Derdim ondur dokuz değil

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

                Kul Nesimî’nin on sayısından bir sayısına kadar kültürümüzde anlamlar yüklenmiş sayıları içeren oldukça derin ve anlam yüklü bir şiiri vardır. Sayılar tasnifin; tasnif ise anlamanın yollarından biridir. Böyle olunca sayıların kendilerine ait çağrışımları idrakleri hemen harekete geçirir. Kültür arkeolojisi diyebileceğimiz bu kültürel buluntular irfanımızı inşa eden değerler dünyasının da anahtarı olma özelliği de taşırlar. Bahsettiğimiz şiiri alıntılayarak  konumuzu biraz daha açmak niyetindeyiz. Şimdi on’dan başlayarak  bir’e kadar geriye sayalım ve ulu ozanı dinleyelim. Şöyle der ulu ozan:

Derdim ondur, çün dokuz diyemem ağyare men
Sekizinde kaldı aklım, yedisinde avare men

Altısı mende var iken, beşten çekemem elimi
Dörtte Hüda lütfederse, üçte buldum çare men

Ey Nesimi! çün iki, gönül hali değildir
Anın için yalvarırım gece gündüz bir'e men

    On: Sayıların iki haneli duruma geçtiği ilk sayıdır. Bu yüzden arîf ve sûfîler “on” sayısını birliğin bozulmasının başlangıcı olarak kabul ederler ve bu sayıya iyi gözle bakmazlar.

 Derdim ondur, çün dokuz diyemem ağyare men

                                                                                                (Nesimî)

Dokuz: Eski kültürde, dokuz gök, dokuz felek, dokuz semâ diye adlandırmalar mevcuttur. Dokuz gök ya da felek şunlardır: Atlas, sabite, zuhal, müşteri, zühre, güneş, merih, utarit, ay. Eski Türklerde dokuz sayısı kutlu bir sayıdır; on sekiz bu sayının iki katıdır. Mevlevîler Mesnevi’nin ilk on sekiz beyitine çok önem verirler. Onlara göre bu on sekiz beyit Mesnevî-i Şerif’in özeti ve ruhudur. Hatta merhum Gölpınarlı, Mevlevîlerin “Nezr-i Mevlânâ” diye adlandırdıkları sadakayı bir fakire ya da dervişe verdikleri niyaz akçesinin de miktarı dokuz, on sekiz, otuz altı gibi on sekize bağlı sayılardır; on sekiz kuruş, on sekiz lira vs. Derviş binbir gün çile çıkardıktan sonra hücre sahibi olur. Hücrede on sekiz gün hücre çilesi çıkarması şarttır. Çile çıkarmayan fakat şeyh olan kişi Konya’ya gider Mevlânâ dergâhında on sekiz gün hizmet eder. Sonra kendisine icazet verilir. Örnek olarak;

Çokdan yanardı âteş-i âhumla nüh felek
Yaşum su sepmese dil-i suzânım üstüne

                                                                                                     (Amrî)

( Dokuz felek ahımın ateşiyle çoktan tutuşup yanardı, eğer gözyaşım yanık gönlümün üstüne su serpmeseydi.)

    Sekiz: Eski kültürde, Cennet’in Kur’an-ı Kerim’de sekiz isminin ya da özelliğinin belirtilmiş olmasından dolayı,  Cennet’i çağrıştıran sayı olarak kabul görüp anılmıştır. Eski şiirimizde de genellikle sayının Farsçası olan “heşt” kelimesi kullanılagelmiştir. Bu yüzden “Heşt Behişt” (Sekiz Cennet) adıyla yazılmış birkaç kitap da vardır. Sekiz cennet, cennetin sekiz kapısı, tarikat inancına göre arınmış ruhların gövdeden ayrıldıktan sonra ölümsüzlüğe kavuştuğu sekiz mutluluk ülkesinden her biridir. Örnek olarak;

Heşt cennet cür’asıdır câmınun
İki âlem iki mimî nâmınun

                                                            (Heft Peyker, 15. y.y, Mesnevi)

(Sekiz cennet kadehinin şarabıdır, [Ey Muhammed (s.a.v)] iki dünya senin isminin iki mim harfidir. (İki mimden kasıt, “Muhammed” isminde bulunan iki mim(m) harfidir.

Yedi: İslam kültüründe yedi sayısının çok önemli yeri ve anlamı vardır. Bu anlamlar; yedi gök, yedi iklim, yedi deniz, nefsin yedi mertebesi gibi çeşitlidir. Kâbe yedi kez tavaf edilir. Batınî gelenekte “yediler” inancı vardır. Tasavvuf yolunda yedi makam bulunur. Cehennemin yedi kapısı vardır. Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden yedi yıldızın yedi aklından söz edilir. Yediyle ilgili edebiyatımızda da buna benzer çok sayıda örnek vardır. Bunlar genellikle divan şiirinde kulanılan heft asmân (yedi gök), heft iklim (yedi iklim), heft derya (yedi deniz) ve gökkuşağının yedi rengidir. Bununla beraber yedi başlı ejderha, yedi başak, yedi kıtlık yılı, yedi kıtlık yılından önceki yedi refah yılı da sayının çağrışımları arasındadır. Mesela;

Ben Emrah’ım methederim yedi dillerde seni

Yedi iklim car köşede gurbet ellerde seni

                                               (Erzurumlu Emrah)

               Altı: İrfanımız altı sayısına da çok anlamlar yüklemiştir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

               a)Öncelikle imanın altı şartı vardır. Nesimî’nin şu dizesi aslında şu anlama da gelir:

                                  Altısı mende var iken, beşten çekemem elim

                ( Bende imanın altı şartına inanmak varken; İslam’ın beş şartından uzak durmam mümkün olamaz)

                b)Dünyada insanı bağlayan altı yön vardır. Buna eskiler cihat-ı sitta demişlerdir. Bunlar: alt, üst; sağ ve sol; ön ve arkadır.

 

                Bu yüzden dünya altı kapısı olan tavla oyununa benzetilmiştir. Tavlanın mantığı dünyayı rakibe dar edip ; yani tavlanın altı kapısına    almaktır.   

                                          Baş açıp kapına geldim küşad et hane-berduşum

                                          Beni üç pulluk zar edip oynattı şeşder-i dünya

                                                                                                                   ( Itrî )

                         

Baş açmak; hem tavlada oyuna başlamak hem de birine yalvarmak için sarığını çıkarmak anlamına gelir. Şair: “Ben başımı açıp senin kapına geldim. Bana kapıyı aç çünkü evi omuzunda yani berduşum. Çünkü dünya denen altı kapılı tavla üç pulluk bir tavla zarıyla beni oynattı.” Diyor. Aynı zamanda eskiden tavlada pulu kırık olana da hane-berduş denirdi. Zar zar inlemek feleğin elinde tavla zarı olmak anlamında da kullanılmıştır.

       c) Kainat altı günde yaratılmıştır. Kur’an da bu, şöyle dile getirilir:

     “Gökleri ve yeri altı günde yarattık da en küçük bir yorgunluk çekmedik.”( Kâf-38)

Beş: Bu sayının içerdiği ilk anlam, İslâm’ın beş şartı olan; namaz, oruç, hac, zekât ve kelime-i şehadettir. Ek olarak, bazıları iyi bir gazelin beş beyitten (10 dizeden) oluşması gerektiğini söylemişlerdir. Beş duyu organımız vardır ki bununla duyular âlemi denilen bu dünyayı sezebilir ve anlayabiliriz. Örnek olarak;

Beş benim kesb-i kârımdır dörde kılam temenna

                                                       (Âşık Şenlik)

                                    Zerre menem güneş menem

                                    Çar ile penc ü şeş menem

                                                                 (Nesimî)

Zerre benim,güneş benim.Dört ile beş altı da benim.

Dört: Bu sayı da irfanımızda çok değişik anlamlara gelmektedir:

a) Dört unsur, dört element: Bunlar su, toprak, ateş ve havadır.

Örnek olarak;

Hayat dört şeyle kaimdir derdi babam
Su, toprak, ateş ve hava
Bunlara sonradan kendimi ben ekledim

                                                               (İsmet Özel)

b) Tasavvufta dört kapı vardır: Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat.

Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat marifet andan içeri

                                 (Yunûs Emre)

Dört halife, bunlara Hulefa-i Raşidin (Olgun Halifeler) denir. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali

c) Çarmıh (çihar mıh) yani dört çivi demektir. “Çarmıha gerilmek” ifadesi bu şekilde oluşmuştur.Çihâr yâr-ı güzin: Bu tamlama; “dört seçkin dost” demektir ki bundan amaç, dört halifedir.

d) Dört hak mezhep tamlaması  da kullanılır ki: bunlar; Hanefilik, Şafiilik, Malilik ve Hanbelilik’tir.

e) Dört, semavi (göksel) kitap vardır. Bunlar, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’dır.

Dört kitabın ma’nası
Tamamdır bir elifte

                  (Yunûs Emre)

f)Dört mevsim vardır ki, bunlara eski kültürde “birbirini görmemiş dört bacı” da denir.

g) Dört Melek: Bunlara “dört büyük melek” de denmiştir: Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil…

h) Dört tabiat: Varlıkların, sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve nemlilik şeklinde görülen dört farklı hâli. Bunlar genellikle dört element olarak kabul gören su, toprak, âteş ve havaya bağlı olarak anılır.

I) Dört unsur; nefs, ruh, akıl ve beden olarak da tanımlanmıştır.

i) Dört terk: Tasavvufta insanın olgunlaşması için dört kavramın terk edilmesi gerektiğine inanılmıştır. Bunlara “çihar terk” yani dört terk denmiştir. Şöyle sıralanagelmiştir:

Terk-i dünya (dünyayı terk), terk-i ukbâ (ahireti terk), terk-i hesti (varlığı terk), terk-i terk (terk duygusunu terk) Örnek;

Derk idüp nefsüni dört terk ile gel kurban et

                                                                     (Şemsî)

Üç:  üç sayısı tek sayıların ilkidir. Bu sayının hükmü mümkünlerin ortaya çıkmasını sağlayan isim olmasıdır.  Bu şekilde ilk teklik varlığa yayılmıştır ve varlığın ortaya çıkmasında kendisini göstermiştir. Bu nedenle çoğulun ilki üçtür ve ilk tek sayıdır.  Çünkü her mümkün 1’den var olmamıştır. Her mümkün bir çokluktan meydana gelmiştir. Çokluğun ilki ise üçtürve tek sayıdır. Bu nedenle Allah’a ortak koşanın nihai gücü üç olmuş ve “Allah üçün üçüncüsüdür.” demiş ve 3’e ekleme yapmamıştır.

“ Baba, oğul, kutsal ruh” şeklindeki Hıristiyan üçlemesine teslis adı verilmiştir. Bu anlamıyla olumsuz görünen bu sayı Alevî tasavvufunda birliği oluşturan çokluk anlamında “ Allah bir Muhammed, Ali” şeklinde sıralanır. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed ve onun ilminin kapısı olan Ali daima birlikte anılırlar.

Her sabah hersabah ötüşür kuşlar
Allah bir Muhammed Ali diyerek
Bülbül de gül için figana başlar
Allah bir Muhammed Ali diyerek

                                        (Kul Himmet)

                 İlkbahar başlangıcında yedişer gün arayla önce havada sonra su ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışı olarak bildiğimiz cemreler de üç kabul edilmiştir.  Bunlara birbirini hiç görmemiş üç bacı yada üç kardeş de denir. Mesela şu beyit cemreler hakkında bir bilmecedir:

Ol nedür kim üç birâder her zaman

Birbiri ardınca olmuşdur revân

                                             (Sâbit)

                          (Yani her zaman peş peşe gelen üç kardeşler kimlerdir?) Bunun cevabı; havaya, suya ve toprağa  düşen cemrelerdir.

                   Cemreyle hâb-gâhına âteş bırakdı gül

                   Bülbül döne döne ocağında kebâb olur

                                                                                                                                   (Sâbit)

                          ( Gül cemreyle bülbülün yurduna ateş saldı. Bülbül artık döne döne ocağında kebap olur.)

                                   

İki: İki genellikle tasavvuf metinlerinde birliği bozduğu için olumlu kullanılmaz. Örneğin;

                                               Ey Nesimî iki gönül hâli değildir.

Örnekte olduğu üzere iki “sen-ben ayrımı”nın başladığı bir sayıdır. Birliğin zıddı olarak da görülmüştür. Bununla birlikte, iki âlem (dünya ve ahiret) iki harf (kaf ve nûn) ki bu iki harf birleştiğinde “kûn” olur, bu da “ol” demektir. Allah bir şeyi yaratmak isteyince “ol” der, o hemen olur, İslam dininin en önemli inanç esaslarından biridir.

Bunun yanı sıra, iki sayısının ihtiva ettiği olumlu anlamlar da mevcuttur. Bunlardan ilki, “iki yay arası” anlamındaki “kab-ı kavseyn” dir. Kab-ı kavseyn, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Miraç’ta Allah’ın cemâline yaklaşma derecesi olarak bildirilir:

                “O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.”

                                                                                (Necm/18)

Bir kadının hamilelik durumu da kültürümüzde “iki canlı olmak” şeklinde ifade edilmiştir. Hz. Ali’nin iki sevgili evladına “iki güzel” anlamında “Hasaneyn” denilmiştir.

                                                Sensin iki cihanda maksudum

                                           Adı güzel kendi güzel Muhammed

                                                                   (Yunûs Emre)

Bir: Bir sayısı tasavvuf metinlerinde Allah’ın birliği manâsında kullanılır. Her bir sayı kendi derecesine göre “bir”in tekrarından ibarettir. Bir sayı ne kadar büyük olursa olsun, onda dahi mutlaka “bir” vardır. Dolayısıyla tasavvufta “bir”e sayı gözüyle bakılmaz, “bir” sayının aynı, yani özüdür. Her sayıda “bir”in bulunması her sayının “bir”e ihtiyacı olduğu anlamına geldiği gibi, “bir”in hiçbir sayıya ihtiyacı olmadığı anlamına da gelir. Bu tıpkı her şeyin ve herkesin Allah’a ihtiyacı olmasına karşın Allah’ın hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmaması gibidir…

Kur’an’da bu durum şöyle dile getirilir:

“De ki; O, Allah’tır, tektir. Allah sameddir (Kimseye ihtiyacı yoktur.)”

                                                                                               (İhlas/ 1-2)

              Örnek olarak:

Şerikim yok, nazirim yok

Ehad Ferdim vezirim yok.

                                                               (Ümmî Sinan)

(Ortağım yok, benzerim yok, tek ve biriciğim; vezirim, yardımcım yok.)

Yeniden söyleyelim;bir sayı ne kadar büyük ve kalabalık olsa da onda mutlaka bir vardır. Yeter ki birliğin anlam dünyasına girebilelim!

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU