Bir haftadır akıllardaki soru: ABD'nin 10 yıllık tahvillerine ne oldu da Dolar/TL 7,50 üzerine çıktı?

ABD'de aşı ile ilgili olumlu gelişmeler, "ekonomi beklenenden hızlı toparlanacak" heyecanı yarattı. 10 yıllık tahvil faizleri yükseldi. Peki Türk Lirası bu hikayenin neresindeydi?

Fotoğraf: AFP

Önce ekonomi yönetimindeki değişim, daha sonra Merkez Bankası'nın kasım ve aralık aylarında politika faizini yüzde 10,25'ten yüzde 17'ye kadar çekmesiyle Türk Lirası, dolar karşısında yüzde 11 değer kazandı. 

6 Kasım'da 8 lira 51 kuruşla tarihi rekorunu kıran Dolar/TL kuru, geçen sürede 6,96'ya kadar geriledi. Ancak daha sonra tekrar 7 lira 53 kuruş seviyesine kadar yükseldi. 

Bu yükselişteki nedenlerden biri de okyanusun öte tarafındaki gelişmelerdi. 

Amerikan Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell'ın Wall Street Journal İstihdam Zirvesi'nde yaptığı açıklamalar, piyasalar tarafından fazla "güvercin", yani düşük faiz rotasını izlemeyi tercih eden gevşek para politikası yanlısı, bulundu. 
 

jerome powell reuters
Jerome Powell, Şubat 2018'den bu yana ABD Merkez Bankası Başkanlığı görevinde/ Fotoğraf: Reuters


Hatta Powell'ın "Derin şekilde yerleşmiş düşük enflasyon beklentisinin değişmesi pek mümkün gözükmüyor" açıklaması, "enflasyon riskleri konusunda oldukça rahat" yorumlarına neden oldu. 

10 yıllık ABD tahviline giriş... 

Türkiye'de dolar kurunun yeniden 7,50 üzerine çıkmasıyla ilgili olarak Powell'ın yanı sıra bir başka kavram da telaffuz edilir oldu: ABD 10 yıllık tahvil faizleri. 

2021 başından bu yana koronavirüs aşısı ile ilgili olumlu haberler, ekonominin toparlanacağı beklentilerini de güçlendirmeye devam ediyor. Bu durum, kendini hisse senedi piyasasında da tahvil piyasasında da gösteriyor. 

Yıllardır faiz oranları ultra düşük seviyelerde olan, yani yatırımcısına çok az kazandıran, 10 yıllık ABD tahvillerinin faiz oranları, sene başından bu yana devam eden olumlu havayla yüzde 1,6'ya kadar yükseldi. Yatırımcının gelişen ülke varlıklarından çıkmasıyla da bu alanda sert satışlar görüldü.

Tahviller, bir devletin finansman ihtiyacını karşılamak için çıkardığı "değerli kağıtlar". 

Söz konusu devlet, bu tahvilleri piyasaya sürüyor ve karşılığında belli bir miktar kasasına giriyor. Ancak bu para bir nevi borç. Zira, tahvillerin vadesi dolduğunda faizi ile birlikte yatırımcılara geri ödeme yapılıyor. 
 

new york borsa abd reuters
New York borsası/ Fotoğraf: Reuters


Ancak tahvil yatırımcısının bir düşmanı var: Enflasyonun artacağı beklentisi. 

Zira enflasyon artarsa, vadesi dolduktan sonra yapılacak tahvil ödemelerinin getireceği kazanç da erimiş olacak. Bir ürünün 10 yıl önceki ve 10 yıl sonraki fiyatları arasında fark oluşacak. 

Bu nedenle enflasyon beklentisi artınca, tahviller daha az talep ediliyor, fiyatları düşüyor, faiz getirisini yukarı çekiyor. 

Faiz getirisi, ekonominin güçleneceği yolundaki beklentilerle de yükselebiliyor. Associated Press'ten Stan Choe ve Alex Veiga'nın açıklamasıyla ekonomi sağlıklı olduğunda, yatırımcıların hazine tahvillerine daha az ihtiyacı oluyor. 

ABD merkezli varlık yönetimi şirketi BMO Wealth Management'ın Baş Yatırım Stratejisti Yung-Yu Ma, AP'ye yaptığı açıklamada asıl endişenin 10 yıllık tahvil faizlerinin yüzde 1,5 üzerine çıkmış olmasından kaynaklanmadığını, bunun birkaç hafta içerisinde bu seviyeye gelmiş olmasından kaynaklandığını söyledi. 

2021'de faizlerin yüzde 2 üzerine çıkabileceğini söyleyen Ma, "eski normal" olan yüzde 4 ya da 5'lere kadar çıkmasının olası olmadığını aktardı. 

ABD 10 yıllık tahvil faizleri iki yıl önce yüzde 2,60, 20 yıl önce ise yüzde 5 seviyelerindeydi. 

Enflasyon ile ilgili korkutan ve tahvil faizlerini yükselten ne? 

Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova, enflasyon beklentisinin neden yükseldiğini ve tahvil faizlerinin nasıl etkilendiğini Independent Türkçe'ye anlattı. Arzova'ya göre iki neden var. 

Bunlardan ilki ABD'de aşılamanın oldukça iyi gitmesi ve hastaneye sevk edilen koronavirüs hastası sayısının gerilemesi. 

Bunun yanı sıra diğer bir gelişmiş ülke İngiltere'nin de aşılama geriden gelerek Avrupa Birliği ortalamasının üstüne çıkması, beklenenden önce pandemiden çıkılacağı ihtimalini güçlendiriyor. 

Arzova'ya göre bu bir yandan iyi bir gelişme. Ancak diğer yandan ortada neredeyse bir yıldır ertelenen bir talep, yapılmayan harcamalar var. 
 

Burak Arzova
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova​​​​​​/ Fotoğraf: İstanbulhaber


"Özellikle pandeminin ikinci döneminde tasarrufa gitmiş hane halkı geliri çok hızlı bir şekilde harcamalara dönüşebilir" diyen Arzova, harcamalardaki ani artışın, ABD'yi talep enflasyonuna taşıyabileceğini söylüyor. Piyasaların endişeli olduğu konu ise tam olarak bu. 

Enflasyonun Fed'in öngördüğü yüzde 2'lik ortalamanın üzerine bile çıkabileceğinden endişe eden piyasa yapıcılar, Fed'in bu endişeyi çok ciddiye almadığını düşünüyor. 

Arzova "Özetle FED'in enflasyona ilişkin rahatlığından rahatsızlar" değerlendirmesini yapıyor. 

Prof. Dr. Burak Arzova'nın açıkladığı diğer bir gerekçe ise Fed'in tahvil alım programını kesip kesmeyeceği ile ilgili: 

Eğer beklendiğinden önce ekonomilerde bir düzelme ve hızlı geri dönüş olursa, Fed'i devam ettiği ve ABD ekonomisinde belirgin bir iyileşme gelene kadar devam edeceğini açıkladığı tahvil alım programının kesilmesinden büyük endişe duyuyor piyasalar.

Enflasyon endişesi ve tahvil alım programının öngörülenden daha erken bitebileceğine yönelik korkular, uzun dönemli tahvillere olan talebi azaltıyor. 

Aslında bu hareketin başlangıcı, ABD hazinesinin 7 yıllık tahvillere ilişkin ihalesine beklenenden daha düşük talep gelmesi ile başladı. Bana göre ise bunun öncülü, Fed'in şubat ayı toplantısına yönelik tutanakların açıklanmasıydı. 

Tahvil faizlerinin yükselmesi küresel piyasalar için neden bu kadar önemli?

Burak Arzova'nın açıklamasıyla faizlerin yükselmesi özellikle ucuz borçlanmaya veda anlamına geliyor. Piyasaya düşük faizle sürülen bol likiditenin artık daha yüksek maliyete sahip olacağı anlamını taşıyor. Öte yandan kademeli olarak tahvil alım programının azaltılması öngörüsü, likidite bolluğunun azalması ihtimalini de beraberinde taşıyor. 
 

abd aşı reuters
6 Mart itibarıyla ABD nüfusunun yüzde 16,7'si aşılandı/ Fotoğraf: Reuters

 

Türkiye ABD'deki bu gelişmelerden nasıl etkileniyor?

Gelişmekte olan ülkeler için ise bu durumun karşılığı: En büyük girdileri olan "sermayenin" maliyetinin artması. 

Arzova, "Sermaye piyasalarının oluşan yeni kademelere göre yeni seviyeler belirlenmesi anlamına da geliyor. Özellikle gelişen ülkeler açısından kıt olan sermaye girişlerinin azalması ve ABD dolarının kendi ülkesine geri çağrılması olarak da görülüyor. Bu nedenle gelişen ülke paraları, ABD doları karşısında değer kaybediyor. TL'de bundan nasibini alıyor tabii" değerlendirmesini yapıyor. 

Türkiye'nin de bir gelişen ekonomi olarak bu süreçten olumsuz etkilendiğini söyleyen Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi, tek sorunun bu olmadığına vurgu yapıyor: 
 

Petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki artış, Türkiye'nin yüksek cari açık riskini artırıyor. 

Turizmin nasıl gelişeceğinin bilinmemesi ve TCMB negatif rezervi konusu, yüksek cari açık ihtimali ile beraber değerlendirilince Türkiye'nin önemli bir riski olarak ortada duruyor. 

Öte yandan içerideki siyasi tartışmalar, harcamaları artıracak "Çılgın Proje" ihtimali, Türkiye'nin diğer ülkelere göre kırılganlığını daha da artırıyor. 

Enflasyonun hızla gelmesi ihtimali ve tahvil faizlerindeki kalıcı yükseliş ihtimali, bizim gibi ülkeler açısından zaten başlı başına bir risk iken, Türkiye'nin yüksek enflasyonla mücadelesinin devam ediyor olması, bu konuyu bizim açımızdan daha da önemli hâle getiriyor. 

Bir de bunların üzerine Türkiye ABD ilişkilerinin nasıl seyredeceği konusundaki belirsizlik işimizi daha da zor hale getiriyor. 


ABD'nin tahvili, Türkiye'nin borsasını nasıl etkiliyor? 

Ekonomist Atilla Yeşilada ise YouTube kanalından yaptığı açıklamada ABD tahvil faizlerindeki artışın Türkiye'yi nasıl etkilediğini birkaç başlıkta anlattı. Bunlardan ilki ABD'nin tahvil piyasası ve borsa arasındaki ilişki: 

Eskiden yatırım, teknik analize dayalı yapılırken tahvil faizleri ile borsa endeksi arasında ters yönlü bir korelasyon olurdu. Çünkü bunlar birbirine alternatiftir. Örneğin tahvil yüzde 5 faiz veriyorsa, ben portföyümün yüzde 30'unu hisse senedinde tutarım. Ama tahviller yüzde 10 faiz veriyorsa, hisse senedimin bir kısmını satar daha yüksek getiri veren tahvillere geçerim. 

Bunlar olmadı çünkü çok değişik bir dünyada yaşıyoruz. Yatırımcılar sonsuz para akımına güvenerek borsalara koşuyorlar. 

Tahvil faizlerinin yükselmesi, borsa yatırımcısının inkar edemeyeceği bir noktaya gelecek. Eğer o noktaya gelirsek, borsa endekslerinde de gerileme olacak. 


Lider endeks S&P 500'ün düşmesi durumunda, bu düşüşün nedeni Türkiye ile hiç bağlantılı olmasa bile, BIST 100'un buna direnmesinin çok zor olduğunu söyleyen Yeşilada şöyle devam etti: 
 

Bir gün direnir, iki gün direnir… Belki pozitif bir gelişme olmuştur bir iki hafta S&P 500'den ayrışır. Ancak 3 ay, 6 ay, 9 ay veya bir yıllık süreçte S&P 500 ve BIST paralel gider. 


Yeşilada'ya göre ABD tahvil faizlerinin yükselişi, domino etkisi ile S&P 500'den gelişmekte olan piyasalara, oradan da BIST'e negatif olarak yansıyabilir. 

Türkiye'nin borcu nasıl etkileniyor?

Atilla Yeşilada'ya göre asıl önemli olan nokta Türkiye'nin dış borçlar yaşayan bir ülke olması. 

"Özel sektörün dış borcu 156 milyar dolar. Bu, bankalara değil dışarıya olan borç ve bir yıl içinde ödememiz gerekecek. Yani tabii ki ödememiz gerekmeyecek. Yeniden borçlanılacak" diyen ünlü ekonomist, vadesi gelen bir kredi için yeniden borçlanıldığında faizin de yeniden belirlendiğini söylüyor ve şöyle bir örnekle açıklıyor: 
 

Örneğin Hazine ve Maliye Bakanlığı, bir eurobond ihracı yapacak. Bunun vadesi 10 yıl. 

Eurobond faizini ihraç yapacağı vadedeki Amerikan tahvil faizi ve kendine özgü risk unsurları, yani risk primi belirler. 

Dolayısıyla Türkiye'nin risk primi sabit kalsa da ABD tahvil faizi yükseldiğinde Türkiye de daha yüksek faiz ödemek zorunda kalıyor. Bu hem Hazine, hem bankalar, hem finans dışı özel sektör için geçerli. 


Türkiye hakkındaki risk algısı nasıl etkileniyor?

Öte yandan, ABD tahvil faizleri yükseldiğinde, Türkiye'nin riski aynı kalsa da yatırımcı, risk primini yükseltiyor. 

Atilla Yeşilada, bunun nedenini, "ABD tahvil faizleri yükseldiğinde genelde dolar da yükseliyor. Hem dolar hem faizler yükseldiğinde, Türk Lirası ile gelir elde edip dolar cinsinden faiz ve anapara ödemesi yapacak olan bir şirketin temerrüde düşme riski artıyor" diyerek açıklıyor. 
 

Atilla Yeşilada
Ekonomist Atilla Yeşilada/ Fotoğraf: Twitter

 

ABD'nin "yüzde 2 enflasyon" endişesi nedir? 

Konuşmasında enflasyondan çok pandeminin yarattığı işsizliğe vurgu yapan Powell, aşı gelişmeleri ve ABD hükümetinin mâli destekleriyle istihdam yaratılmasının hızlanacağını ancak maksiumum istihdama bu yıl ulaşılamayacağını söyledi. 

"Maksimum istihdam ve ortalama yüzde 2 oranında enflasyon hedeflerinden uzaktayız" diyen Fed Başkanı, "Arz darboğazı nedeniyle oluşacak fiyat yükselişlerinin geçici olacağı" görüşündeyim ifadelerini kullandı ve Fed'in faiz artışı baskısı hissetmek yerine bu durumu gözlemlediği mesajını verdi. 

Ekonomiyi soğutmak için faiz artışına gitmeyeceklerini yineleyen Powell, "Faiz artışı rehberliğimiz son derece açık ve oraya ulaşmak biraz zaman alacak. Para politikasında sıkılaşmaya gitmeden önce ele alınması gereken birçok konu var" dedi.

Düşük enflasyon neden ABD için endişe verici? 

Yüksek enflasyon Türkiye'nin en büyük sorunu iken ABD'nin neden düşük enflasyondan endişelendiğini ise şöyle açıklayalım: 

ABD'de son olarak 10 Şubat'ta açıklanan yıllık enflasyon oranı yüzde 1,4. 

2015'i yüzde 0,11 enflasyonla kapatan ABD'de 2016, 2017, 2018 ve 2019 enflasyonları sırasıyla yüzde 1,26, 2,13, 2,44 ve 1,81 oldu. 

Küresel krizin başladığı 2008'i yüzde 3,83 enflasyon oranıyla tamamlayan ABD için bu oran, ertesi yıl tarihinde ilk kez sıfırın altına geriledi. (- %0,35) 

Yüksek enflasyon kadar düşük enflasyon da istenen bir senaryo değil. Çünkü bu denli düşük enflasyon, ekonomide yaprak kıpırdamadığı anlamına geliyor. 
 

abd ekonomi reuters
Fotoğraf: Reuters


2008 krizi gibi bir krizde ABD Merkez Bankası, ekonomiyi canlandırmak adına para basıp, karşılığında hazine tahvili ya da banka ve şirketlerden borçlanma senedi alıyor. 2008 sonundan 2010'a kadar Fed'in satın aldığı varlıkların toplam değeri yaklaşık 2,1 trilyon dolardı. 

Bu paranın kredi kanallarıyla insanlara ulaşması gerek ki onlar da daha çok tüketim yapabilsin. Ancak işsizliğin, dolayısıyla gelir kaybının yüksek olduğu durumlarda tüketim istenilen seviyede artmıyor. Kapasite kullanım oranı düşük olunca şirketler mal ve hizmetlerine zam yapmıyor, kârları artmıyor. Dolayısıyla enflasyon düşük seviyede kalıyor. 

Fed'in faiz oranları küresel kriz dönemindeki seviyeye döndü

Son toplantısını ocak sonunda yapan Federal Açık Piyasa Komitesi, politika faizini yüzde 0-0,25 aralığında sabit tutmuş ve uzun vadeli hedeflerin uzağında olunduğu ve hedeflere ulaşılıncaya kadar destekleyici politika duruşunun devam edeceği vurgusu yapılmıştı. 

ABD Merkez Bankası, 2008 yılının sonunda, işgücü piyasasındaki ve tüketimdeki bozulmaların ardından ekonomiyi canlandırmak için faizleri, 50 yılın ardından ilk kez yüzde 1'in altına, yüzde 0-0,25 aralığına çekmişti. 

Küresel krizden sonraki ilk faiz artırımı ise 2015'in aralık ayında gelmişti. Enflasyonun yüzde 2 üzerine çıktığı 2017'de ise borçlanma faizinin üst sınırı yüzde 1'e ulaştı. 

Aralık 2015- Aralık 2018 tarihleri arasında toplam dokuz kez faiz artırımı oldu. 2018 yılının son toplantısında faiz oranı, yüzde 2,25-2,50 bandına yükseltti.

Küresel krizin 10'uncu yılında Merkez Bankası Başkanlığı'na gelen Jerome Powell, Ekim 2018'de yaptığı açıklamada Fed'in 2008 finansal krizinden sonra uyguladığı olağanüstü politikalara artık ihtiyaç kalmadığını söylemiş, "Gerçekten aşırı derecede düşük ve destekleyici faiz oranlarına ekonomi çok zayıfken ihtiyacımız vardı. Onlara artık ihtiyacımız yok ve uygun değiller" demişti.

Piyasacı tavrıyla ve düşük faiz destekçiliğiyle bilinen eski Başkan Donald Trump ise faiz artırım politikaları ile ilgili "Fed hata yapıyor. Aklını kaçırmış olmalı" açıklamasını yapmıştı. 

Tarihler Ekim 2019'u gösterdiğinde ABD Merkez Bankası, 1995'ten bu yana ilk kez üst üste üç toplantıda faiz indirimine gitmiş ve politika faiz aralığını 1,50-1,75 arasına çekmişti. Fed'in karar metninde istihdamın güçlü olduğu, ekonominin ılımlı büyüdüğü ancak yatırımların ve ihracatın zayıf olduğu ifade edilmişti. 

Fed, 2019'u bu faiz koridorunda tamamladı. Jerome Powell, yıl sonunda yaptığı açıklamada "Faiz artışlarını bir yıl sonra konuşabiliriz. Ama 2021 ile ilgili kimsenin bugünden bir öngörüsü yok. Bunu zaman içinde göreceğiz" demişti. 

ABD ekonomisi yüzde 3,5 daraldı, faizler dört yıl daha sıfıra yakın seviyede 

Powell'ın ve dahi hiç kimsenin hesaba katamadığı bir parametre vardı: 100 yılda bir gerçekleşen küresel salgın. 

2020'yi "son 50 yılın en düşük işsizlik oranı" gururlanması ile karşılayan ABD, bu açıklamalardan birkaç ay sonra koronavirüs pandemisinin merkez üssü oldu. 

Şirketlerin kapanmasıyla nisanda yüzde 14,8'i aşan işsizlik, Şubat 2021 itibarıyla yüzde 6,20 seviyesinde. Fırsatlar ülkesi, 2008'i bile yüzde 7,3 işsizlikle kapatmıştı. 

Mevcut durumda yaklaşık 4 milyon 300 bin Amerikalı eyaletlerin verdiği işsizlik yardımını alıyor.

Fed, ABD büyüme beklentisini 2021'de yüzde 4,2 olarak açıklayan Fed, işsizlik oranı tahminini de yüzde 5 olarak açıkladı. ABD Ticaret Bakanlığı, ocakta yaptığı açıklamada ekonominin 2020'de yüzde 3,5 daraldığını duyurdu. 

2020'ye yüzde 1,50-1,75 aralığındaki faiz oranlarıyla başlayan Fed, koronavirüsün ekonomik etkilerini göstermeye başlamasıyla mart ayında bu oranı 0-0,25 aralığına kadar çekti ve yılın sonuna kadar değişikliğe gidilmedi. 

Amerikan Merkez Bankası'nın faizleri, en az 2023'e kadar sıfıra yakın oranlarda sabit tutması bekleniyor. 

 

 


 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU