Kürt meselesi demokratik olarak çözülmek zorundadır

Müslüm Doğan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: atam.gov.tr

Etnik milliyetçilik çağımızda istenmeyen bir boyuta ulaşmış durumdadır. Bu boyut, "kendi kanından olanlarla birlikte yaşam" isteği, siyasetle buluştuğunda istenmeyen bir durum boyutuna ulaşmaktadır.

Bu istenmeyen sürecin tek nedeni, homojenleştirme ile birlikte yok sayma çabasıdır.

Çok uluslu devlet organizasyonlarında, ulus devlet lehine kurumsallaşma çabası homojenleşme ile sonuçlandığında sorunlar büyümektedir.

Tek yönlü bir ulus yönündeki gelişmeler, diğer ulus ve milliyetler aleyhine gelişmekte, özellikle de belirsizlikler çağı olarak ifade edeceğimiz yaşadığımız çağda, kültürel anlamda var olma çabası ve ulusal değerleri ileri kuşaklara aktarmadaki endişeler, ulus bilincini geliştirmektedir.

Egemen ulus ideolojisinin, hükümdarlık temelindeki uzlaşmaz tek taraflı kültürel ve diğer hakların karartılması, belirsizlik çağının ulus devlet uygulamalarıdır.


Ulus devletler, örgütlenmiş en ileri kurumlara sahip olması nedeniyle genelde kabul görseler de, "devletsiz uluslar"la olan ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşamaktadırlar.

Halkların bir devlet organizasyonu içerisinde bekledikleri, kültürel haklar ve tanınma çabaları modern demokrasi içerisindeki beklentilerini aşmamalarına rağmen ulus devlet tarafından bir sorun olarak görülmektedir.

Çok uluslu devletler, talep edilen kimlik ve ulusal talepleri, bölünme çabası olarak değerlendirmekte, uluslararası ekonomik rekabet gücü ve küreselleşmenin etkisiyle, artan mali krizleri, yoksulluğu, iyi yönetememenin sonuçlarını, bu taleplerle ilişkilendirerek sonunda konuyu beka sorununa indirerek, taleplerin, diğer halklar tarafından anlaşılmasını engellemektedir.


Ulus devlet kazanımlarını paylaşmak istemeyen, egemen ulus ile ezilen ulus arasında kurulamayan aynı dalga boyundaki ilişki, sorunların karmaşıklaşmasına, gerilimlerin yüksek bir enerji ortaya çıkarması istenmeyen bir durum olan çatışma ve sonuçları sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Kürt meselesi, aslında hukuksal boyutuyla ilk kez, "Kemalist önderliğin Kurtuluş Savaşı'ndaki Kürt sorununa ilişkin anayasal ilkeler ve politikaları" nedeni ile belirgin hale gelmiştir. Bu dönem ise 1918 ile 1925 yıllarını kapsamaktadır.

Özellikle Jön Türkler, Genç Osmanlıların hedefledikleri ulus devlet modeli, Kemalizm'in de hedeflediği bir durumdur.

"1908 Devrimi" tüm dünyanın savunduğu ulus devlet çözümünde yoğunlaşmıştır. Yusuf Akçura, 1904 yılında ulus devlet modelini "Üç Tarzı Siyaset" proje haline getirmiştir.

Türk askeri sivil bürokrasisi ulus devlet ile cumhuriyet fikri I.Meşrutiyet'te olgunlaştırmış ve hedeflemiştir.

Ulus devlet tartışmalarına bakıldığında, askeri ve sivil bürokrasinin gündemleri hedeflediği bu proje, "Kemalist ideolojinin" de hedefi olmuştur.

Bu süreçte Kürt aydınlarının, kendi ulusal talepleri doğrultusunda örgütlendiklerini ve uluslararası eksende isteklerini görüyoruz.

Kürdistan Teali Cemiyeti Reisi Seyyid Abdülkadir'in yoğun bir diplomasi yürüttüğü tarihi belgelerde görülmektedir.

Abdullah Cevdet, Süleyman Nazif gibi Kürt aydınları ile başını Seyyid Abdülkadir'in başını çektiği aydınlar arasında derin görüş ayrılıkları olmuştur.

Kemalist kadroların ileri sürdükleri, "emperyalist işgale, karşı vatanın birlikte savunulması" tezi Kürt aydınları arasında en çok tartışılan bir konu olarak ayrılığın nedeni de gösterilebilir.

Kürdistan Teali Cemiyeti'nin önde gelen kadroları, paşalardan, zengin eşraf çocukları, ağa ve beylerin iyi derecede eğitim gören insanlarından oluşmuştur.

Özellikle 1908 devrimi sırasında, Osmanlı'nın istibdat rejimine karşı Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti kuran aynı nitelikteki Kürt aydınlarından oluşması dikkat çekicidir.

1908 Devrimi sonrası, Kürtler anlamında ilk kez Seyyid Abdülkadir önderliğindeki Kürt aydınları; Osmanlılardan ulusal demokratik haklarını talep ederlerken,  

Kamuran Bedirhan'ın kurmuş olduğu Teşkilatı İçtimai, Osmanlı'dan ayrılarak bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması fikrin de diretmiştir.

Bu talepler, "İngiliz Devleti Kışkırtıcılığı" olarak nitelendirilmiş dönemin psikolojik zeminine hapsedilmiştir.

1900'li yılların başından, 1921 yılları arasında değişik Kürt örgütlenmeleri ortaya çıkmış en son kurulan örgüt,
Kürdistan Teşriki Mesai Cemiyeti'dir.

Bu örgütlenmeler içinde en önemli ve bireysel bir temsiliyet görülse de Osmanlı'nın yenilmesinden sonra 18 Ocak 1919 yılında toplanan Paris Barış Konferansı'nda "Kürt Milli Delegasyon Başkanı" unvanlıyla Şerif Paşa, Kürtlerin temsilcisi kabul edilmesidir.

Şerif Paşa, 13 Ocak 1865'te İstanbul'da doğmuştur. Osmanlı tarafından, Kürt Şerif Paşa adıyla bilinmiştir. Babası Hariciye Nâzırı ve Şûrâ-yı Devlet Reisi Kürt Said Paşa'dır.

İttihat ve Terakki içerisinde yer alan Şerif Paşa, Fransa'da çok iyi eğitim almış, diplomasi yönü güçlü Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti'nin de kurucusudur.

"Ortak mücadelenin" ulus devlet projesine everilmesinin anlaşılmasına ile birlikte bu dönemde, birçok Kürt hakları eksenli mücadeleleri ve isyanları söz konusudur.

Bu isyanların en önemlisi Koçgiri İsyanı'dır. Kürdistan Teali Cemiyeti'nin önderlik ettiği bir harekettir. En önemli özelliği ise Alevi Kürt aşiretleri olması ve de Kürtler anlamında "milli bir cereyan yaratmış" olmasıdır.

5 Mart 1921 günü başlayan isyan ağır bir şekilde çeteler kullanılarak kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Ulus devlet modeli, Osmanlı Devletini nasıl kurtarırız olarak anlatıldığından, Anadolu halkları tarafından büyük bir destek görmüştür.

Aslında "Müslüman Halkı" koruma olarak da anlaşılan ve anlatılan proje, ulus devleti hedeflemiş, gayesi gizlenmiştir.

Kurtuluş Savaşı'na önderlik eden askeri ve sivil bürokrasi, Kürt İsyanlarının artması, özellikle Ulus Devlet Projesinin ifşası ile Kürt meselesinin çözümü ile ilgili olarak 1921 Anayasası'nda ifadesini bulan düzenlemeler bazen de Büyük Millet Meclisi onayından geçen önemli siyaset belgelerinde yer almıştır.

Bu kararlar ve metinlerde şöyle denilmektedir:

  • Türkler ve Kürtler, ortak vatanları üzerinde birlikte yaşamaya karar vermişlerdir.
     
  • Türkiye'nin milli sınırları, Türklerin ve Kürtlerin üzerinde oturduğu araziyi kapsar.(Amasya Görüşmesi 2. Protokolü 1. Madde)
     
  • Millet adına hâkimiyeti kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisidir ve TBMM hükümeti de, Türklerin ve Kürtlerin ortak hükümetidir.
     
  • Kürtler bir azınlık değil, fakat Türklerle birlikte cumhuriyetin ve milletin kurucu unsurudur.
     
  • Türkiye halkı, esas olarak Türk ve Kürt unsurlarından oluşur.
     
  • Türkiye nahiyelerde nahiye şuraları (meclisleri), illerde il şuraları ve ülke ölçeğinde Büyük Millet Meclis tarafından yönetilir.
     
  • Kürtler, azınlık statüsünde değil, fakat bütün yurttaşlarla eşit haklara sahiptirler. Unsurlar (Türk ve Kürt unsurlar)bir birlerinin ırki, toplumsal ve coğrafi haklarına karşılıklı saygı gösterirler. 


20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasi Kanu'nun 11'nci maddesinde şöyle denilmektedir;

Vilayet mahalli işlerde manevi şahsiyete ve özerkliğe sahiptir. Dış ve iç siyaset, adli ve askeri işler, uluslararası iktisadi ilişkiler ve Hükümetin genel vergileri ile birden fazla vilayeti ilgilendiren hususlar istisna olmak üzere Büyük Millet Meclisi'nce konacak kanunlar gereğince vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve idaresi vilayet şûralarının yetkisi içindedir.


Yine bu konulara açıklık getiren maddeler söz konusudur.

Mustafa Kemal 27 Haziran 1921 tarihinde, Büyük Millet Meclisi Reisi olarak, El Cezire Cephesi Kumandanlığına gönderdiği yazıda TBMM Vekiller Heyeti kararını... "Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç siyasetimiz ve hem de dış siyasetimiz açısından adım adım yerel bir idare kurulmasını gerekli görmekteyiz."

Aynı yazıda devamla Mustafa Kemal, şu uyarıda bulunur;

Milletlerin kendi geleceklerini bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Bizde bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre, Kürtlerin bu zamana kadar yerel idareye ait teşkilatlarını tamamlamış ve reisleri ve etkili kimseleri bu gaye namına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini açıkladıkları zaman kendi geleceklerine zaten sahip olduklarını, TBMM idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidirler.


Fethi Okyar Meclis Başkanı ve Heyet Başkanı sıfatıyla, 5 Haziran 1924 yılında; şu tanımlayı yapar: 

Türkiye, Türk ve Kürtlerin eşit hukuk altında oluşturdukları cumhuri bir devlettir.


Bu açıklamalar aslında Lozan görüşmelerinin henüz sona ermediği ve TBMM'de güçlü bir Kürt muhalefetinin olmasıyla ilgilidir.

"Lozan başarısı" ile gizli ulus devlet projesi açığa vurularak 1924 Anayasası ilan edilmiştir.

24 Temmuz 1923'te Lozan'ın imzalanmış. Etnik ve dini azınlıklar tartışması Türkiye'nin istediği şekilde karara bağlanmıştır.

Bu süreç işte "ulus devlet"in kurularak hukuksal olarak ve tek taraflı tescil edildiği anlamına gelmektedir. Asli unsurlardan biri olarak görülen Kürtler tescil dışında bırakılmışlardır. 

1924'te yeni Anayasa'yla illerin özerkliğine son verilerek "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk denilir" ulus devlet ideolojisi ana hüküm olarak anayasada yer almıştır.

Başka bir deyişle, halkların 1921 Anayasası kazanımları ortadan kaldırılmak suretiyle 1924 Anayasası ile günümüze uzanan olumsuz bir ruhsal şekillenme sürecine neden olmuştur.

"Halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi" hususu terk edilmiş, yerel demokratik özerklik anlayışı yerini merkeziyetçi bürokratik bir devlet anlayışına devretmiştir.

Bu aslında İttihat ve Terakki ideolojisinin somutlaşması hayat bulmasıdır.

1921 Anayasası'nda herhangi bir etnik grubun isminin geçmemesi ve devletin adının Türkiye olarak tanımlanması o dönem halklarının ortak iradesi ile belirlenmiştir.

Türkiye'de "ulus devlet" tarihi köklere sahip sosyolojik bir süreç olarak tanımlanır. Ancak Kürt halk talepli sosyolojik süreç, ulus devlet sosyolojisinden koparılamaz.

Ulusların uzun süreli birlikte yaşamaları ve birliktelikte geçirdikleri ruhi şekillenme süreçleri ise hiçbir şekilde göz ardı edilemez.

Birlikte ele alınarak günümüze ulaşan meseleyi, sosyolojisinden uzaklaşmadan ele alıp çözüm önerileri üretme zorunluluğu vardır.

Uzun bir tarihi süreçten süzülerek gelen, ulus devlet cenderesinde, demokratikleşemeyen bir devlet sistemi söz konusudur. Sorunun kaynağı ulus devlet modelinin tekçi anlayışıdır.

Demokratikleşme çabası, askeri ve sivil oligarşinin engeli nedeniyle her defasında kesintiye uğramıştır.

Ulus devletin demokratikleşmesi, eşit yurttaşlık temelinde, yerel demokratik özerk çözümleri esas almalıdır.

1921 Anayasası'nda olduğu gibi "Türkiye Devleti' ibaresi, etnik kökeni, dili ve kültürü ne olursa olsun, belli bir siyasal coğrafya (Misak-ı Millî sınırları) içinde yaşayan insanların siyasal birleşmesinin en üst noktası olan devleti, bütün kucaklayıcılığıyla ifade etmesi beklenmektedir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU