Yeniden alevlenen ırkçılık tartışmaları: Melek değiliz; ama hiç değilse vicdan azabı duyuyoruz

Eşitliğin Tanrı’nın kullarına bahşettiği bir mucize olduğunu iddia eden Amerikan yasaları siyahilerin köleliğini tam 82 yıl sonra, büyük ve kanlı bir iç savaşın nihayetinde kaldırdı

1630 yılında başlayan 'Büyük Göç' sırasında yeni bir dünyaya doğru yol alan Pirütenlerin nihai amacı özgür ve müreffeh bir toprak özlemine dayanıyordu. Matta İncilinde Hazreti İsa'ya atfedilen sözlerden ilhamla; "Dünyanın ışığı sizsiniz. Tepeye kurulan kent gizlenemez. Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki babanızı yüceltsinler!" ülküsü benimsenmişti.

Amerika'nın köklerini yoğuran ülkü 'Tepeye kurulan kent' hayali üzerine inşa edilmişti. Oysa Yeni Dünya, Birleşik Krallığın çok hisseli şirketlerinin tekeli altında dizayn edilmişti. Amerikalılar, Londra'da temsil edilmedikleri gibi İngilizlerin ağır vergileri ve ayrımcılıkları altında ezilmekteydiler.

1733 tarihinde İngiliz Koloni Bakanlığınca çıkartılan 'Şeker Pekmezi Kanunu' Amerikan halkının tüm iradesini yok sayan bir mahiyete sahipti. 1754 yılında patlak veren İngiltere-Fransa Savaşı sonrası Birleşik Krallığın Amerikan halkı üzerindeki baskısı daha da artmıştı.

Vergiler zaman içerisinde Amerikalıların köle mi; yoksa hür vatandaşlar mı olduklarını sorgulamalarını sağladı. ABD'li aydın ve siyasetçi Samuel Adams Boston Meclisinde vatandaşlarına şu soruyu sorma cesareti göstererek isyanın fitilini ateşledi;

"Bizim üzerimize herhangi şekillerde konan bu vergiler; eğer bizler bu vergilerin oluşturulduğu yerde yasal olarak temsil edilmiyorsak, bizim karakteristiğimizi 'özgür uyruklar'dan devletin kölelerine indirgemiyor mu?"

Samuel Adams.jpg
Samuel Adams

 

Adams ile başlayan eleştiriler Britanya'da beklenen etkiyi oluşturmadı. Kendilerini ABD'lilerin efendisi olarak gören İngiliz seçkinleri eleştirileri dikkate dahi almadılar ve tarihe 'Damga Vergisi' olarak geçecek yeni vergileri yürürlüğe koydular.

Amerikan halkıysa artık İngilizlerden eşitlik değil, özgürlük talep edecekti. Samuel Adams ile başlayan Meclis hareketleri içerisindeki gruplar kendilerini "Özgürlüğün Çocukları" olarak tanımlayacak ve toprakları üzerinde güneş batmayan Birleşik Krallık'a karşı harekete geçecekti.

İngilizler ayrımcılık ve ötekileştirmeye maruz bıraktığı 'ayak takımının' hak arayışına yönelik yaklaşımını İngiliz Parlamentosu üyesi George Grenville'e şu sözlerle yansıtacaktı;

"Koruma ve itaat karşılıklıdır. Büyük Britanya Amerika'yı korur, Amerika bu durumda itaat etmekle bağlıdır… Bu krallığın korumasını istemeye her zaman hazırlar. O koruma onlara tamamıyla ve bolca verilmiştir. Ülke onlara bu korumayı sağlarken muazzam bir borç yükünü üstlenmiştir ve şimdi kamunun kendilerinden kaynaklı harcamalarına küçük bir miktar katkı yapmaları istendiğinde otoriteni reddediyorlar, memurlarına saldırıyorlar, nerdeyse diyebilirim ki; açıkça isyan ediyorlar."

 

18 Nisan 1775 yılına gelindiğinde 'ayak takımı' olarak görülen ABD'liler Lexington ve Concord'da Birleşik Krallık askerlerine ilk kurşunu sıkma cesareti göstermişti. Bu olaydan kısa bir süre sonra İngiltere, kolonisi konumundaki ABD'ye resmen savaş açtı.

Uzun yıllar İngiltere sömürüsü altında kalan ABD'liler yalnızca özgürlük istemiyordu, aynı zamanda demokrasi de talep edecekti. Soylu ve seçkinlerin yönetimine dayanan İngiliz sistemi yozlaşmış bir sistemdi ve insan doğasına aykırıydı.

Thomas Paine Türkçeye 'Sağduyu' (Common Sense) olarak çevrilmiş makalesinde Amerikalıların savaşını aynı zamanda diktatörlüğe ve yozlaşmaya karşı başlatılmış evrensel bir direniş olarak lanse edecekti.

hitler.jpg
Adolf Hitler

 

Ve nihayet 4 Temmuz 1776 Özgürlük Bildirgesi'nde ABD'li vatanseverler Amerikalılar dünyaya tüm vatandaşlarının eşit ve özgür olduğunu şu sözlerle ilan edecekti;

"Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır ve aralarında yaşam, özgürlük ve mutluluğunu arama hakkı gibi Yaratıcı tarafından onlara verilmiş, onlardan ayrılamaz belirli haklara sahiptirler. Bu hakları korumak için insanlar güçlerini yönetilenlerin rızasından alan devletlere ayrılmışlardır ve herhangi bir devlet bu hakları yok eder hale gelirse bu devleti değiştirmek veya yok ederek yeni bir devlet kurmak insanların hakkıdır…"

Her şey bir peri masalı gibiydi; ama dünyanın en özgür ülkesinde dahi eşitlik sadece güçlünün hakkıydı. İngilizlere karşı eşitlik ve özgürlük savaşı veren ABD'liler kısa bir süre sonra nedense Siyahi Amerikalılarla o kadar eşit olmadıklarına karar verdiler.

Eşitliğin Tanrı'nın kullarına bahşettiği bir mucize olduğunu iddia eden Amerikan yasaları siyahilerin köleliğini tam 82 yıl sonra, büyük ve kanlı bir iç savaşın nihayetinde kaldırdı. Kölelik kaldırıldıktan hemen sonra 1935 yılında Nazilerin Almanya'da Nürnberg Yasaları olarak kanunlaştırdığı şu düşünceyi benimsedi;

"Bütün insanlar eşittir; ama bazıları farklıdır."

Bu farklılık sonucu siyahiler, beyazlarla aynı okula gidemedi. Uzun süre oy kullanamadı ve hatta otobüste dahi beyazlardan farklı yerlere oturmak zorunda kaldı. Malcolm X, ABD'lilerin ırkçı tutumlarını şu sözlerle eleştirdi;

"Ben Amerikalı değilim, Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim, herhangi bir Amerikan pembe düşünü görmüyorum, bir karabasan benim gördüğüm. Amerika'nın çok ciddi bir meselesi var. Amerika'nın meselesi biziz. Hakir görülüyorsanız, siyah olduğunuz içindir. İkinci sınıf ve sadık köleleriz biz. Amerika'nın ahlakını, vicdanını değiştirmeye çalışmayın. Çünkü Amerika'nın vicdanı iflas etmiştir. Beyaz adamı değil, kendimizi değiştire-lim. Geri dönmemek üzere yürüyeceğiz. Amerika'nın tek seçeneği vardır: Ya kurşun ya oy! Ya ölüm, ya özgürlük! Kendisini özgürlük ve demokrasi timsali gösterirken, kendi yurttaşlarını oy kullanmak istemelerine rağmen, silah kullanmaya mecbur eden bir sistemden daha kokuşmuş bir sistem var mıdır? Bizim yalnız yurttaş olarak değil, birer insan olarak bile mevcudiyetimizi tanımadı; bir kadın, bir erkek, bir insan olarak bile saygı göstermedi. Amaç: 'Hürriyet, adalet, eşitliktir.' Biz, hepimizin insan olduğumuzun farkına varılmasını, bize saygı duyulmasını istiyoruz. Genç siyah adam öteki yüzünü çevirmeyi bıraktı, uysal olmaktan vazgeçti. Yeteri kadar beklediğimizi sanıyoruz. Oturarak, ağlayarak ve dua edip dilenerek kayda değer bir sonuç elde edeceğimize inanmıyoruz. Amerika'da siyah adam, demokrasi ülkesinde değil; polis devletinde yaşıyor."

Bugün dahi siyahi ABD'liler için ayrımcılığın ve ırkçılığın tamamen ortadan kalktığını söylemek mümkün görünmemektedir.

Irkçılık ve ayrımcılık hastalığı ne yazık yalnızca ABD tarihinin bir parçası olmadı.

Nazi Almanya'sının ırkçı temayüllerinin kökleri

Ayrımcılık düşüncesi düşünüldüğü gibi cehaletle ilişkili değildir. Dünyanın en acımasız ve sistematik ayrımcılığını uygulayan toplumlar medeni dünyanın en donanımlı toplumları olmuşlardı.

Bunun en acımasız örneği Hitler Almanya'sında görülmüştü. Hitler, Darwin'in güçlülerin doğada ayakta kalabildiği teorisi ve Spencer'in biyolojik evriminden son derece etkilenmişti. Bunların yanında Nietzsche'nin 'Üstün İnsan' düşüncesini yanlış yorumlayan Hitler milyonlarca masum insanın ölmesine neden oldu.

ABD bağımsızlık savaşı.jpg
ABD bağımsızlık savaşı

 

Hitler'in katliamına maruz kalan yalnızca Yahudiler ve Çingeneler olmadı, en iyimser rakamlara göre 800 bin engelli Alman vatandaşı Hitler'in gaz odalarında can verdi.

Nazilerin Tarım Bakanı R.W.Darre bu korkunç katliamı şu sözlerle meşrulaştıracaktı;

"Bir bahçedeki bitkileri kendi haline bırakan kişi bir süre sonra şaşkınlıkla görecektir ki, bahçeyi yabani otlar kaplamış, bitkilerin temel özellikleri bile değişmiş. Eğer bu bahçede bitki yetiştirmeye devam edilecekse, başka bir deyişle eğer bahçe doğal süreçlerin acımasız hükmünden kurtulmak istiyorsa, o zaman bir bahçıvanın biçim verici idaresi gerekecektir. Bahçıvan, bitkilerin yetişmesi için uygun koşulları hazırlayarak, ya da zehirli etkileri uzaklaştırarak ya da her ikisini birden yaparak, bakılması gereken şeylere özenle bakar ve onları gıda, hava, ışık ve güneşten yoksun bırakan zararlı otları acımadan öldürür…buradan şu gerçeğe ulaşıyoruz: yetiştirme sorunu siyasal düşünce için yabana atılacak bir şey değildir, aksine bütün mülahazaların merkezinde olmalıdır…hatta şunu diyebiliriz; bir halkın ruhsal ve ahlaki dengeye ulaşabilmesinin tek koşulu, kültürünün tam merkezine iyi tasarlanmış bir yetiştirme planı konmasıdır."

Hitler ise büyük topluluklar önünde "Bedenen ve ruhen sağlıklı ve uygun olmayan kimsenin, kendi ıstırabını çocuklarına da aktarma hakkı yoktur." Sözleriyle katliamın maksudunu ifşa ediyordu. Daha korkuncu ise psikologların çoğu hasta raporlarını Hitler Hükümetine jurnalleyerek ruhsal problemleri olan insanların da imha edilmesine ön ayak olmaktaydılar.

Bu ayrımcılık ve ırkçılığı yapan Hitler Almanya'sı hiç de iptidai bir medeniyet değildi. Bugün klasik müziğin en büyük isimlerinden birisi olan Richard Wagner bu katliamı eserlerinde ölümsüzleştirmekle meşguldü.

Hiçbir şey tam olarak geride kalmadı

Batı dünyasının ırkçılık sicilini okumak için geçmişin dehlizlerine uzanmaya ihtiyaç bulunmamakta. Güney Afrika mazlumlarının çığlıkları hala kulaklarda çınlamaktadır.

İngilizler 1870 tarihinde Güney Afrika'da elmas ve altın madenlerini keşfetmesiyle Güney Afrikalılar için bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Siyahiler kendi ülkelerinde korkunç uygulamalara maruz bırakıldı.

Apartheid denilen süreçte Beyaz adam tiranlığına dayanan hükûmetin nüfusun %87'lik kısmını oluşturan siyahilere karşı çıkarttığı bazı kanunlar şöyleydi;

"Nüfus Tecil Yasasına göre siyahilerin beyaz kişilerle evlenmesi veya duygusal bir yakınlaşma içerisine girmesi yasaktır.

Siyah derili Güney Afrikalıların matematik ve bilim gibi dersler görmesi yasaktır. Uzmanlık gerektiren işlerde yalnızca beyazlar çalışabilir.

Siyahilerin işsizlik sigortası gibi sosyal güvenlik haklarından faydalanması yasaktır."

Güney Afrikalı siyahiler bunların dışında da ülkenin belirli bölgelerine seyahat etme, siyasi temsil gibi birçok haktan mahrum bırakılarak ayrımcılığa mahkum edilmişti.

Beyaz maske siyah deri

Siyahilerin asırlarca Beyaz adam tarafından maruz bırakıldığı sömürgecilik dönemi kısmen bittiğinde Afrika'da meydana gelen trajediler sömürge dönemini aratmayacak cinstendi. Frantz Fanon siyahilerin siyahi olanlara karşı ayrımcılığını şu sözlerle dile getirecekti;

"Sömürgecisine itiraz edemeyen hep kardeşine düşman kesilir ve gücünü ona göstermeye çalışır."

Nitekim Batı dünyası Afrika'dan çekilir çekilmez büyük trajediler meydana gelmişti. Büyük halk kitleleri renklerinin açık kahverengi olması, dinleri, mezhepleri hatta yaşadıkları bölgelerin Kuzey-Güney, Doğu-Batı olması gibi gerekçelerle büyük felaketlere maruz kalmıştı.

Kenya'da Luo'ya karşı Kikuya; Zambiya'da Lozilere karşı Bemba, Somali'de Somaale'ye karşı Sablar ve nihayet Ruanda'da Hutular Tutsilere karşı büyük katliamlara girişmişlerdi. Toplum içerisindeki ayrımcılık ve ırkçılık Afrika'da beyaz adam sonrasında da birçok acının gerekçesi olmuştu.

Başakşehir Futbol kulübü yardımcı antrenörü Pierre Webo, çaresizce ve defaatle "What is Negro?" diye sorarken bunun basit ve bir çırpıda cevabı söz konusu değildi. Yakın tarihimizde bazen kendisini devletin yerine koyan odakların eliyle gerçekleşen hataları düşündüğümüzde Webo'ya ancak Fanon'un dilinde şu cevabı verebilmemiz mümkün;

"Bizler melek değiliz. Ama hiç değilse vicdan azabı duyuyoruz!"

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için İzan Meriç'in "Kuruluş Döneminde ABD'de Milliyetçilik ve Irkçılık İlişkisi" isimli çalışması ve Balibar-Wallerstein'in Metis Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen "Irk, Ulus, Sınıf Belirsiz Kimlikler" isimli eser incelenebilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU