Osmanlı'da yalanlar ve yasaklar arasında tütünün sabıkalı tarihi

Kahve ve kahvehane kültürü zaten Osmanlı'da büyük bir tartışma konusuyken bir de tütünün biranda İstanbul'da yaygınlaşması büyük bir etki meydana getirdi

1900'lerde Haliç'teki bir kahvehaneyi resmeden minyatür eser / Eser: Ferhat Akıl

Osmanlı İmparatorluğu tarihinde tütün her daim tartışma konusu olmuş bir bitkiydi. Kimi zaman sert tedbirlerle engellenmeye çalışılmışsa da hiçbir zaman istenilen sonuç alınamamıştı.  Bu yasaklar zaman içerisinde karikatürize edilip Bektaşi fıkralarının konusu yapılmışsa da nice kellelerin alınmasına ve tarihimizde birçok acının yaşanmasına neden olmuştu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tütünün yasaklar ve yalanlarla dolu tarihi

Tütün esasında %90 oranında su, %10 civarında da organik maddelerden oluşan bir bitkidir. İçerisindeki nikotin oranı %0,5 civarındadır. Bugün yeryüzünde yaklaşık 120 ülkede üretimi gerçekleştirilen bu bitkiyi Batı dünyası, ilk defa Kristof Kolomb sayesinde tanıdı.

Kolomb, Çine'e ulaşmak için çıktığı yolculukta Küba'ya ayak bastığında adamlarını adanın içlerine kadar göndererek bölgeyi tanımaya çalıştı. Kâşiflerin bu süreçte ilk dikkatini çeken yerli halkın dini törenlerde ve keyif zamanlarında yakarak içtikleri tütündü.

kolomb.jpg
Kristof Kolomb'un yolculuğu

 

Kolomb ve adamlarına ikram edilen bu bitki son derece keyifli ve yararlı bulunarak İspanya'ya götürüldü. Kolomb'tan hemen sonra Amerigo Vespucci de Yeni Dünya'daki bu şifalı bitkinin her derde deva olduğunu iddia ederek Avrupa'da tanınmasına öncülük etmişti.

Kâşiflerin iddiaları kısa süre içerisinde yankı bulmuş ve İspanya Kraliyet Doktoru Mondares, hazırladığı "Yeni Dünyadaki Tedavi Edici Bitkilerin Tarihi" isimli risalesinde tütünün yaklaşık yirmi hastalığa iyi geldiğini iddia etmişti. Bunun üzerine başta kral - kraliçe olmak üzere tüm saray halkı ve soylular bahçelerine tütün ekmeye başlamıştı.

İspanya'yı etkisi altına alan tütün tiryakiliği Fransa'ya da sıçramış ve önemli bilginler arasında kabul edilen Fransız Jaques Gohory 'Tütün Tedavisi' eseriyle tütünün balgam söktürme, boğaz tahrişini engelleme ve mide asidini düzenlemeye varıncaya kadar birçok hastalığa şifa olduğunu iddia etmişti.

osmanlıda tütün kağıtları.jpg
Osmanlı'da tütün kağıtları

 

Tütün tiryakiliği kısa süre sonra Vatikan'a ulaşmış bizzat Papa Prospero di Santa Croce şifa verici gücüne inanarak büyük bir tütün tiryakisi olmuştu. Tütünün en önemli savunucularından ve Avrupa'da yaygınlaşmasına önayak olan bilim insanı Thomas Hariot burun kanserinden ölmüştü; çünkü Hariot'a göre tütünü burundan çekmek şifasını artıran bir yöntemdi.

 

Bilim insanları tütün konusunda öyle büyük bir yanılgı içerisindeydiler ki Hollandalı bilim adamı Peima'nın önerisi dehşet vericiydi;

"Hollandalı Doktor Van Peima, yazdığı 'Tabacologia' adlı eserinde tütünün sindirim ve boşaltım sistemine faydalı olduğunu, midedeki asitleri ayarladığını, beslenmeye, dolayısıyla anne karnındaki çocuğun da beslenmesinde yararlı olacağını belirterek, öncelikle hamile kadınların tütün kullanması gerektiğini belirtmiştir." (Fehmi Yılmaz – Osmanlı İmparatorluğunda Tütün: Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Tahlili)

Tütüne dair şehir efsaneleri öylesine hızlı yayılmıştı ki bir yüzyıldan kısa bir süre içerisinde Avrupa kıtasında çocuk, kadın, yaşlı ve hamile herkes şifa bulmak için bu sihirli maddeye koşuyordu; ama ilerleyen yıllarda tütüne karşı en büyük muhalefet evvela dini kurumlardan geldi. Bunun temel sebebi ise Rahip ve diğer din görevlilerinin tütün tiryakiliği sebebiyle görevlerini aksatmalarıydı.

Bilhassa vaazlarda yaşanan sorunlar, Kilisenin bu bitkiye cephe almasının en önemli nedeniydi. Mütemadiyen öksüren ve vaaz sırasında balgam söken Rahipler cemaatin dikkatini dağıtıyordu. Bu ciddi konsantrasyon dağınıklığı Vatikan tarafından hoş görülmedi ve tütüne karşı ciddi mücadele başladı. Bu yasakların kapsamı ise yalnızca Rahipler ve kilise içerisi ile sınırlı tutularak toplumsal bir yaptırıma gidilmedi.

 

Öte taraftan tütünün sebep olduğu en önemli problem yangınlardı. Günümüz modern itfaiye alt yapısının bulunmadığı şehirlerde ateşin her daim kontrol altında bulunması son derece önemli bir meseleydi. Oysa tiryakiler son derece dikkatsizdi ve bu denli yoğun kullanım şehirlerde büyük bir yangın tehdidi ortaya çıkartmıştı.

Bu sebeple sigaraya karşı ilk ciddi mücadele onun sağlığa verdiği zararlara karşı değil, sebep olduğu yangınların önüne geçmek adına başlatıldı.

Papa XIII. Benedict dönemine gelindiğinde ise Kilise, Rahiplerin tütün kullanımını serbest bırakmış, hükümetler ise son derece kazançlı bir ticaret ürünü olan bu bitkiyi yasaklamak fikrinden kısa süre içerinde vazgeçmişti.

Tütünün Osmanlıya gelişi

Tütünün Osmanlı'ya ne zaman ve kim tarafından getirildiği hadisesi farklı kaynaklarda muhtelif bilgiler olarak geçmektedir.

 

Hazarfen Hüseyin Efendi ise bu maddenin İstanbul'a ilk defa İngilizler tarafından getirildiğini iddia etmektedir;

"1007 [1598] tarihine kadar İstanbul'da ve Rumeli'nde bulunmamakta idi. 1007 [1598] yılı başında İngilizler tarafından getirildi ve bazı hastalıklara şifa verir diye satıldı. Ehl-i keyfden bazı yârân keyfe müsaadesi vardır diye müptela oldular. Giderek iptilası bütün dünyaya sirayet etti. 1045 [1635] tarihine gelindiğinde şöhreti o mertebe idi ki, tahrir tabir değildir. Badehû Padişahın umûmen Memâlik-i Mahrûsede vâki kahvehaneleri ref' buyurup yerlerine münasip dekâkin vaz´ ettiler."

Peçevi ise tütüne ve sebep olduğu zararlara müspet bakmamakta ve melun bir bitki olarak eleştirmektedir;

"İnsanlar arasında o kadar rağbet gördü ki, ayak takımından bazı insanların tütünü çok içmelerinden hâsıl olan duman sebebiyle kahvehanelerde insanların birbirini görmesi güçleşirdi. Sokaklarda ve pazarlarda insanların lüle ellerinden düşmez olup birbirinin yüzüne gözüne puf puf ederek sokakları ve mahalleleri kokuttular ve tütün üzerine birtakım manzumeler yazarak münasebetsiz bir halde okuttular. Bu yüzden birçok münakasalar oldu. Bunun kötü kokusu hemen her içenin sakalını, bıyığını, sarığını ve hatta içten giydiği elbisesini ve evinin içini kokuttuğu gibi, halı keçe gibi evlere serilenleri de yer yer yaktığı, külü ve kömürü ile her tarafı kirlettiği, uyuduktan sonra dimağa çıkan kötü kokusu ve bunlar kâfi değilmiş gibi daima kullanmanın neticesi olarak çalışmaktan ve elleri is görmekten geri kaldılar."

 

Naima ise Peçevi ve Hazarfen'in aksine bu bitkinin İngilizler tarafından değil, Fransızlar eliyle yurda getirildiğini iddia eder;

"Gördüğü ilgi ve sevgi ile dedikodulara neden olan tütün 1606'da Fransa'dan gürültülü bir şekilde gelip Memâlik-i Mahrûse'de yayıldı. Bu durum ülkenin seçkin insanlarının tütün tiryakisi olmalarına neden oldu."

Kahve ve kahvehane kültürü zaten Osmanlı'da büyük bir tartışma konusuyken bir de tütünün biranda İstanbul'da yaygınlaşması büyük bir etki meydana getirdi. Türkler tütünü sadece sarıp içmiyor; suda fokurdatarak nargile şeklinde içmeyi adet edinmişlerdi. Bu durum beraberinde Yeniçeriden medrese talebesine varıncaya kadar herkesin hem tütün hem de kahvehane müptelası olmasına neden olmuştu.

 

Bir araya gelen halk kitleleri kahvehanelerde yalnızca miskinlik etmiyordu. Tiryakiler kahvehanelerde Türk kahvesi ve tütün eşliğinde politik dedikoduları da ayyuka çıkarmıştı. Üstelik kahvehaneler sadece İstanbul'da değil, Anadolu'nun en ücra mahallelerine kadar sirayet etmişti.

Milli Şairimiz Mehmet Akif, asırlarca toplumumuzun içine işlemiş olan bu yarayı şu dizelerle eleştirecekti;

"Mahalle kahvesi!" Osmanlılar bilir ne demek?

Tasavvur etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.

Dilenci şekline girmiş bu sinsi cânîler,

Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler,

Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...

Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!

Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;

Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,

Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen,

Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!

Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?

Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!

Hayır, bu perde, bu Şark'ın bakılmayan yarası;

Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası;

Hayatımızda gediktir «gedikli» nâmıyle,

Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!

Sakın firengiye benzetmeyin fecâ'atini:

Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.

Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kàtilidir;

Tamam, o eski batakhâneler mukàbilidir.

 Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;

Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür..."

Tütün yasakları başlıyor: Dördüncü Murat'ın demir yumruğu

1633 senesinde Cibali'de başlayan yangın 20 bin evin küle dönmesine ve sayısız insanın ölmesine neden olmuştu. Yangının sebebinin ise dikkatsiz bir denizcinin tütünün sebep olduğu kısa sürede anlaşılmıştı.

Dördüncü Murat bu yangından hemen sonra İstanbul başta olmak üzere İmparatorluğun her sathında tütünün üretimini, kullanımını ve ticaretini yasakladı.

Tütünün kaderini değiştiren gelişme ise 1649 senesinde Bahâi Efendi'nin bu bitkinin haram değil, ancak mekruh olduğuna dair yayınladığı fetva oldu. Bazı ulemalar bu fetvayı eleştirmiş ve haram olduğunu iddia etseler de tütünün süratle toplumda yayılmasını engelleyememişlerdi.

 

Kâtip Çelebi ise ulemanın tütün meselesinde giriştikleri kavgayı sert bir şekilde eleştirerek şu sözleri sarf edecekti;

"Tek bir şey hem mubah, hem mekruh ve hem haram olur mu, çelişme değil midir, denilirse yönlerinin başka başka olması bakımından olur. Çelişmenin sabit olmasının şartları vardır, mantık kitaplarında yazılıdır. Meselâ baklava yemek helâl iken, doyduktan sonra yemek haram olur, zira zararlıdır. Bundan sonra Müslümanların basında bulunanlar için doğru budur ki Osmanlı İmparatorluğu ülkelerinde her yerde tütün yaprağı için ağır mukataalar ihdas edip, eminler koysunlar ve okka basına yarımşar kuruş vergi bağlamaya tahammülü vardır. Ve her şehirde bir belli yerde satılıp sokaklarda satılması yasaklansın, yılda bin yük akça elde edilir."

Tütün Yeni Dünya'da keşfedildiğinde asrın şifası olarak takdim edildi. Kısa süre içerisinde tüm dünyada yayıldı. Osmanlı'ya da kısa sürede ulaştı ve halk arasında süratle benimsendi. Kahvehane kültürünün yerleşik olduğu Osmanlı toplumunda tütün, ulemasından köylüsüne kadar tüm halka sirayet etti.

 

Zaman zaman yasaklanmaya çalışılmışsa da yasaklar bu bitkinin keyif verici bağımlılığını ortadan kaldıramadı. Tüm çabalara rağmen tütün tiryakiliği bu topraklarda kök tuttu. Yabancı sermayenin Türk topraklarında ürettiği tütün mamulü sigaraya 'Murat' ismini vermeleri de tüm direnişe rağmen mücadeleyi kendilerinin kazanacağının ironik bir simgesi olarak hafızalarda yer etti.

*Daha ayrıntılı bir okuma için Fehmi Yılmaz – Osmanlı İmparatorluğunda Tütün: Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Tahlili isimli akademik çalışması incelenebilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU