözden ırak olduğu için Türk hanımlarının hiçbir etki sahibi olmadığını düşünmek hata olur. Tam tersine, bu hanımlar dışarıda dolaşmakta, ziyaretlere gidip ziyaretçi kabul etmekle vakit geçiremedikleri için türlü entrikalar çevirmek, planlar kurmak keyfine sahiptirler.


Elbette kadın seyyahlar da Avrupalı erkek seyyahlar gibi zaman zaman gerçekten sapmış ve özellikle harem konusunda okuyucunun duymak isteyeceği şeyler yazmıştı. Bunların başında yine Montague geliyordu. 

Montague'yi bir başka Avrupalı kadın seyyah Julia Pardoe, şu sözlerle yalanlayacaktı; 

Lady Montague'nun anlattığı lüzumsuz ve şehevani teşhirciliğin izine rastlamadığımı söylemeden geçmiş olursam haksızlık etmiş olurum. Ya bu sarışın sefir hanımı, garip bir merasime katılmış olmalı, ya da Türk hanımlar edep mevzuundaki fikirlerinde daha hassas ve müşkülpesent hale gelmiş olmalı.


Osmanlı'ya gelen Avrupalı kadın seyyahların en çok merak ettikleri konu Türk erkeklerinin çok eşli evlilikleri konusundaki efsanelerdi.

Oysa bunun da çoğunlukla bir şehir efsanesine dayandığını yine bir Avrupalı kadın seyyah Lucy Garnett tarafından ortaya konulacaktı; 

İslam hukukunun bir erkeğe dört eşle evlenme ve sınırsız cariyeye sahip olma iznini vermesine karşın, genellikle, sanılanın aksine, bir Osmanlı ailesi, hiç de evin reisiyle evli birçok kadından oluşmaz. Aslına bakılırsa, günümüzde Türk emekçi sınıfında tek eş kuraldır ve daha varlıklı sınıflarda birden fazla eş istisnadır; her zaman böyle olduğu açıktır.


Meşhur Venedikli Signor Grellot'tan bu yana harem, Avrupalı seyyahların tutkulu rüyasıydı. Grellot'un hikâyesi ibret olacağı yerde Avrupalı seyyahların tutkusunu artırmıştı;

Grellot, Osmanlı haremi hakkında duydukları ile kendisinden geçmiş bir Venedik tercümanıydı. Osmanlı haremi hakkındaki her bilgi onu heyecanlandırıyordu; fakat Grellot için duymak yetmiyordu. Bu yüzden Topkapı sarayını karşıdan gören evine büyük bir teleskop yaptırarak Osmanlı Sarayını ve bilhassa da haremi 'dikizlemeye' başladı. 

Grellot, kendisini iyiden iyiye teleskopa kaptırmıştı. Sarayın içinde olup bitenleri görebilmek için düzenli olarak haremi inceliyordu. Grellot'un bu sapkın davranışı kısa süre içinde fark edildi ve saraya haber verildi. Grellot yine kendisini kaptırmış bir biçimde sarayı izlediği bir sırada Yeniçeriler kapıyı kırarak içeri girdi ve onu tabir-i caiz ise iş üstünde yakaladı. Grellot'un bu yaptığı affedilmedi ve derhal başı vurularak idam edildi.

(Gerçekler ve efsaneler arasında harem,
Independent Türkçe)


Elbette bütün Avrupalı erkek seyyahları da bir kefeye koyup hepsi için kötüdür demek yanlış bir tespit olacaktır.

Gerçek anlamda Türk dostu olan ve Osmanlı'yı tanıdıktan sonra ülkemizin politikaları için mücadele eden isimler de vardı.

Bunların başında Pierre Lotti ve Lew Wallece gibi isimler gelmektedir.
 

Pierre Loti Louis Marie Julien Viaud (1).jpg
Pierre Loti Louis Marie Julien Viaud / Fotoğraf: Wikipedia


Lotti, Osmanlı'yı, bütün Avrupa kamuoyunu karşısına alma pahasına şu sözlerle savunacaktı;

Ben sizin vatanınız için kendi vatanımmış gibi mücadele ediyorum. Fakat düşmanlarımız ordular teşkil ediyor ve maatteessüf vicdana getirilemeyecek taraftarlıklarla çarpışıyorum.
 

lew wallece.jpg
Lew Wallece / Fotoğraf: Wikipedia


Prof. Dr. İbrahim Kalın da Wallece'ın ABD'de Osmanlı adına yaptığı hizmetleri şu sözlerle aktarır;

Wallace'ın bu 'Osmanlı müdafaası', sadece Abdülhamid'le sınırlı değil. Wallace, 10 Şubat 1887'de Brooklyn Müzik Akademisi'nde yaptığı bir konuşmada Türkiye'den ve Türklerden büyük övgüyle bahseder. 'Türkiye'de sarhoş bir Türk'e hiçbir zaman rastlamadım' der ve ekler:

'Türkler son derece kibar ve dindar insanlardır'.

Wallace konuşmasında haremle ilgili hikâyelerin birer hayal ürünü olduğunu, çok kadınla evliliğin yaygın olmadığını, kimsenin bakabileceğinden daha fazla kadınla evlenmesine izin verilmediğini, kadınların evlerinde mahpus olduklarına dair düşüncenin yanlış olduğunu anlatır. Wallace'ın ölümüne kadar bu düşüncelerinden geri adım attığına dair bir ize rastlamıyoruz.


Bu müstesna örneklerin yanı sıra birçok olumsuz örnek de saymak mümkün. Yine de iki taraflı ön yargı ve yanlış anlamaları kıran en önemli itici güç Osmanlı topraklarına gelen Avrupalı kadın seyyahlar olmuştur.

Çoğu; politik hırs ve nefret taşımadığı için yazdıkları eserler Avrupalı erkek seyyahlarınkinden çok daha değerli durumdadır.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Lady Mary Montagu'nun 'Şark Mektupları' eseri; Ellison Grace'nin 'İstanbul'da Bir Konak ve Yeni Kadınlar' eseri, Anna Grosser Rilke'nin 'İstanbul'da Hoş Bir Sada' eseri, İbrahim Kalın'ın 'İslam ve Batı' eseri ve Selçuk Düğer'in 'Kadın Seyyahların İmgelemesinde Osmanlı ve Batı Dünyası' isimli çalışması incelenebilir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU