Evet, nefret ediyor ve hayal kuruyoruz

Hazım Sağıye yazdı

Prag Baharı gösterileri / Fotoğraf: Wikipedia

1968’de Varşova Paktı’na bağlı müttefik devletlerin tankları ve askerleri Çekoslovakya’ya girerek Prag Baharı olarak bilinen olayları bastırmıştı. Büyük genel sekreter Leonid Brejnev’in sponsorluğunda Çekoslovakya Komünist Partisi'nin birinci sekreteri Gustav Husak’ın uyguladığı baskıda aslan payı Çekoslovakyalı aydınlara düştü. Kimisi hapsedilirken, kimisi de takip altında tutuldu, işinden kovuldu, sürgüne gönderildi. Umutlarını kaybedenler, bu baskıdan sıkılıp intihar edenler ya da evlilikleri biten ve boşananlar oldu. Çekoslovakyalı aydınların yaşadığı ve uzun yıllar süren bu sıkıntı, sayısız sinema ve edebiyat eserine kaynak oldu. Aynı zamanda çağdaş dünyamızda entelektüellerin ve aydınların yaşadıkları en önemli tarihi ve klasik sıkıntılardan biri haline geldi.

Lübnan’ın özgürlüğün bize bahşettiği en önemli değerlerden olan eğitim, medya ve yayın alanında öne çıkan rolü, kültür çevresine de eşsiz bir konum sağladı. Bahsi geçen konum, Lübnan’ın ekonomisinin ve gelirlerinin kaynağına dönüşmekle kalmayıp anavatanın kendisine muadil, varlığının ikinci bir anlamı veya bir başka sembolü haline geldi. Her şeyden şüphe duymadan, eleştirmeden ve fikir ayrılığına düşmeden, yani özgürlük olmadan, bu ülkenin var olmasının hiçbir gerekçesi kalmadı. Bölünse de birleşik kalsa da, özgür ya da işgal altında olsa da fark etmez. Lübnan örneğinde bağımsızlık ve birlik, ayrıntı ve eklerden ibaret.

Bugün Lübnan’daki kültürel çevre Prag Baharı sonrası Çekoslovakyalı aydınların yaşadığı türden ölümcül bir kuşatmadan muzdarip. Lübnan’da entelektüeller, devrimin bastırılmasından sonra Prag’da entelektüellerin yaşadığı sıkıntılara benzer sıkıntılar yaşıyor ve baskılara maruz kalıyorlar. Onlar da daha fazla ölüm, yoksulluk ve sığlıktan başka bir şeye yol açmayan, sırayla Suriye ardından Lübnan’da yaşanan karşıt devrimlerden sonra benzer bir süreçten geçiyorlar. Hatta kim bilir Lübnanlı entelektüel ve sanatçılara uygulanan kuşatma daha da kötüleşebilir. Zira Sovyetler Birliği ve bloğu tarafından kurulan disiplinli imparatorluk dahi, İran merkezli kurulmakta olan disiplinsiz imparatorluktan daha merhametli olabilir. Orada silah, diğer güç ve despotluk kaynaklarının üstünde egemen bir konumdaydı. Burada bütün güç silahta, çevresinde başka hiçbir güç kaynağı yok. Bahsettiğimiz imparatorluğun gölgesinde Lübnanlıların hepsi bir ekonomik çöküş ve siyaset yapma imkansızlığı içinde yaşıyorlar. Beyrut Limanı’nda yaşanan nükleer bomba gibi patlamadan sonra dünyadan da koptular. Bütün bunlar bir sebebi ve sebebiyet vereni yokmuş gibi yaşanıyor. Öte yandan, aslında halen sahip olduğumuz bir şey var; kaybettiğimiz diğer her şeyi telafi etmesi gereken direniş.

Özellikle Lübnan’daki kültürel ortama dönecek olursak, Lokman Salim’in Hreik mahallesindeki son dinlenme yerinden uzak olmayan bir yerde, üniversiteler, araştırma merkezleri, medya kuruluşları ve yayınevlerinden her birinin farklı bir yöntemle öldürüldüğünü fark ediyoruz. Hepsi de yukarıda bahsettiğimiz militarist imparatorluğun gölgesinde boğulmamak için nefes almaya çalışıyorlar. Öldürme eylemlerinden her birinde bu imparatorluğun büyük küçük, bir tarafta doğrudan diğerinde dolaylı bir rolü mutlaka var.

Bu çetin zorluk ve sıkıntının, yasalardan ve sorumluluktan tamamen soyutlanmanın ortasında, Lübnan'da "uluslararası koruma" talebi, karşılık bulabileceğine dair güvensizliğe rağmen (Lübnanlıların ıstıraplarını katlayan ve acı bir boyut katan da bu) yeniden yankılanmaya başladı.

Lokman Salim’in infaz edilmesi, entelektüel, gazeteci ve yazarlar çevresinde tartışılan bu talebi tetikledi. Daha önce dillendirilen tarafsızlık ve uluslararasılaştırma, ondan önce de uluslararası mahkeme taleplerine uluslararası korumayı da ekledi. Çünkü Lübnan’da artık yerli olanın korumadığı hissiyatı ve düşüncesi baskın. Devlet, hukuku ve yargısı bu düşünceyi pekiştirmek için gereken her şeyi yaptı ve örnekleri sayılamayacak kadar çok.

Birçoğu için çözümün, tabi bu bir çözümse, yalnızca dışarıdan gelebileceği, şimdi gelmese de yarın er geç gelebileceği kesinleşti. Bu yarını beklerken Çekoslovakyalı aydınlar, özgür bir kültürle özdeşleşmiş özgür bir vatanı savunmak adına “komünist vatana” ihanet etmişlerdi. Göç edebilen göç ederek, edemeyenler kendi içlerinde göç ederek ona ihanet etmişlerdi. Cezaevine veya akıl hastanesine atılanlar ya da işsiz kalanlar, özgürlüğün hakim olduğu, kararlarını Moskova’daki merkezin değil Çekoslovakyalıların aldığı bir ülke hayal etme sanatında ustalaştılar. 20 yıl sonra Moskova’daki merkez çöktü ve o "hainler" vatanlarını ve özgürlüklerini geri kazandılar. Bugün de Lübnanlı entelektüellerin çoğu, bu hantal, suçlu ve kötü vatanseverliğe ya göç yoluyla ya da göç etmek isteyerek, ama aynı zamanda ihanetleştirme ve susturma imparatorluğunun çöktüğü bir vatan hayal etme sanatında ustalaşarak ihanet ediyorlar.

Kültür çevresi bugün, özgürlüğün cezalandırıldığı bir itaat yuvasına dönüştüğünde vatanına, kölelik ile ölüm arasında seçim yapmanın en kısa yolu haline geldiklerinde kurtuluş ve bağımsızlığa tapanlardan olmayacağını söylüyor. Bu arada, sahte bir kutsalla ya da içerisi ile dışarısı arasında bir çizgiyle sınırlanmayan hayal gücü de gittikçe daha derinlere açılıyor. Burada vatan, özgürlük ve kültür mücadelesi aynı anda yürütülüyor.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU