Dış politikada ince ayar başladı

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Uzun ve çok yıkıcı bir dönemin ardından nihayet dış politikada toparlanma iradesi ortaya konuldu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun Mısır'la diplomatik düzeyde görüşmelerin başladığını açıklamasıyla belirginlik kazanan dış politikayı gözden geçirme süreci başta Mısır olmak üzere karşımızdaki ülkelerin adları açıklanmayan yetkililerinin yaptıkları açıklamalarla devam ediyor gibi görünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da açıklamalarıyla destek vermeye çalıştığı bu sürecin sonunda Mısır, Suudi Arabistan ve hatta İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik başlangıç adımlarının atılması kuvvetle muhtemel görünüyor.

BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) ile ilişkiler ve Suriye meselesi ayrı dosyalar olarak kalabilir; ancak onların da bu süreçte ele alınması özellikle BAE'nin Suudi Arabistan'la yaşadığı rekabet dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerini uzun süre gergin devam ettirmek istemeyerek Ankara ile uzlaşma yoluna gitmesi çok uzak bir ihtimal olmayabilir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türkiye'nin dış politikasının sürdürülemez hale geldiğini vaka ve analizlerle yıllardır ortaya koymaya çalışan birisi olarak 1 gidişattan memnun olduğumu ifade etmek isterim.

Öte yandan bu uzlaşma/normalleşme sürecine katkıda bulunabileceğini düşündüğüm bazı önerilerimi de buraya eklemek isterim.

İlişkilerin şiddetle bozulmasına sebep olan süreçte izlenen politikalar, yapılan açıklamalar, liderler seviyesinde söylenen ve karşı tarafların hakaret olarak algıladığı sözler dikkate alındığında öncelikle bu uzlaşma döneminde nelerin yapılmamasının gerekli olduğunu söylemek gerekir.


Önce şu tespitle başlayalım. Türkiye'nin Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve hatta Suriye ile ilişkileri söz konusu ülkelerin ulusal çıkarlarımıza aykırı tutum/politika veya talepleri yüzünden bozulmamıştır.

Hatta bu listeye İsrail ve Fransa da eklenebilir. Yani bu ülkelerle aramızda Yunanistan veya Kıbrıs Rum Kesimi ile yaşadığımız toprak, deniz yetki alanı gibi pek çok uzlaşmazlığın oluşturduğu derin ve kısa zamanda çözülmesi özellikle muhataplarımızın iç politikaları ve iç kamuoyları dolayısıyla mümkün görünmeyen sorunlar yoktur.

Fakat buradan hareketle Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile aramızdaki ilişkilerin 'hadi' deyince çözülüvereceğini beklemek de fazla iyimserlik olabilir; zira bu devletlerle kamuoyları önünde uzun süren bir soğuk savaş yaşadığımız gerçeğini unutmamak gerekir.

Üstelik ilişkileri bozan ve şimdi toparlamaya çalışan yönetimler hem Türkiye'de hem de muhatabımız olan ülkelerde görev başındalar.

Bu da ciddi bir güven sorunu yaratabilir ve ilişkilerin onarılması atılacak cesur adımlara rağmen zaman alabilir.


İdeolojik ve duygusal içerikli bu tür soğuk savaşların ardından devletlerin uzlaşması mümkün olmakla birlikte pozitif bir barış ve istikrar ortamının oluşturulması pek kolay olmayabiliyor.

Örneğin Suriye ile yaşadığımız uzun süreli soğuk savaşın ardından Şam yönetimi ile Adana Mutabakatı (1998) temelinde uzlaşma sağlandı; ancak bu, Ankara'nın güç kullanmayı da seçenek olarak masaya koyduğu, İsrail ile yakın ilişkiler kurduktan ve Suriye-Yunanistan eksenini fazlasıyla dengeleyen bir ittifak/yakınlaşma oluşturduktan sonra başlattığı kriz yönetimi sayesinde elde edilebildi.  

Bulgaristan'ın 1980'li yıllarda soydaşlarımıza yönelik kabul edilemez politikaları yüzünden yaşadığımız gerginlikler oradaki komünist rejimin çökmesi, yeni rejimin Türkiye ile yakınlaşma istemesi ve Türkiye'nin makul politikaları sonunda aşılabildi.


Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail'in talepleri

Bu defa hangi sorunların ortaya çıkması muhtemel ve bu sorunlar nasıl ele alınabilir? Açık kaynaklardan takip edebildiğimiz kadarıyla Mısır genel bir uzlaşma karşılığında kendisinin iç işlerine karışılmaması, bu konuda özellikle vaktiyle Türkiye'ye gelmiş ve buradan Mısır'a yönelik faaliyetler örgütlediği söylenen Müslüman Kardeşler gruplarının pasifize edilmesini talep ediyor.

Ayrıca son yıllarda yaşanan soğuk savaşın Ankara tarafından kabul edilerek Türkiye'nin bir daha Mısır'ın iç işlerine karışmayacağını, Arap toplumlarına yönelik açıklamalar/çağrılar yapmayacağını ve Arap devletleri arasındaki münakaşalarda/tartışmalarda/uzlaşmazlıklarda taraf tutmayacağını garanti etmesini istiyor.

İsrail'in taleplerinde de büyük bir paralellik gözlenebiliyor. Hamas ile ilişkilerine son ver, Türkiye'den faaliyet gösteren Hamas mensuplarını ülkeden çıkar veya sustur, Doğu Kudüs'te Filistinlilere yönelik çabalarını azalt ve Filistinliler için politikalarını/çabalarını meşru Filistin Yönetimi üzerinden sürdür.

Bu ülkelerin hepsinin ortak bir başka talebi ise özellikle hükümet yanlısı medyada ağır tenkit ve hakaretlere varan yazıların/konuşmaların durdurulması.

Bunları dikkatle incelediğimizde, ilişkilerini normalleştirmek isteyen devletler arasında zaten olması gerekenler şeklinde değerlendirebiliriz.

Neticede bir devletin başka bir devlete karşı her türlü yıkıcı faaliyeti yürütmesi, o devleti istikrarsızlaştırmak veya uluslararası platformlarda zarara uğratmak maksadıyla çabalarına devam etmesi halinde ancak Ankara-Atina arasındaki gibi büyükelçilik teatisi yapılabilir. Bunun ötesinde bir dostluk ilişkisi kurmak söz konusu olamaz.


Amacımız dostluk dönemlerine geri dönmek olmalı

Oysa biz bütün bu devletlerle yakın zamanlara kadar büyük çabalar sonucu oluşturduğumuz dostluk ilişkilerine geri dönmek amaçlı bir politika izlemeliyiz.

O zaman bu taleplerin kabulü karşı taraflara verilen taviz değil, ilişkileri normalleştirme ve dostane bağlar ile ortaklıklar kurma amacına yönelik, aradaki yanlış anlamaları ortadan kaldırma girişimi şeklinde düşünülmelidir.

Bu satırlar yazılırken, Ankara'nın Türkiye'de faaliyet gösteren Müslüman Kardeşler yayın organlarına kısıtlama getirmeye başladığı yönünde Arap haber ajanslarına dayanan bazı haberler çıkmakta olduğunun altını çizmek gerekir ki, bunlar doğru yolda atılan adımlardır. 


Öte yandan Mısır'ın Türkiye'nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasından çekilmesi ve Libya'dan ayrılmasını talep ettiğine dair medyada çıkan haberler doğruysa bunların kabulünün mümkün olmayacağı karşı tarafa uygun diplomatik lisanla söylenirken, bu konuların Karadeniz özelinde nasıl yapıldığına dair örnekler verilerek benzeri anlaşmaları Ankara'nın Kahire ile yapmak istediği tezinden geri adım atmadan ısrarcı olmak; ama Mısır'ın vereceği ilk tepkilerden dolayı müzakereleri de koparmamak lazımdır.

Ayrıca Mısır ve Türkiye'nin (gerekirse diğer Arap devletleriyle birlikte) Kahire Platformu kurarak Libya'daki barış ve istikrar sürecine katkıda bulunabileceği teklif edilebilir.


Bu çabalar sırasında üst düzey yetkililerin beyanat vermekten kaçınması mutlaka faydalı olacaktır; çünkü dış politikada müzakere süreçleri kamuoyunda tartışılmaz.

Özellikle üst düzey yetkililerin Türkiye'nin Mısır'da demokrasi inşası amacından hiçbir zaman vazgeçmeyeceği gibi beyanatlar vermesinin bu müzakerelere faydası olmayacağı açıktır. 2 

Hatta Mısır halkı ile Türk halkının aynı kültür ve geçmişe sahip olduğu ve Mısır halkının Türkiye'nin açılımını reddetmeyeceği gibi açıklamalar da karşı tarafça kendi iç işlerine müdahalenin ve Ankara'nın Mısır halkına mesaj vermeye çalışmasının örneği gibi algılanabilir. 


Bu müzakereler başlangıçta göründüğü kadar zor veya kolay yürümeyebilir. Ayrıca Türkiye'deki yönetimin Müslüman Kardeşler örgütünü desteklediği, başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerinde bu grupların iktidara gelmesi için uğraştığı, Mısır'daki yönetimi devirmeye çalıştığı veya o yönetime zarar vermek için ciddi çabalar sarfettiği; ama aynı iktidarın dış politikasının sıkışmasından dolayı ilişkileri toparlamak için harekete geçtiği suçlaması/algısı devam ederken bu müzakerelerde emekli duayen diplomatlardan da faydalanarak bir devlet politikası çerçevesinde belirlenen bir uzlaşma siyaseti izlediğimiz intibaı karşı tarafa verilebilir. 

Sn. Onur Öymen, Sn. Uluç Özülker ve Sn. Yaşar Yakış gibi tecrübeli ve Türkiye'nin siyasi yelpazesinin geniş bir kesimini temsil eden kadroların devlet kurumları içinden ve dışından belirlenecek ekiplerle bu müzakereleri yürütmelerinin faydalı olabileceği de düşünülebilir.

İstikşafi görüşmelerde Yunanistan çoktan emekli ama oldukça tecrübeli bir büyükelçisini heyet başkanı olarak karşımıza getirirken, bize pozisyonunun değişmediği mesajını vermişti.

Biz de bu değerli diplomatlarımızı görüşme masasına göndererek iyi ilişkiler içinde olmayı arzu ettikleri Türkiye'nin aynı niyet ve duygularla masaya geldiği mesajını vermiş oluruz.

Ayrıca böyle bir girişim hükümeti muhalefetin eleştiri ve baskısından kurtarıp Türkiye bütünlüğü sağlamasına yardımcı olabilir.


Bu müzakereler ve uzlaşma sürecinden bir anda ilişkilerin bozulmadan önceki haline getirileceğini beklemek yanıltıcı olabilir.

Çabalarımız bu ülkelerin Türkiye-Yunanistan ihtilafında taraf olmamalarını, sonra adım adım stratejisiyle bizimle Libya anlaşmamızın esasları üzerinden deniz yetki anlaşmaları yapmalarını sağlamaya yönelik olmalıdır.

Bölgede çıkan ve bulunması muhtemel bütün doğal gazın en uygun güzergahının Türkiye olması söz konusu ülkelerin değerlendirmeleri üzerinde mutlaka olumlu etki yapacaktır; ancak sorun güven ilişkisinde yattığı için çok hassas dengelerle yürütülecek diplomasinin uzun sürebileceği ve başlangıçta normalleşme büyükelçiler teatisiyle sağlansa bile bu ilişkilerin pozitif barışa doğru evrilmesinin zaman alabileceği dikkatle değerlendirilmelidir.

 

 

1. Bu konuda Independent Türkçe'de çıkan iki değerlendirmeme bakılabilir.
Hasan Ünal, Dış Politikaya Yeni Ayar (24 Eylül 2020) https://www.indyturk.com/node/248846/türkiyeden-sesler/dış-politikaya-yeni-ayar
Hasan Ünal, Ve Perşembe Geldi… (10 Şubat 2021) https://www.indyturk.com/node/313181/türki̇yeden-sesler/ve-perşembe-geldi…

2. https://www.yenisafak.com/gundem/ak-parti-genel-baskanvekili-kurtulmus-misirda-demokrasi-yeniden-tesis-edilmelidir-3614189

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU