Yûnus'a dair (2)

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Yûnus'un buğday, alıç ve nefes üçlemesi Hz. İbrahim'in hakikat ve ilâhî yolculuğuna benzer.

Bilindiği üzere Hz. İbrahim peygamberliğinden evvel hakikati ararken uzaktan yakına; küçükten büyüğe bir seyirle Rabbinin kim ya da ne olduğunu tefekkür etmekteydi.

Kur'ân-ı Kerim de Hz. İbrahim'in bu halini şöyle anlatır: 

İbrahim, babası Âzer'e demişti ki:

'Sen putları Tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.'

- Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. -Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: 'Rabbim budur' dedi. Yıldız batınca da: 'Ben batanları sevmem' dedi.

- Ay'ı doğarken gördü: 'Rabbim budur' dedi. O da batınca: 'Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum' dedi. -

- Güneş'i doğarken görünce: 'Rabbim budur, bu hepsinden büyük' dedi. O da batınca dedi ki: 'Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım'

- 'Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim.'

(En'am 74-79)


Dikkat edilirse Hz. İbrahim kendisine oldukça uzak olan yıldızdan, daha parlak olan aya; aydan da gündüz, her tarafı ışıtan güneşe varır.

Fakat bütün bu gök cisimleri bir doğup bir batan, ya da görünüp kaybolan bir tabiat üzere oldukları için Hz. İbrahim güneşin batmasından sonra daha büyük bir cismin arayışı içerisine girmez.

"Ben batanları sevmem" hükmüyle ezelî ve ebedî olan yüce Allah'ı tefekkür yoluyla bulmuş olur. Küçükten büyüğe, uzaktan yakına şeklinde başlamış olan bu yolculuk bir nevi soyutlaştırmayla; varlıktan gaybe, somuttan soyuta şeklinde bir seyir gösterir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Yûnus'un alıç, buğday ve "nefes"le devam eden arayışı da İbrahimî bir arayıştır denilebilir. Yûnus da tıpkı Hz. İbrahim'in "Ben batanları sevmem" deyişi gibi; "Ne olmayacak iş ettim, gâfil oldum. Şimdi, bu buğday bir nice gün içinde tükenir, nefes ise, ölünceye dek tükenmez. Ola ki himmet ettikleri nasibi vereler" der.

Yûnus'un burada vardığı mutlak hakikat ve yakîn "nefes" olarak sembolize edilmiştir. Nefes konusunda yapılan yorumların çoğu Hz. İsa'nın nefesi konusuna bağlanmaktadır.

Bilindiği üzere başta Kur'ân-ı Kerim olmak üzere, birçok kaynakta Hz. İsa'nın ölüleri dirilten nefesinden söz edilir. Maide Sûresi'nde Hz. İsa'ya verilen diriltme mucizesi hakkında şöyle buyrulmaktadır: 

Allah, Ey Meryemoğlu İsa!

Sana ve anana olan nimetimi an demişti, 'Seni Ruh'ul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insânlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim.

Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle uçan bir şey olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğulları'na belgelerle geldiğinde, onlardan inkâr edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.

(Kur'ân-ı Kerim maide: 110)


Bu meseleyi Süleyman Uludağ şöyle izah etmektedir:

Tasavvufta velîlerin nefesinde insânları etkileyen mânevî bir kuvvetin bulunduğuna inanılır ve onların nefesine 'enfâs-ı şerefe, enfâs-ı tayyibe, enfâs-ı kudsiyye, nefes-i rahmânî, nefes-i hakkānî' gibi isimler verilir.

Mânen ölmüş olanları tekrar hayata kavuşturduğu için böyle tesirli nefese Hz. Îsâ'nın ölüleri diriltmesine telmihen 'dem-i Îsâ' denir, buna sahip evliya da 'Îsî-nefes' olarak nitelenir.

Ölüleri dirilten bu nefes İsrâfil'in sûra üflediği nefese de benzetilir. Halk arasında nefes etmek deyimi 'şifa bulması için hastaya dua etmek', nefesi sinmek ise 'duanın etkisinin görülmesi' anlamına gelir.

Allah Teâlâ'nın Hz. Âdem'e üflediği nefha ile (el-Hicr 15/29; Sâd 38/72) bu diriltici nefes arasında ilişki kuranlar da vardır. Velînin nefes bağışlaması 'sâlike himmet ve dua etmesi' demektir.

Nefes kelimesiyle 'üflemek' anlamındaki 'nefs' arasında bir anlam yakınlığı vardır. Hz. Peygamber'in Felak ve Nâs sûrelerini okuyup üflediği rivâyet edilir.

Hadiste, "Ruhulkudüs kalbime üfledi" şeklinde bir ifade geçtiğinden nefes (üfleme) vahiy türlerinden biri sayılmıştır (Süyûti, I, 142). Gazzâlî bu anlamdaki nefesi ilham olarak kabul eder.Yûnus'un Divân'ında da buna benzer birçok vurguya rastlamak mümkündür.

Hz. İsa'nın ölüleri diriltme mucizesinin manevî olduğu, ölüleri diriltmenin Allah'a mahsus olması hasebiyle, diriltme fiilinin ilâhî hakikatten uzak kalanların ma'nen ölü olduğu, Hz. İsa'nın bu manevî ölüleri, vahiy, hikmet ve irşad ile diriltme üzere memur olduğuna dair yorumlar da yapılagelmiştir.

Buna göre, Hz. İsa'nın kör gözleri açması da gözleri ilâhî hakikate kör olanların gözlerinin açılması suretinde yorumlanabilir.

Yûnus Emre Divânı'nda Hz. İsa'ya fazlaca telmihte bulunulduğu söylenemez. Yalnızca şu beyitte insânın ve nefsin açmazları ve çelişkileri bahsinde şöyle denilir: 

Bir dem gelir İsî gibi ölmüşleri diri kılar 
Bir dem girer kibr evine Fir'avn ile Haman olur


Sonuçta Yûnus, kendi deyimiyle "gafil" olup nefesi Hacı Bektaş'tan almaz. Onun selamıyla Tapduk Emre kapısına gelir. Yûnus, Tapduk tarafından kabul edilir.

Artık Yûnus hizmet edip nasip alacaktır. Yûnus'a dergâha odun taşıma görevi verilir. Yûnus bu görevi ifâ ederken başına türlü türlü haller gelecektir.

Menkıbelerde rivâyet edildiğine göre Yûnus, yine dağdan odun getirme işinde iken, yanına sonradan padişah olduğu anlaşılan, bir kişi gelir. Ona bir kese altın vererek bunun çok değerli olduğunu söyler.

Yûnus, padişahın kendisine verdiği altınları önemsemez, etrafındaki bütün taşları ağaçları altına çevirir. Sonra padişaha Allah dostlarının dağları da taşları da altına çevirebileceğini söyler.

Yûnus sonrasında taşları, ağaçları olması gereken şekle döndürerek varlık ile sorunu olmadığını gösterir.


Bu menkıbede Yûnus'un altına ve zenginliğe ilgi göstermemesi, terk-i dünya (dünyayı terk) olarak anlaşılabilir. Altına çeviren iksir ise ilm-i ledün'dür.

Burada eşyayı altına döndüren gerçeğe vardıran bilgiden başkası olamaz. Yine, Yûnus'un dergâha kırk yıl gibi uzun bir süre odun taşıdığı halde, hiçbir eğri odunu dergâha getirmemiş olması da remzî bir ma'na taşır.

Kanaatimize göre buradaki doğru odun, hakikat yolcusunun hiçbir fiilinde hatta taşıdığı odunda bile eğriliğin olmaması suretinde yorumlanabilir.

Bu, aynı zamanda "Erenler meclisine eğrilik yakışmaz" ifadesinin de mecâzî ifadesi olabilir. Prof. Dr. Ali Torun, olayı biraz daha ileri götürerek şöyle demektedir:

Vücûd-ı vâhidi anlamak, cemâl ve celâli birlemek ve vücûd içinde kendi aslını seyretmek kolay olmasa gerektir. Yûnus, celâlde cemâli buluncaya; 'bir isen birliğe bak' deyinceye kadar, yani kırk sene eğitilmiş ve nihâyet eğriyi doğruyu bir kenara bırakarak her tecellîden yârin cemâlini temaşa etmiştir.

Dolayısıyla 'odunlar' için kullanılan eğri veya doğru gibi sıfatlar, insânın noksanlığından ibarettir. Bu noktada menkıbedeki 'düz odunlar' Allah'ın Cemâl, 'eğri odunlar' ise Celâl sıfatlarının tezahürlerini sembolize etmektedir.


Bu ve bunun gibi menkıbelerin düz okunmasının tasavvufî metinlerin ruhuna aykırı olduğu ma'lumdur. Menkıbelerin ma'nayı ifade ederken kullandıkları mecâzî sembol remiz ve mazmunların bir tevile tabi tutulması zarurîdir.

Öbür türlü, olağanüstü hallerin anlatıldığı bu metinler olağan dilin acizliğine takılarak hakikatleri karşılamayacak ve düz okumalara yol açacak ve ortaya çıkacak olan kıssa ve hikayeler anlamının önüne perde çekecektir.

Kezâ, Yûnus Emre'nin eserlerinin üçte ikisinin suya atıldığına dâir olan menkıbe de böyle okunmalıdır.

Buna göre Molla Kasım isimli bir zahîr âlimi ya da şeriat ehli Yûnus'un divânını eline alıp bir ırmak kenarına varır.

Yûnus'un şiirlerini okumaya başlar. Molla Kasım, kendince şeriate, dinin zahirîne uygun görmediği şiirleri kitaptan koparıp koparıp ırmağa bırakmaktadır.

Çünkü daha önce söylediğimiz biçimiyle, Molla Kasım, mecâzî ya da remzî olanı düz okuyan bir zahir-perestir. Molla Kasım böylece Yûnus'un şiirlerinin üçte ikisini suya atar.

Fakat 2001'nci şiire geldiğinde Yûnus Emre'nin manevî keşfi ile ürperir. Yûnus adeta şiirlerinin başına ne geleceğini önceden görmüş ve şöyle demiştir:

Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelir


Sezaî Karakoç, bu menkıbeyi şâir-şiir ve okuyucu arasındaki bağ ve ilinti açısından oldukça mahirâne izah eder. Karakoç'un anlatımında, Molla Kâsım Yûnus'un adeta ikinci benliği olarak belirir.

Belki de tasavvufta "kendisini ayıplayan nefis" ma'nasındaki "nefs-i levvâme"dir. Bu yorum şiire okuyucu (kâri) açısından bakmaktadır. Bu yoruma göre, Molla Kasım, okuyucunun mücerred bir örneğidir.

Fakat okuyucunun mücerred; Necip Fazıl Kısakürek'in deyişiyle, etsiz kemiksiz okuyucunun bir bakıma yazar veya şâirin bir benzeri olduğu düşünülürse, Molla Kasım, bir bakıma da şâirin içindeki esprit critique'tir, otokritik benidir.

Şiirlere, şâirleriyle olan ilgisi ve şiirlerin oluşu açısından bakarsak, bir bakıma Molla Kasım, Yûnus'un kendisidir ve şiirlerini kritik ede ede meydana getirmekte ve insânların karşısına bir şiir çıkarabilmek için iki şiirlik müsveddeyi yakmakta ve yırtmaktadır.

Şiirlerin değeri ve İslâm'a uyarlılığı ve yararlığı için çektiği sıkıntı ve azabın sonu yoktur; zaman zaman şâir umutsuzluğa kapılmış, şiirlerini yakmış ve yırtmıştır.

Fakat halk, tertiplediği menkıbesiyle, büyük bir incelikle ve saygı duygusuyla, Yûnus'un karamalarının, şiir provalarının dahi boşa gitmediğini, onu da kuşların ve balıkların okuduğunu söyleyerek belirtiyor.


Bu iki yorumdan birincisinde şiire okuyucu, öbüründeyse şiire şâir açısından bakışı ele aldık. Bir de daha önemlisi, şiire, doğrudan doğruya şiire bakmak.

Yûnus'un şiiri üzerine kafa yormak vardır bu menkıbede. Şiirlerinin bir kısmını kuşların, bir kısmını balıkların ezberlemesi, Yûnus'un şiirinin yapısı hakkında bir fikir verir: Tabiattaki bütün sesleri toplayan bir şiir ritmi tutturduğu fikrini.

O kadar ki sanki Yûnus, kuş sesleri ve balık hışırtılarını şiirine yerleştirmemiştir de, Yûnus'un şiir ritmi, tabiatın içine doğru uzamış, kışların dilinde ve balıkların vücudunda ses olmuştur.

Sanki Yûnus, yalnız insân sesinin değil de oluşun senfonisini yazıyor. Şiir, hilkatın sırrına öyle dokunmuştur ki insânda bitmiyor ve durmuyor, öbür cânlılara uzuyor.


Buraya kadar Yûnus Emre'nin menkıbevi hayatı ve bu menkıbelerin bâtınlarında nelerin olduğunu göstermeye çalıştık. Biraz da Yûnus Emre'nin gerçek hayatı üzerinde durmak isteriz.

Burada da Yûnus'un şahsî hayatının ayrıntılarına girmenin fazlaca ansiklopedik bilgi gerektirdiği duygusu ile ana hatlarını vermenin daha uygun olduğu kanaatindeyiz.

Tarihte bazı şahsiyetler vardır; ölüm onları unutturamaz. Belki ölümsüzlüklerine bir basamak olur. İşte onlar cân ile ebedîleşenlerdir. Onlardan biri de Yûnus Emre'dir.

Tapduk Emre'nin deyişi ile "Bizim Yûnus"tur. Anadolu'nun manevî harcını karanların en önemlilerindendir Yûnus Emre.

Hakkında bilgilerin tartışmalı olduğu Yûnus'un XII. yüzyılın ikinci yarısında XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı bilinir.

Kesin olmamakla birlikte Yûnus'un miladi 1240-1241 yıllarında doğup, miladi 1320-1321 yıllarında vefat ettiği, kabule şayan bir bilgi halini almıştır.

Doğum yeri ve vefat yeri hakkında kesin bilgiler olmamakla beraber velâyet-nâmeler, onun Sivrihisar'ın, Sarıköy'ünde doğduğunu söyler.

Bununla beraber, Anadolu insânı, öylesine benimsemiştir ki Yûnus'u; Edirne'den Erzurum'a kadar on altı yerde mezarı olduğu rivâyet edilir.

Mezarının nerede olduğunun bir öneminin olmadığını da Yûnus, kendisi dost ilinde, dostun yanındayım diyerek bizlere sunuyor: 

Benim dilim kuşd ilidir, 
Benim ilim dost ilidir. 
Ben bülbülem, dost gülümdür,
Bilin gülüm solmaz benim.

 
Yani onun yöresi, dostunun bulunduğu her memlekettir:

İlk adım Yûnus idi, adımı âşık taktum 
Terk ittim ut u edep şöyle haber bıraktum

diyen Yûnus, o kadar Anadolu'dur ki kimi araştırmacılar 14 ayrı Yûnus'un olduğunu, derviş, miskin, âşık vb. isimlerle Yûnus Emre'nin izinden gittiklerini tespit ederler.

Saygıdeğer araştırmacı, Prof. Dr. Mustafa Tatçı'nın titiz araştırmaları sonucunda ortaya çıkardığı "Yûnus Emre Divânı ve Risaletü'n-Nushiyye" adlı çalışması ile artık Yûnus'un tüm eserleri elimizdedir diyebiliriz.
 


Burada Yûnus Emre'nin hayatıyla ilgili bir tasarrufa girmeyi düşünmüyorum. Bizim için önemli olan siz değerli okuyucularımıza paylaşmak istediğimiz Yûnus'un ölümü bile yumuşatan çağlar ötesi felsefesidir.

Daha önce söylediğimiz gibi "aşk" Arap lügatinde "sarmaşık" demektir. Çünkü sarmaşığın ayakta duracak bir gövde yapısı yoktur. O, ancak sarıldığıyla ayakta durur ve ondan beslenir.

Çoğu zaman sarıldığı ağaç ya da bitki kendisinden daha zayıf olduğu için, önce sarıldığı şeyi kurutur; sonra da kendisi ölür.

Yûnus ise fâni aşkların adamı değildir. İlahi aşkı olan Yûnus, öyle birine sarılmıştır ki sevdiği zevalsiz ve bakidir.

Böylece Yûnus'un aşkı ona bir ölümsüzlük iksiri olup onu ebedîleştirmiştir. Şöyle der yüce ârif; 

Yûnus öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez


Çünkü Yûnus, kendisinin dünyaya gelme vesilesini aşk olarak görür. Aşk onun için cümle devâlardan üstündür.

Yüce Rabb'imiz bir hadis-i kudside "Ben yerlere, göklere sığmam; ama inanan kulumun kalbine sığarım" diye buyurmuştur. O yüzden gönül Allah'ın evidir; Kâ'be kadar mukaddestir. 

Gönül Çalab'ın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı 
Kim gönül yıkar ise


Çünkü Allah'a dost olmak Hz. İbrahim gibi olmaktır. Halil olup dost olmak, oğlunu kurban etmeyi bile göze almaktır.

Ama İsmail olmak da başka bir mertebedîr. İlahi buyruğa hiç tereddüt etmeksizin teslim olmaktır. 

İsmail'em hak yoluna
Cânımı kurban eylerem, 
Çün bu cânım kurban sana,
Koçu kurbanı neylerem

der Yûnus. Davası, aşk ile cânı ölümsüzleştirmektir. 
 

Ben gelmedim davi için 
Benim işim sevi için
Dost'un evi gönüllerdir 
Gönüller yapmaya geldim


Mutlak güzelliğin izleri ile bezeli kainatta var olan her şey aşkın eseridir. Alem(ler)in yaratılış gayesi aşktır. Bu aşk özün özüdür.

Yûnus'a göre alem(ler) bizi Allah'a ve Allah aşkına götürür. Yûnus, bu yaklaşımıyla dünyaya gelişinin hikmetini dile getirir.

Aşkı da ölüm kıyısındadır. Ya da ölüm onun için aşkın şiddetle artmasından ibarettir. 
 

Ten fânidir, cân ölmez, 
Çün gitti geri gelmez,
Ölür ise tenler ölür, 
Cânlar ölesi değil.


Çünkü cân, cânana verilmek içindir. Cânana verilmeyen cân tendir. Bir gün toprağa karışıp gidecektir.

Yûnus'a göre Hakk'ın görünme yeri olan gönül sahibi, ma'rifet nûru ile parlayan irfân ehli, cânana, cân vererek ebedîleşir. 

İş bu söze hak tanıktır 
Bu cân gövdeye konuktur 
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi


İçinde âşk kırıntısı bulunduran toprak bile cânlıdır. Menfaatsiz sever. Gayesi Allah'ın rızasıdır. Garez ve art niyet içermez. İbadetler emredildiği için yapılır, karşılığında Cennet'in vaadi ise ilâhî bir ihsandır.

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşk ile birkaç huri 
İsteyene sen ver anı 
Bana seni gerek seni


Yûnus'un gayesi bu sözler ile tıpkı Mevlânâ Celaleddin gibi aslına, yaratıldığı yere, Allah'ın ircii(dön) emrine hazır olacak hale gelmektir.

Ölüm bu gayeye engel olabilir mi ki? 

Eğer beni öldüreler
külüm göğe savuralar 
Toprağım anda çağıra
bana seni gerek seni


Çünkü insân, bir kaç damla kan ve bin endişeden oluşan değil mi? Bu büyük sancının çaresi ne diye sorar kendisine...

Sonra da hakka sığınır. Dosta sığınır. 

Niyetim ol şehre varam
Feryad ü figan koparam


Neyin feryadıdır bu?

Necip Fazıl'ın deyişiyle; 

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim
Minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı
Bir zerreciğim ki arş'a gebeyim
Dev sancılarımın budur kaynağı 


Zerrecik, dev sancılara gebedir çünkü. Esasında Yûnus'u tazeleyen şey nedir bilir misiniz; birisi dostluk, ötekisi de ebedîyet tutkusudur.

Ol dost bana nazar kıldı
Taze civân oldum bugün

Her gün yeniden doğarız
Bizden kim usanası


Bu yaklaşımıyla da Yûnus, hayatı değiştirmenin yolunun, kişinin kendisi ile sınırlı kalmamasından geçtiğini söyler.

Her şeyden ve herkesten kendisini sorumlu tutmayınca ârifin, irfânı tamamlanmış olamaz. 

Bir niceye verdim emir
Devlet ile sürdü ömür
Yanan kömür kızan demir
Örse çekiç salan benem


Yûnus, sâde bu da değildir. Toprak adamın sancı çekmesi, kendisini ve evreni doğurmasının da adıdır. 

Benem ol aşk bahrısı denizler hayran bana
Derya benim katremdir erreler umman bana


Zerrenin ummana, ummanın zerreye dönüştüğü yerde dün ile yarın kalır mı?

Bunu gündelik dille nasıl dile getirebilir ki insân? Ona kuş dili gerekmez mi?

Hz. Süleyman'ın kuşlarla konuştuğu dile sahip olmadan nasıl söylenebilir ki, kanatlarımızı yakan hakikat ateşi?

Şâirin deyişiyle;

Sevda derinlerdedir, oysa Ferhad üstünü kazmada dağın...


"Sendeki seni dinle, hakkı bilmenin ilk yolu budur. Çünkü ancak kendini bilen Rabb'ini bilir" diye buyrulmuştur. 

Beni bende deme ben bende değilem
Bir ben vardır bende benden içeri 
Süleyman kuş dilin bilür dediler
Süleyman var Süleyman'dan içerü


Bu içtekinin ne olduğunu bilirsek eğer Yûnus'un eşref-i mahlûkât olan insâna sevgisinin, Batı'nın hümanizminden ne kadar farklı olduğu da kristalize olur.

Bu bahse ileride belki yeniden döneriz diye Yûnus'un neden hümanist olmadığına burada girmeyeceğiz.

İnsanı, Allah'ın yeryüzündeki bir tecellisi olarak gören Yûnus, yâ Rabbe'l- alemin (tüm alemlerin Rabbi) düsturu ile birlikte "Göklerin ve yerin yaratılması, dilleriniz ve renklerinizin farklı olması da O'nun (varlığının ve kudretinin) dillerindendir…" (Rum süresi 22) âyeti kerimesinden de hareketle, birçok sosyal meselemizin çözüm anahtarını şöyle sunar bizlere: 

Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan 
Halka müderris olsa hakikatte asidir


Bu aşk kitabının nüshası içeridedir. Çünkü ancak, aşkı olanın dilinden zehir dökülmez.

İşidin ey yarenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer Taş gönülde ne biter dilinden ağu tüter Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer.


Necip Fazıl'ın seslenişiyle Yûnus'a şunu söylemeli: 

Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan
Geleyim izine doğru arkandan 
Bırakmam tutmuşum yakandan 
Medet ey Yûnus'um dervişim medet


Galiba bizler de o Türkmen kocasının üç satırına sığınıp "hamdım, piştim, yandım" diyerek bahsin bitmeyeceğini bile bile bitirmeliyiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA OKU

DAHA FAZLA HABER OKU