ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'nin şifreleri: Yeni bir hegemonya iddiası mı?

Dr. Hande Orhon Özdağ Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Joe Biden'ın başkanlık koltuğuna geçmesinden sonra, ABD'nin dış politika yöneliminin nasıl olacağı merak konusuydu.

Hatta Biden'ın ABD içerisinde estirdiği "demokrasi rüzgârının" uluslararası arenada da eseceğine ilişkin iyimser bir beklenti de vardı.

ABD dış politikasının yeni dönem pusulasını ortaya koyan Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Rehberi, 3 Mart 2021'de yayımlandı.

Çin'in, ABD'nin en önemli rakibi olarak nitelendiği belge kamuoyunda daha çok ittifaklar, demokrasi ve diplomasi vurguları üzerinden tartışıldı.

Belgenin yayınlanmasından bir hafta geçmeden Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, ABD'nin iç müdahalelerini ima edecek şekilde Çin ile Rusya'nın "siyasi virüslere" karşı ortak mücadele ettiğini söyledi.
 


Böylelikle yakın gelecekte uluslararası ilişkilerin nereye evrileceğine ilişkin şüpheler su yüzüne çıktı. Aslında ABD Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Rehberi bununla ilgili önemli ipuçları taşıyor. 


ABD Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Rehberi'nde, evrensel değerlere, ortak amaçlara, uluslararası düzenin temelini oluşturan normlara ve bunların tehdit altında olduğuna ilişkin yoğun bir vurgu var.

Bu tehdidin ise demokrasiye dayanarak, ABD liderliğinde müttefikleri tarafından diplomasiyle ve uluslararası kurumlar aracılığıyla bertaraf edileceği belirtiliyor.

Hal böyle olunca belge, pek çoklarınca ABD'nin yeni dönemde liberal kurumsalcı bir perspektifle dış politikasını yönlendireceği şeklinde yorumlandı.

Ancak bu yorum, strateji belgesindeki hegemonik yaklaşımı gözden kaçırıyor.


Hegemonyanın öteki yüzü

Hegemonik dış politika Türkiye'de genel olarak askeri güce dayanan, zorba ve dayatmacı bir dış politika olarak anlaşılır.

Oysa İtalyan düşünür Antonio Gramsci'nin öğretisini benimseyen uluslararası ilişkiler teorisyenleri hegemonya kavramına bambaşka bir yaklaşım getirirler ki bu yaklaşım ABD strateji belgesindeki vizyonla örtüşüyor.

Buna göre hegemonya zorlama ve rıza edinme süreçlerinin bir bileşimidir ve esas olarak entelektüel moral liderliğe dayanır.

Hegemon aktör, müttefiklerine ortak değerler üzerinden liderlik ederken rakiplerini baskılayarak tasfiye etmeye odaklanır.

Müttefikler tarafından benimsenen ortak değerler, hegemonik yaklaşımı olan aktörün iç işlerinde benimseyip dışarı yaymak istediği değerlerdir.

Bir yandan rıza ve zorlama arasında bir denge kurulurken diğer yandan hegemon ve görece zayıf müttefikleri arasında da bir uzlaşı oluşturulur, mücadele rakip aktörlere odaklanır.

Hegemonik bir dünya düzeninde ise, hegemon aktör liderliğinde, "evrensel" kurumlar, mekanizmalar ve normlar, baskın üretim ve birikim rejimini destekleyen genel kuralları belirler. 


Bu perspektiften bakılınca ABD'nin strateji belgesindeki hegemonik yönelim çok daha açık görülüyor.

Belgede, müttefiklerle birlikte benimsenen evrensel değerler ve ortak amaçların ABD ulusal çıkarları ile örtüştüğü sıklıkla vurgulanıyor.

Bu bağlamda odaklanılan ortak değer demokrasi. Demokrasi yalnızca ABD için değil dünyadaki tüm sorunların çözümü için bir anahtar olarak sunulmuş.

Bu nedenle de demokrasinin hem ABD içinde hem de tüm dünyada tesis edilmesi gerektiği vurgulanıyor. ABD'nin uluslararası sistemin geleceğini şekillendirmesi gerektiği vurgulanmış.

Bu açıkça, hegemonik bir güç olma iddiası. Üstelik uluslararası sistemin geleceği ittifaklar, kurumlar ve anlaşmalar üzerinden diplomasiye dayanarak inşa edileceği belirtiliyor ki ABD'nin kendisine biçtiği entelektüel moral liderlik vizyonunun bir göstergesi.  


Belgedeki somut tehditler ve öncelikler açısından ise, ABD'nin kendisine biçtiği yeni hegemonik rolün baskıcı yönünü görebiliyoruz.

Dünyadaki güç dağılımının değişmesinin ABD için yeni tehditler sunduğu, bu bağlamda Çin'in ABD'nin stratejik rakibi olduğu, Rusya'nın da küresel gücünü artıran önemli bir rakip olduğu belirtilmiş.  

Dolayısıyla, ABD'nin de en güçlü askeri mevcudiyetinin konumlandırılacağı, başka bir ifadeyle kaba güç tehdidinin yöneltileceği bölgelerin Hint-Pasifik ve Avrupa'da olacağının söylenmesi de şaşırtıcı değil.

Çin ile Rusya'nın dışında, diğer otoriter devletlerin de ABD'nin rakibi olduğu belirtilmiş. Burada özellikle İran ve Kuzey Kore'nin ABD'nin çıkarlarını tehdit ettiği vurgulanıyor.

Buna rağmen sonu gelmeyen savaşlara yatırım yapılmayacağından bahsediliyor. Bu durum yeni "demokrasi mücadelesinin" vekil savaşlarıyla mı, ekonomik yaptırımlar ya da ambargolarla mı yoksa kutuplaştırarak dışlama gibi yöntemlerle mi yapılacağını sorgulatıyor. 


Aslında belgede resmedilen gerçeklik, ABD'nin NATO dahil olmak üzere ittifaklar üzerinden, uluslararası kurumlar aracılığıyla yeniden küresel liderliğe talip olduğunu gösteriyor.

"Amerika geri döndü. Diplomasi geri döndü. İttifaklar geri döndü" ifadesi de bunun açık göstergesi. Bu ise, aslında ideolojik vurgusu yüksek bir güç iddiası.

Bu açıdan Soğuk Savaş döneminin hegemonik yaklaşımını hatırlatıyor. Bu seferse ittifak çizgisi demokrasi ve otoriterlik arasına çizilmiş.

Ancak belgeyi hazırlayanlar dünyanın 1945 dünyasına benzemediğinin farkında. Nitekim ne Avrupa'yı yerle bir etmiş bir savaş var ne de sermayenin serbest dolaşımının önünde engel oluşturabilecek bir "komünist yayılma" tehlikesi.

Bu nedenle olsa gerek belgede ABD'nin geri döndüğü ama geriye dönmediği, geçmişin sorunlarına değil, bugünün ve geleceğin sorunlarına odaklanacağı hatırlatılıyor.

Bugünün sorunları da yükselen milliyetçilik, özgür toplumların yozlaşması, otoriterlik, popülizm tehdidi gibi sorunlar olarak sıralanmış. 


Çin'in iç işlerine müdahale tehdidini işaret ederek "siyasi virüslerle" mücadele edileceği çıkışını yapması da bu bağlamda önem kazanıyor.

Ayrıca Çin Dışişleri Bakanı'nın Avrupa ülkelerinin başka bir devlet tarafından kontrol edilmeyen, açık devletler olduğunu vurgulayarak Çin ile çok fazla ortak çıkarının olduğunu ve rakip olmadıklarını belirtmesi denklemi karmaşıklaştırıyor (CRI Turk 7 Mart 2021).

ABD'de yeni dönem, demokrasiyi arkasında alarak dünyada yeni bir Amerikan rüzgârı estirmeye hazırlanırken, Çin ve Rusya silahları kuşanmış, yüksek duvarların ardındaki sınırlarını korumaya hazırlanıyor.

Bu durumda Avrupa'nın nasıl tutum alacağı, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ABD'nin ardında mı konumlanacağı yoksa daha bağımsız bir yönelimde mi olacağı dünya politikasının nasıl şekilleneceğinde de belirleyici olacak gibi. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU