Yıldız Sarayı'nda bir cinayet davası soruşturmasının gizemi

Tüm hayatını devlet hizmetine adamış Mithat Paşa neden öldürüldü? Sultan Abdülhamid idam cezasına rağmen neden affetti ve Mithat Paşa'nın iddia edildiği gibi Sultan Abdülaziz'in ölümünde parmağı var mıydı?

Demokrat Parti'nin Tek Parti rejimini yıktığı 1950 senesi sonrasında birçok yanlış uygulamadan süratle geri dönüldü. 

Türkçe ezan gibi hilkat garibesi bazı uygulamalardan vazgeçildiği gibi birçok isme iade-i itibarda bulunuldu. 

Bu uygulamalardan şüphesiz en ilginç olanı, aslen İttihat ve Terakki'nin eski bir mensubu olan Demokrat Parti Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın bilhassa alakadar olduğu bir mezar taşıma işlemiydi. 

Mezarı taşınan kişi, bugün Abdülhamid tarafgirliği ile öne çıkan bazı mutaassıp kesimlerin hain olarak lanse ettiği ve ismini yerden yere çaldıkları Mithat Paşa'ya aitti.  
 

Mithat Paşa.jpg
Mithat Paşa / Fotoğraf: Wikipedia​​​​​​


Cumhurbaşkanı Bayar, Cidde Büyükelçimiz Cevdet Ülker'e kesin bir talimatla verdiği emirde Merhum Mithat Paşa'nın naaşının vatanına getirilmesi için gerekenlerin süratle yapılmasını istedi. 

Suudi Arabistanlı yetkililerin de yardımıyla 6 Haziran 1951 tarihinde Mithat Paşa'nın gömülü olduğu mezar açıldı ve askeri törenle yurda getirilmek üzere yola çıkarıldı. 

Nihayet 26 Haziran 1951 tarihinde Mithat Paşa'nın naaşı ölümünden yaklaşık 70 küsur sene sonra vatanına dönmüştü.

Demokrat Partili Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Mithat Paşa'nın mezarı başında şu sözleri sarf edecekti;

Zulüm ve istibdat insanları mağdur edebilir, fakat milletine hizmet edenlerin kıymetini hiçbir zaman azaltmıyor. Ferdî saltanatın idaresi, hanedan menfaatlerinin korunması pahasına irtikâp olunan cinayete karşı hak yerini bulmuş oluyor.


Akıllarda ise şu sorular kalacaktı;

Tüm hayatını devlet hizmetine adamış Mithat Paşa neden öldürüldü?

Sultan Abdülhamid idam cezasına rağmen neden affetti ve Mithat Paşa'nın iddia edildiği gibi Sultan Abdülaziz'in ölümünde parmağı var mıydı?


Yıldız Sarayı'nda kurulan bir mahkeme değil, darağacıydı

Sultan Abdülhamid, Ali Suavi Vakasının meydana getirdiği deprem sonrası Şehzade Murad faslını ve kendisine muhalif olarak gördüğü isimleri tamamen tasfiye etmek üzere Sultan Abdülaziz'in ölümü üzerindeki şayiaları araştırmak üzere Yıldız Sarayı'nda bir mahkeme kurdurttu. 

Mahkeme azaları olarak seçilen ve suçlamaların isnat edildiği kişiler son derece politik kimselerdi. Konuyla ilgili elimizde bulunan en güçlü kaynağın müellifi İsmail Hakkı Uzunçarşılı davayı Mithat Paşa'nın tasfiyesi olarak yorumlayacaktı;

Abdülhamid'in en ziyade çekindiği Midhat Paşa idi. Mustafa Reşit, Ali ve Fuad Paşalar'dan sonra halkça en ziyade tanınmış bir vezirdi. Şahsi bir emel ve ihtirası yoktu, fakat bu kadar meziyetleriyle beraber aynı zamanda safdildi, etrafındaki mahdut bir zümre ile pervasızca hareketleri, aleyhtarları tarafından mübalağalı surette saraya anlatılıyordu.

Midhat Paşa sırf, meşruti idare kurmak için Abdülaziz'in hal'ine taraftar olmuştu. Sultan Hamid gibi kinci, vehimli bir hükümdara kafa tutarak başladığı bütün işleri yüzüstü bırakması, hükümet reislerine lazım olan teenni ve ihtiyata riayet etmeyerek pervasız hareketi, hem kendi felaketini hem de memleketin zararını mucip olmuştur.

Gördüğüm vesikalarla okuduğum eserlerden şunu anladım ki, Midhat Paşa büyük vatanperver ve mükemmel teşkilatçı, dürüst afif, fedakâr bir devlet adamı olmuş, fakat bir hükümet reisi olamamıştır. Abdülaziz' in hal'inde amil olan Midhat Paşa'nın onun ölümünde rolü yoktu, bunu Abdülhamid'de biliyordu. Abdülhamid çok korkup çekindiği Midhat Paşa'yı padişah katili olarak halk nazarında çürütüp mahvetmek istiyordu.

(Taif Mahkûmları - Uzunçarşılı)
 

Abdülhamid.jpg
Sultan II. Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia​​​​​​


Mahkeme sadece iki gün sürmüş, sonuçta Mithat Paşa ile beraber birçok isme idam kararı çıkmıştı.

Mithat Paşa yöneltilen suçlamalar sonrası iddianame ile ilgili kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap verecekti;

İddia Makamı: Pekiyi, siz itham mazbatasını okumuşsunuzdur, nasıl buldunuz? 

Mithat Paşa -İtham mazbatasının yalnız iki yerini sahih ve doğru buldum. Onun da birisi başındaki Besmelesi ve diğeri nihayetindeki tarihidir. Diğer yerleri yalan ve yanlış ve münazara kaidelerinden hariç sözlerden ibarettir.

(Mithat Paşa'nın Hatıraları - Osman Selim Kocahanoğlu)


Mahkeme huzuruna çıkartılan isimler yalnızca Mithat Paşa ile sınırlı değildi; Damat Mahmut Celalettin Paşa, Damat Nuri Paşa ve Mabeynci Fahri Bey gibi önemli isimler mahkemede sanık olarak bulunuyordu.

Kalan kişiler binbaşı ve saray çalışanı gibi rütbe ve görevlere sahipti. Yine hal' fetvasına onay veren Hayrullah Efendi de yakayı kurtaramayacaklar listesindeydi. 

Mahkemeyi teşkil ve icrasından sorumlu olan isimler de Mithat Paşa aleyhtarlığı aleni olan kişilerdi. Bunların başında Mecelle'nin mimarı olan Ahmet Cevdet Paşa geliyordu.
 

ahmet cevdet paşa.jpg
Ahmet Cevdet Paşa / Fotoğraf: Twitter


Yine yıldızı Mithat Paşa ile bir türlü barışmayan Mahmut Nedim Paşa'nın Dâhiliye Nazırı olarak atanması mahkeme sürecini hızlandıran unsurlardan birisiydi.

Geçmişte Mithat Paşa tarafından ahlaki meselelerden dolayı ataması durdurulan Sururi Efendi mahkemenin icrasında önemli roller üstlenecekti. 

Mahkeme nihayetinde kurulmuş ve türlü işkencelerle sanıklardan itirafnameler alınmıştı. Buna göre cinayet Mabeyinci Fahri Bey'in liderliğinde bir saray çetesi tarafından gerçekleştirilmişti.

Uzunçarçılı'nın aktardığına göre sanıklar ayakları kızgın sobaya konulmak ve hayâ bölgelerine türlü eziyetler uygulanmak suretiyle itiraflar alınmıştı. 

Mahkeme düşünüldüğü gibi adil olmamış, bazı uygulamalar yargılamaya gölge düşürmüştü. Bu yanlış uygulamalar daha en başta Mithat Paşa'nın tutuklanması sürecinde başlamıştı.


Mithat Paşa'nın evinin basılması ve Fransız Konsolosluğu'na sığınması hadisesi 

Mithat Paşa Avrupa'da sürgünde bulunduğu sırada Padişah İkinci Abdülhamid, onun gibi değerli bir devlet adamına Osmanlı'nın ihtiyacı olduğunu bildirerek yurda dönmesini istemişti. Mithat Paşa da bunun üzerine ülkesine dönmüş ve İzmir'e Vali olarak atanmıştı. 

Oysa Mithat Paşa'nın yüksek profilli bir devlet adamı olması ve geçmişte çok kritik konularda imzası bulunması sebebiyle yenilik taraftarı muhaliflerin her daim onun gölgesine sığınmasına neden oluyordu.

Bu durum zaten endişeli bir padişah olan Sultan Abdülhamid'in otoritesine gölge düşüren ve vehmini artıran bir unsurdu. 

Mithat Paşa, İzmir Valiliği sırasında şehirde meydana gelen her gelişmeden yakinen haberdardı. Hüsnü Bey ismiyle ahlaki yoksunlukları bulunan bir subayın kendisinden habersiz şehre geldiği istihbaratını aldığında bu kişinin İstanbul tarafından kendisine karşı girişilecek bir operasyon için şehre geldiğini kısa sürede anladı. 
 

sultan abdülaziz.jpg
Sultan Abdülaziz / Görsel: Pinterest


İstanbul'da Sultan Abdülaziz'in ölümünün araştırıldığı da Mithat Paşa'nın kulağına gelmiş; ama meselenin kendisiyle yakından uzaktan alakadar etmeyeceğini düşünerek gerekli tedbiri almamıştı. Yine de Hüsnü Bey gibi bir kelle avcısının şehre gelmiş olması içini huzursuz etmişti.

Nihayet bir gece sabaha karşı Hilmi Paşa ve Hüsnü Bey İzmir'de emirleri altına aldıkları yaklaşık üç bin kişilik askeri birlikle Mithat Paşa'nın evini muhasara altına aldı.

Olayın künhünü kavrayamayan Mithat Paşa can havliyle evden kaçmak zorunda kaldı. Görgü tanıklarının ifadesine göre askerler evi kuşatırken herhangi bir uyarıda bulunmamış, iki defa sadarete gelmiş böylesi bir devlet adamının evine kurşunlar saçarak girmişti.

Operasyonun şekli gösteriyordu ki asıl gaye Mithat Paşa daha mahkeme huzuruna çıkmadan işinin bitirmekti. Komşularının yardımıyla evden çıkmayı başaran Mithat Paşa, sonraları "hayatımın en büyük hatasıydı" dediği bir yanlış yaparak Fransız Konsolosluğu'na sığınacaktı. 

Mithat Paşa'nın hasmı olsa da Ahmet Cevdet Paşa, operasyonun şekline bir hayli kızmış ve Mithat Paşa gibi bir devlet adamına bu muamelenin ahlaki olmadığı görüşünü bildirmişti.

Mithat Paşa'nın can havliyle de olsa bir ecnebi konsolosluğuna sığınmasını ise Cevdet Paşa tarafından sert bir muhtıra ile kınanmıştı;

İzmir'de Fransa devleti başkonsoloshânesine firar eylediğiniz hakkında resmî tebliğ vuku' bulmamış olsaydı, kat'iyyen inanmazdım. Hele bana İstanbul'a ancak bir ecnebi gemisiyle gidebileceğiniz ve İstanbul'da da ancak büyükelçilerin taahhüdü altında bir mahkemede muhakeme edilmeyi kabul ettiğiniz hakkında yolladığınız haber, inanılacak gibi değildir. Başka tedbirlere hacet bırakmadan derhal çıkarak teslim olmanızı rica ederim.


Elbette Mithat Paşa'nın yaptığı tasvip edilebilecek bir hadise değildi; ama devletine 45 sene şerefle hizmet etmiş iki defa Sadrazamlık makamına gelmiş bir şahs-ı münevvere böylesi habis bir kalkışmanın da izah edilebilir bir tarafı bulunmamaktaydı.

Mithat Paşa biçare durumunu şu sözlerle izah ediyordu;

Abdülaziz'in kaili meselesi, resmi makamlardan henüz şimdi işittiğim bir söz olup, madem ki böyle bir dava var imiş ve bize dahi taalluk etmiştir; dava ve muhakeme için bir umumi kaide var iken, asker şevkiyle bu derece bir cebri muamele ve şiddet yaratılmasına ne mecburiyet vardı?

Bir konuya dair bir sual vukuu buldu da cevap mı verilmedi? Veyahut muhakemeye davet olundu da imtina mı edildi?

Muhakeme [yargılama] konusu benim de istediğim şey olduğu ve fakat şu vukuat üzerine emniyetim kalmadığı cihetle, hayat ve namusuma halel gelmemek ve yapılacak muhakeme aleni olmak şartıyla, temin olunur ise muhakemeye hazırım.


Mithat Paşa'nın katledilmesi ve mahpusluk: İnsan şu ömür üzerine daha kaç sene yaşayabilir

Mahkemeden peşi sıra idam kararları çıkmış, Abdülhamid bu idamları ömür boyu hapis cezasına çarptırmıştı. Mithat Paşa'ya da Taif zindanlarının yolu görünmüştü. 

Mithat Paşa haremine yazdığı mektupta ahvalini şu sözlerle anlatacaktı;

Gelelim şimdiki halimize, yani şahsi durumumuza. Bizim arkadaşların cümlesi kederli ve üzgün iseler de, ben onlar kadar üzüntülü değilim. Ve şu durumun, benim için tasavvur olunduğu derecede güç ve ağır gelmiyor.

Sebebi yaşın altmışı geçmiş olması. İnsan şu ömür üzerine daha kaç sene yaşayabilir. Bir de malûmunuzdur ki, geçen seneden beri, bir tenha yer olsa da, çekilip ve her şeyden feragat edip geri kalan ömrümü ahiret için sarfetmeyi kurmuş idim ve bunu çok kere söyler idim.

En ziyâde zihni meşguliyetimi Kur'an-ı tilâvete hasredip, elhamdülillah Kur'an-ı Kerim'i yeniden ezberleyip hıfza müyesser oldum. 

Şimdi. 'Kadde-sem' i Allahü te âlâ cüz'üne geldim. Namaza bile arzu ile devam ediyorum. Estaîzubillahı 'Mâ Esâbe inin Musibetin İllâ biiznillâhi ve men Yıı'miri billahi...' ayeti kerimesi benim için en büyük teselli kaynağıdır.

Hele aleyhimdeki iftiralar ve neşriyat ve hicviyeler, batını ve manevi nimet ve inayettir. Ben herhalde cenabı âdil-i mutlâk'a tevekkül ve teslimiyet halimleyim. Siz de ona teslimiyetle.

Cenab-ı Hakkın zuhurâtına mıuntâzır ve lütûf ve ihsan-ı ilâhiyeye müteşekkir olmalısınız.


Hapishanede de hasımları onu rahat bırakmaz ve birkaç beceriksiz suikast teşebbüsünden sonra görüştüğü kimselere şu sözleri sarf eder;

Her ne yaparlarsa yapsınlar, elhamdülillah bizler mukaddes topraklarda bulunuyoruz. Velhamdülillâhî Tealâ her şeyden temizlendik. Olsa olsa bizleri şehit ederler. Bu da bizim için dünya ve ahrette büyük bir nimettir.


Mithat Paşa yanılmamıştı, bu sözlerden kısa bir süre sonra, Hicri 1301 senesinde hasımları onu boğarak şehit etmişti.

Uzunçarşılı'nın aktardığına göre; Mithat Paşa'nın katillere söylediği son sözleri, bu cinayetle devletin askerlerinin isimlerinin tarihe kara bir leke olarak geçeceğiydi.

Nitekim Mithat Paşa bunda da yanılmamıştı, cinayete ortak olanların adları tarihin karanlık sayfalarına yazılacaktı. Bu cürmü işleyenlerin tam isimleri şöyleydi;

Anaplı Çerkes İbrahim Ağa, Kumlalı Nuri Ağa, Çanakkaleli Ahmet Çavuş, Yozgatlı Kunduracı İsmail, Kütahyalı Ahmet, Gümülcineli Mehmet, Gümülcineli Recep, Karahisarlı Osman ve Berber İsmail


Mustafa Reşit Paşa okulunun belki de en güzide devlet adamı Mithat Paşa bu şekilde şehit edilmişti.

Kendisine ahval ve akıbetine dair sorulan sorulara mütemadiyen Hazreti Hüseyin örneğini verir ve ülkesine hizmet etmekten asla pişman olmadığını dile getirirdi.

Ayrıca Abdülaziz meselesinde tüm telkin ve tekliflere rağmen bu suçu kabul etmemiş ve sonucu temyize götüren tek mahkûm olmuştu. 

 

 

*Daha Ayrıntılı bir Okuma için Uzunçarşılı'nın Taif Mahkûmları eseri ve Osman Selim Kocahanoğlu'nun Mithat Paşa'nın Hatıraları adıyla yayınlanan 2 ciltlik eseri incelenebilir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU