Antik İsrail ve Mısır ilişkileri (2): Amarna çağında İbraniler

Umut Ataseven Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Amarna tabletleri

IV. Amenofis olarak bildiğimiz ve adı Yunancaya uyarlanmış olan Mısır firavununun asıl doğum ismi Amenhotep'tir. Anlamı ise "tanrı (amon) hoşnut"tur.

Mısır'ın önemli bir şehri olan Amarna kentinde ele geçirilen 300'den fazla tablet bir bakıma dönemin süper güçlerinin arasındaki çatışmaları gözler önüne sermektedir.

Elbette bu çatışmalar arasında sıkışıp kalan minimal devletlerin hali hazırdaki durumları hakkında da ip uçları vermektedir.

Bu tabletlerin (mektup olarak bilinir) dönemin firavunları haricinde Akhenaton ve kendisinden sonraki idareci I. Amenofise ait oldukları bilinmektedir.

Bu mektupların içerik bakımından kendilerini ilgilendiren ve küçük devletlerin Mısır idaresinden istediği çeşitli desteklerin bir ara yüzüdür.

Bu dönemin küçük krallarından biri vardır ki stratejik bakımdan önemli bir mevkiye yerleşik olan Amorilerdir.

Amorilerin baskın karakterinden mütevelli bölgede bir Amori kültürünün yaygınlaşıp, kabul gördüğünü söylemek mümkündür.


Bu yüzyıl önemli gelişmelere gebe olurken yarım yüzyıl boyunca etkin hakimiyet sahaları içerisinde yer alan III. Amenofis ve Akhenaton dönemleri oldukça çalkantılıdır (b.c 1390-1330).

Bunun önemli bir nedeni de şüphesiz Akhenaton'un din anlamında giriştiği devrimlerden ileri gelmektedir.

Önceden beri Aten kursuna tapınmakta olan dindar firavun meydana getirmiş olduğu inanç biçimi tek tanrılı inanca mensup olduğu görüşünün vadesini doldurduğuna inanmaktayız.

Akhenaton, antik Mısır'ın tüm tanrılarını reddetmiş ve öyle ki; başkenti Güney el-Amarna'ya taşımaktan da çekinmemiştir.

İktidar sahibi olmasından ötürü güç ve hakimiyeti elinde bulunduran Akhenaton, aslında bir bakıma kendine inananları aynı çatı altında toplamamış, saray erkanı zorunlu olarak o çatının altına girmeye itilmiştir.

Akhenatonu Musa veya Yehovacılık inancıyla özdeşleştirmeye çalışmak o dönem itibarıyla bir anlam ifade etmediği gibi, tek tanrı inancını bina eden bir Firavun gibi görünmesini de anlamsız kılmaktadır.

Yapısal anlamda tek tanrı inancına sahip olduğuna dair çıkan görüşler ve bunun aksine Akhenaton'un 3 farklı tanrıya inandığını bilmek, bu görüşü boşa çıkarmaktadır.

Bunlardan biri Firavun'un yanından asla ayırmadığı Aten Kursu, biri Ma'at diğeri ise şüphesiz kendisidir.

İnanç biçimi açısından meydana gelen bu düzenleme hem Musa hem de Yehovacılık'tan uzak kaldığı gibi aynı zaman da kendi içinde çelişkiye düşmektedir.
 

1.jpg
Görsel: Mısır Tanrısı Ma'at


Bu dönemin en çok öne çıkan durumlardan biri de Suriye-Filistin bölgesinde yaşanan karmaşa dönemidir; bu dönem siyasi çekişmelerden ziyade güç gösterilerinin yoğun yaşandığı bir dönemi de ifade eder.

Yerel krallıklar arasında yaşanan sorunların eprikrizi her daim Mısır saraylarında vuku bulmuş ve yardım taleplerini ileten mektup dizileri firavunların gündemini sık sık meşgul etmiştir.

Bu mektupların tek bir amacı vardı; Mısır hükümetinin gücü karşısında ezildiklerini ve Firavun'un birer köleleri olduğunu anlatan mektupların karşılığını alabilmek.

Her yerel krallık Mısır devletinin çıkarlarını gözettiğini ifade ediyor olsa da ne ölçüde samimi oldukları aslında Firavun'u pek de ilgilendirmiyordu.

Çünkü Mısır bürokrasisin asıl amacı, vergilerin zamanında ve eksiksiz ödenmesini sağlamaktı.

Mısır, Cennani toplumlarına daha evvelde beslediği kinden ötürü bu güçler arasındaki çatışmalara pek ilgi göstermediğini söyleyebiliriz.

Mektuplar arasında en dikkat çeken unsur şüphesiz Habiru saldırılarıdır. Bu saldırıların faillerini köken bakımından nereye dayandığı konusu bir tartışma konusudur.

Birtakım görüşler mevcuttur ki bunlardan bir tanesi, bunların birer göçebe istilacılar oldukları yönündedir.

Dikkate değer bir başka görüş ise bunların, İsraillerin Cennan istilası ile anıldığıdır.

Oysa bu görüşleri askıya almayı vazife bilerek, Habiruları tüm Yakındoğu boyunca yazılmış yazıtlarda Orta Tunç Çağı'na tarihlendirmek mümkündür.
 

2.jpg
Görsel: Habiru heykelciği


Mısır siyasetinde de etkilerini gördüğümüz, bir bakıma başıboş, eşkıya ve hatta gerilla olarak tanımlayabileceğimiz Habirular Mısır yazıtlarında Apiru olarak zikredilmişlerdir.

Apiru kelimesi köken bakımından Sami dillerine mensup bir kelime olarak da düşünülmektedir.

Apiru yapı bakımından Hebrem (İbrani) sözcüğü ile aynı kökten geldiğini söylemek dilbilimcileri tarafından mümkündür.

Apiru (Hebrew) bir bakıma yerleşik hayata geçmeyen ve siyasi anlamda da bir mevkide olmayan İlk İsraillere çevre komşuları tarafından verilen bir adlandırmadır.

Buna kanıt olarak Kitab-ı Mukaddes, Geç Tunç Çağı'nın sonunu işaret eden Yehovacılığın ortaya çıkışı ile yazılan arkaik bir manzumedir.

Ve onlar ayrı yaşayan insanlar ve onlar kendilerini uluslardan saymıyorlar.

(Sayılar 23:9)
 

3.jpg
Görsel: Yehovacılar 


Birtakım görüşler Yehovacılık'a ilk inananların Apiru-Hebrewler olduğunu ileri sürmektedir.

Bu görüşlerin ilerleyen dönemlerde gerçekleşecek siyasi bir unsurun yüzyıllar sonra Yehova'ya tapanlar olarak görmek mümkündür.

Ancak dile getirilmeye çalışılan, nitekim tam manasıyla bir düzensizlik kavramı ile özdeşleşmeden etnik bir yapıya bürüneceğini de ifade etmek gerekir.

Buna yakın bir anlam olarak, eş anlam paradisi de karşımıza çıkar; çoğu tarihçi bu anlamı Yahudi olarak masaya yatırırlar.

Sekiz günlükken sünnet oldum. İsrail soyundan, Benyamin oymağından, özbeöz İbrani'yim. Kutsal Yasa'ya bağlılık derseniz, Ferisi'ydim.

(Filipililer 3:5)

 

Yakındoğu'da Hurri etkisi

Amarna çağının dini devrimleri ve beraberindeki siyasi çekişmeler Yakındoğu coğrafyasının temel sorunlarından biri olarak karşımıza çıkar.

Yakındoğu coğrafyası içerisindeki Filistin bölgesinin hakimiyetini elinde bulunduran Kudüs Kralı Abdu- ada sahip olması önemlidir.

Bir husus daha dikkat çeker ki bu durum Kudüs Kralı'nın Hurri bağlantılı inançları da adına eklenmiş olması konu itibariyle ele gelir bir olgudur.

Keza Hepa bir Hurri tanrıçası olup Yakındoğu coğrafyasındaki saygınlığıyla bilinir.
 

4.jpg
Görsel: Tanrıça Hepa


Amarna'da bulunan yaklaşık 300 tabletten elde edilen mektup kalıntıları bizlere gösteriyor ki; Kudüs Kralı Abdu-Hepa bir siyasetçi değil, asker kökenli bir kişiliktir.

Aynı zamanda Mısır merkezli bir idareyi elinde tutmaktaydı. Yazılan mektupların dilleri oldukça önemli olup yazıcıların Kuzey Suriye veyahut Güney Türkiye'den geldiklerine işaret etmektedir.

Mitanni askeri gurubunun devlet çöktükten sonraki süreçte silah altına alınan Maryanulardan bir tanesinin de Kudüs Kralı olduğu görüşler arasındadır.

Hurri etkisinin Filistin memleketinde yer tutuyor olması, Mısırlar tarafından kabul görmüş ve bir Hurri ülkesi olarak anılmasına yol açmıştır.

Öyle ki bu insanlar Kitab-ı Mukaddes'te Horritler olarak zikredilmiştir.


İbrani Kavramı Üzerine: B.C 14'ncü yüzyıl dolaylarına dayanan, Kitab-ı Mukkades'te de Filistin döneminin anlatılarında İbri-İbrani kelimeleri zikredilmektedir.

Aslında bu kelimeler bir milleti ya da etnik gurubu işaret eden bir ifade olmayıp benzer şekilde Apiru ile kullanılan eş değer bir anlama sahiptir.

İbriler, kendilerini bir millet olarak ya da coğrafi yerleşke olarak tanımlamadıklarını açıkça ortaya koyarlar.

Bu kelime biçim bakımından anlam bütünlüğünün getirmiş olduğu klasik anlam doğrultusunda "İbraniler" olarak yansır.

Bir başka dönem yapısıyla anlatılara konu olan Filistinliler, David'i ve onun takipçilerini İsrailliler olarak değil, Apiru olarak aşağılarlar.
 

5.jpg
Görsel: Hurri bölgesi Haritası

 

Erken İsrail öncesi inanç sistemi

İsrail evveli dönemi Geç Tunç Çağı olarak benimsendiğini daha önce ifade etmiş; ancak bu devrin dini değerlerinin neler olduklarına dair görüş bildirmemiştik.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu bölümde inanç sistemlerinin İsrail öncesi devirde nasıl bir şekil ile ele alındığını özetlemeye gayret edeceğiz. 

Dönem itibarıyla ilk siyasallaşma süreçlerinin yaşandığı, şekillendiği ve hatta din olgularıyla bütünleşip zaman içinde ideoloji unsuruna evrimleşeceğini ifade etmek gerekir.

Dini argümanların meydana getirdiği inanç biçimleri, sosyal yapı açısından da son derece mühim bir hadisedir.

Öyle ki Apiru olarak açıkça ilan edilen ve her fırsatta sosyal denge açısından kabul etmeye yanaşmayan milletler arasında kalmış bir oluşumdur.

Bir bakıma bu reddediş sadece siyasal anlamda değil, sosyal anlamda da reddedilmeyi göze alır.

Bu reddedişler aynı zamanda dini değerlerin de reddi anlamına geldiğine de dikkat çekmek gerekir.

Geç Tunç Çağı'nda ontoloji ve kozmolojik açıdan bireyselleştirme faaliyetlerine de girişildiğini söyleyebiliriz.

Örneğin Yakındoğu kültünde yer alan Baal ve Aşera unsurları dikkate değer iki klasik inanç kültüdür.

Baal heykellerine Yakındoğu bölgesinde sıkça rastlayabilmekteyiz ve bu aynı zamanda bölgede yaşanan güç gösterisinin bireyselleştirme faaliyetlerinden biridir.

Aşera ise yine aynı bölge de Bereket tanrıçası ve oyulmuş heykeller olarak karşımıza çıkmaktadır.

Devlet eliyle inanç kültüne ya da tapınılan bir tanrı tasvirine müdahale, Antik dönem için cesaret gerektiren bir durum olmuş ve devletin bu tanrılara ne kadar süreyle, nasıl ve nerede tapınılacağına dair bir öngörüsünün olması beklenemezdi.

Bu durum sorgulanamaz ve meşruiyeti müzayedeye çıkarılmazdı. Halkın kayıtsız şartsız inandığı bir külte devlet müdahalesinin ne yazık ki bir örneğine rastlayabilmek mümkün değildir.


Tarihçiyi Eskidoğu ve Eskibatı olarak iki ayrıma götüren unsur coğrafi nedenlerden ziyade zihniyet meselesinden ileri gelir.

(İplikçioğlu, Bülent)

  

6.jpg
Görsel: Antik İsrail dönemi heykel


Yakındoğu coğrafyasında şiddetli çatışmaların cereyan ettiği B.C 13'ncü yüzyıl devri, Mısır için Yeni Krallık devrinin kapılarını aralayacaktır.

İki önemli güç olarak karşımıza çıkan Hitit ve Mısır idareleri sıcak çatışmalara girmekten son derece kaçınıyor olsalar da Kadesh yakınlarında karşı karşıya gelmeleri mümkün olmuştur.

Mısır'ın devrimci, dindar firavunu Akhenaton'un ölümünden sonra siyasi düzen yeni formlara kavuşmuş oldu.

B.C 1273-74 yılını oldukça önemli kılan bir hadise ise Kuzey Suriye üzerindeki ticari hakimiyetini sağlamak adına yapılan Kadesh muharebesidir.

Her ne kadar iki süper güç olarak anılsa da bölgede yaşanan krizler, her iki devleti de son derece yıpratmış ve güçsüz bırakmıştı.

Öyle ki direnen iki taraf en nihayetinde 15 yıl sonra barış masasına oturmayı akledebilmişlerdir.

Yıpranan elbette sadece devletler değil, aynı zamanda halkları da büyük oranda can çekişmekteydi.

Her iki tarafın da orduları, ikmal bölgelerindeki konaklamalarında ve beraberinde geçtikleri bölgelerde durmaksızın salgın hastalıkları yaymışlardı.

Mısır kuvvet ordularının Kuzey Suriye'deki ilerleyişi Hititler üzerindeki baskıyla birlikte batı kanadını son derece güçlenmesine neden olmuştur.

Doğu Akdeniz'in / Ege (...) bölgelerine nefes aldıran ticari ilişkiler, durma noktasına gelmiş ve ticari hacim düşüşe geçmişti.

İki süper gücün mücadelesi Yakındoğu coğrafyası kadar Ege coğrafyasını da derinden yaralamaktaydı ki Yunan-Mkyken uygarlığı bir bakıma yüzyıllar boyu sürecek karanlık bir döneme girmişti.

Salgın hastalıklar, Mısır kuvvetlerinin Hitit memleketinde düzenlediği baskınlar neticesinde başkentte bir nüfus kırılması yaşandığını söyleyebiliriz.

Suriye merkezi bir bakıma Fırat ve Asi beldelerinin kaderini yaşamakta, ıssız kentlere dönüşmekteydi.

Bu durumdan en çok faydalanan guruplar şüphesiz mülteci olarak gelip yerleşen toplumlar olmuşlardır.

Bu toplumlar gelip yerleştikleri coğrafyaları imar etmeye ve yeni yaşam alanları oluşturmaya başlayacaklardır.

İşte bu süreçte 3 bölgede yoğun bir nüfusu artışı yaşanmaktaydı.
 

7.jpg
Görsel: Myken haritası 

 


(Devam edecek...)

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU