Depremde en büyük yıkım neden Bayraklı'da yaşandı?

Ege Denizi açıklarında gerçekleşen ve İzmir'de 114 yurttaşımızın hayatını kaybetmesine, yüzlerce vatandaşımızın yaralanmasına sebep olan depremin ardından, ne kadar risk altında olduğumuz ve ne kadar hazırlıklı olduğumuz yoğun olarak tartışılmaya başlandı

Fotoğraf: AA

İzmir'deki depremde yıkılan binaların gerekli koşullar sağlanmadan inşa edildiği, denetimlerinin yapılmadığı, uyarılara rağmen güçlendirme çalışmalarının gerçekleştirilmediği gibi pek çok eksiklik ve yanlış gündeme geldi, yıkılan binalarda ikamet eden insanlardan kamu görevlilerine kadar pek çok insan sorumlu gösterildi.

Deprem kuşağında yer alan Türkiye'de depremin yarattığı sarsıntılara dayanamayarak yıkılabilecek evlerde milyonlarca yurttaşımız yaşıyor. Dolayısıyla denetim ve mühendislik tartışmalarının ötesine geçerek sorunun kökenine inmek ve Türkiye'de artan hızlı ve plansız kentleşmeyi araştırmak gerekiyor. İzmir'de yıkıma yol açan deprem, doğru sorular sorulduğunda kentleşme ve deprem riski konusunda önemli ipuçları veriyor, milyonlarca yurttaşımızın hayatına mal olabilecek riskleri ortadan kaldıramasa da hafifletebilecek çözümleri üretmeye olanak sağlıyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Peki, genelde Türkiye'de de gözlemlendiği üzere İzmir'in pek çok bölgesinde denetimsizlik ve riskli binalar varken neden en büyük yıkım Bayraklı'da yaşandı?

Independet Türkçe olarak, kentleşmeye uygun olmayan tarım arazilerini yok ederek gerçekleşen hızlı ve plansız kentleşmenin ortaya çıkardığı riskleri ve çözüm önerilerini uzmanlardan dinledik.

Türkiye'nin Alp-Himalaya aktif tektonik kuşağı içerisinde yer aldığını ve ülke coğrafyasının %92'sinin deprem tehlikesi altında bulunduğunu hatırlatan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan, ayrıca ülkemizin ekilebilir tarım arazilerinin çoğunun fay kontrolü ile oluşan ovalar üzerinde sürdürüldüğünü belirtti.

Bu tür alanların insanoğlunun yerleşimi ve yaşamı içinde uygun fiziksel ortamlar sunmanın yanı sıra, ekolojik olarak da zengin bir çeşitlilik ortamın yaratılmasına sebep olduğunu ifade eden Alan, "İnsanoğlunun yaşamı için uygun fiziksel ortam yaratmanın yanı sıra, beslenmesi için ihtiyaç duyduğu zengin biyoçeşitlilige sahip olan bu tür alanlar, insanoğlunun bu tür alanlarının kenarında veya içerisinde yerleşmeye başlamasına neden olmuş/olmaktadır." şeklinde konuştu.

Hüseyin Alan.jpg
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan

 

"Arazi rantından kaynaklı olarak ülkemiz hızla tarımsal üretim alanlarını kaybetmekte"

Ülkemizin nüfusunun ve yerleşim alanların çoğunun tektonizmanın etkin olduğu jeolojik olaylar sonucu oluşan ovaların kenarı veya içerinde yer aldığını vurgulayan Alan, şöyle devam etti:

"Batından doğuya doğru Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay Grabenleri, Ergene, Sakarya, Konya, Afyon, Çukurova, Haran gibi ülke tarımın büyük bir bölümünün sürdürüldüğü alanlar aynı zamanda yerleşim alanlarını da içinde barındırmaktadır. Tarihsel dönemlerden beri jeolojik olay ve süreçler sonucu oluşan tarımsal üretim alanlarının kenarında ve içinde yerleşen insanoğlunun özellikle 1950'li yıllardan sonra kapitalist üretim biçimin bir yansıması olarak, arsa ve arazi rantı amacıyla tarımsal üretim alanları ve tarım toprakları imar rantının bir parçası haline gelmiş ve hızla insan yerleşimlerine açılmıştır. Günümüzde artarak devam eden arsa ve arazi  rantından kaynaklı olarak ülkemiz hızla tarımsal üretim alanlarını kaybetmekte, geriye kalan alanlar ise antropojenik etkiler ile kirletilerek tüketilmektedir."

"Bayraklı bölgesi alüviyal bir düzlüktür"

Depremde en çok hasarın meydana geldiği Bayraklı bölgesinin jeolojik özellikleri ve bölgenin yapılaşmaya uygunluğunu da değerlendiren Alan, şunları söyledi:

 "30.10.2020 tarihinde Samos (Sisam) Adasının kuzeyinde meydan deprem sonucunda, depremin merkez üstüne yaklaşık 70km. mesafede yer alan İzmir'in Bayraklı ilçesinde hasar meydana getirmesi tesadüfü değildir. Bayraklı bölgesi üç tarafı dağlarla çevrili, kuzey bölümünde alan Bornova deresi çayı ile güneyinde yer alan Laka deresi çayının İzmir körfezini doldurması sonucu oluşan alüviyal bir düzlüktür. Bu alan, günümüzde de bir çok akarsu ve çayın denize boşaldığı yerlerde görebileceğimiz deltaik bir yapı ile birlikte bunun içinde veya gerisinde yer alan lagün ve menderesli akışın gösterdiği tipik yapılar ile dolguları görmek mümkündür.

Yeraltı suyu seviyesinin yüksek olduğu, yapılaşma için zayıf mühendislik özelliklerine sahip zemin birimlerinden oluşan bu alanın, özellikle 1950'li yıllardan sonra ülkemizde de gelişim gösteren imar ve arsa rantına dayalı ekonomik modele yenik düşerek yapılaşmaya açılması, zemin birimlerin mühendislik özellikleri dikkate alınmaksızın gerçekleştirilen yapı üretim süreçleri ile bu sürecin denetimsizliği yaşan bu depremde 114 yurttaşımızın yaşamını yitirmesine, binlerce konutun hasar görmesine ve milyarlarca lira maddi kayba neden olmuştur."

Türkiye'de genel olarak tarım arazilerinde yapılaşmanın geldiği aşamaya da değinen Alan, "1950'li yıllardan bu yana ülkemizi esir alan arsa, arazi ve bina rantına dayalı ekonomik model, tarımsal üretim alanları yanında ve içerisinde yer alan yerleşim alanlarını sürekli olarak genişlemektedir. Geriye kalan alanlar ise gelişen kentsel alanlarının ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla hızla tüketilmekte veya antopojenik faaliyetler sonucunda kirletilmektedir. Günümüzde Ergene Havzası, Büyük ve Küçük Menderes, Gediz, Bursa ovası ve Çukurova başta olmak üzere birçok tarımsal üretim alanı veya arazileri hızla yok edilmektedir." şeklinde konuştu.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan, sözlerine şöyle devam etti:

"Günümüzde insani ihtiyaçların ötesinde, beton lobisinin etkisiyle oluşturulan arsa, arazi ve bina yapımına dayalı ekonomik model terk edilmeden, tarım topraklarının yapılaşmadan kurtarılması mümkün görülmemektedir. Ayrıca bu modelin yakın zamanda değiştirilebileceğini ilişkin bir yaklaşım da görülmemektedir."

"Bilimsel çalışmalar yapı stokunun oldukça kötü olduğunu gösteriyor"

Yapılan bilimsel araştırma ve çalışmaların, ülkemizdeki yapı stokunun oldukça kötü durumda olduğunu gösterdiğini paylaşan Alan, "20 milyonun üstünde yapının bulunduğu ülkemizde yaklaşık 7 milyonunun olası depremlerde veya doğa kaynaklı afetlerden hasar görebileceği yetkililerce ifade edilmektedir. Bu durumun düzeltilmesi için öncelikle kısa, orta ve uzun dönem projeksiyonları yapılmalı, gerekli strateji ve eylem planları hazırlanmalı ve bu eylemlilikler kararlılıkla yaşama geçirilmelidir. Yapılan çalışmalar, kaynak projeksiyonu da içerecek şekilde en riskli alanlardan başlayarak gerçekleştirilmelidir." dedi.

"Sorunlara kalıcı çözümler üretmeleri gerekmektedir"

Günümüzdeki planlama, kentleşme, yapı üretim ve denetim ile afet politika ve yaklaşımlarının biri birine entegre edilmeden ülkemiz insana güvenli yaşam alanlarının yaratılması ve barınma ihtiyacının karşılanması olanaklı görülmediğini ifade eden Alan, "Bu nedenle başta TBMM ve sorumlu kuruluşların, üniversiteler, meslek örgütleri, ilgili sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek konuları ayrıntılı şekilde tartışmaları ve sorunlara kalıcı çözümler üretmeleri gerekmektedir." uyarısında bulunarak sözlerine son verdi.

"Bir doğa olayı insan eliyle bir acıya dönüştü"

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Tevfik Türk ise, depremlerin her coğrafyada olduğunu ve olmaya devam edeceğini hatırlatarak, "Ranta dayalı çıkarcı politikalarla ülkeyi yönetenlerin yanlış tercihleri ile bizler gibi meslek odalarının bilimsel açıklamalarını yok sayan tercihleri yüzünden, acılar tarihini yenileyerek ve yineleyerek yaşıyoruz. Milyonlarca yıldır yaşanan bir doğa olayının insan eliyle nasıl bir acıya dönüştüğünü hep birlikte tekrar yaşadık." şeklinde konuştu.

Tevfik Türk.jpg
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Tevfik Türk

 

"Arazi Kullanım Planlaması artık zorunluluk haline gelmiştir"

Merkezi yönetimden yerel yönetime her ölçekte yapılan ve onaylanan imar planlarının afet riskine göre hazırlanması için ön koşulunun yer seçimi olduğunu belirten Türk, "Yer seçiminde, öncelik zeminde, zeminde öncelik de toprak ve toprağın özellikleri ile jeolojik oluşumudur. Detaylı toprak etüt ve haritalamaya dayalı, artık ötelenmemesi gereken ve kamu tarafından yenilerek yapılması gereken güncel toprak ve arazi sınıflandırması, arazi yetenek sınıflandırmasına uygun arazi kullanımına istinasız yasal koruma, her ölçekli imar planında mutlaka uyulması gereken verimli topraklarımızı koşulsuz koruyan ülke ve yerel imar planlarına zorunlu altlık olacak Arazi Kullanım Planlaması artık zorunluluk haline gelmiştir. Uygun kullanımlara göre yer seçimi yapılmadığında ise yaşadığımız bu acıları yineleyerek yeniden yaşamamız ise kaçınılmazdır." dedi.

Türk, sözlerine şöyle devam etti:

"İzmir özelinde yaşanan deprem katliamının sanıkları arasında, oradaki o toprağın yanlış kullanımına izin verenler de var. Düne kadar sebze meyve üretenlerin arazilerine dünden bugüne kocaman kocaman rant binaları dikenlerin büyük günahı var. Yaşanan bu acının sadece müteahhit kusuru, mühendislik hatası, eksik, kötü malzeme, zayıf kolonla açıklanması mümkün değildir. Arazi kullanım planlamasına uygun olmayan yapılaşma alanlarının yerle bir olması, plansız yer seçimiyle depremin ilişkisini açık olarak ortaya koymuştur."

Gediz nehrinin eski yatağından oluşan alüvyon dolgulu yumuşak zeminli bölgeye denetimsiz ve deprem kurallarına aykırı yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiğini vurgulayan Türk, " Artık bizler diğer tarım arazilerinin de imara açılmasına izin veremeyiz. Ülkemizde son 15 yılda 3 milyon 500 bin hektar tarım arazisini kaybettik. İzmir özelinde ise 29 bin hektar. Bu arazilerin büyük bir kısmı ne yazık ki sanayi ve konut amaçlı olarak tarım dışına çıktı. Tarım potansiyeli yüksek toprakların yerleşim ve yapılaşma açısından zayıf karakter gösterdiği bilimsel olarak sürekli vurgulanmaktadır. Erzincan, Erbaa, Ceyhan, Gediz, Dinar depremlerinin tümünün en yıkıcı etkilerini alüvyal ovalarda göstermesi bir rastlantı değildir." şeklinde konuştu.

Bayraklı'ya benzeyen İnciraltı İmara Açılıyor

İzmir'de İnciraltı gibi Bayraklı'daki depremden zarar gören bölge ile benzer özellikleri barındıran alanların imara açılması konusunun tekrar irdelenmesi gerektiğini söyleyen Türk, "Sadece, İnciraltı'nın önündeki sulak alan, bölgedeki fay hatları ve toprak özellikleri imara açılmaması için yeterli sebeplerdir. Bölge kamu kurumları tarafından tarım arazisi olarak tanımlanmasına rağmen Toprak Koruma Kanununda bulunan "İl Toprak Koruma Kurulu tarafından alternatif alan bulunmaması ve kamu yararı kararı alınması şartıyla tarım dışarısına çıkartılabilir" ifadesine istinaden tarım dışına çıkartılarak, imar planı yapılması için önü açılmıştır. Yapılaşma için alternatif alanımız mı kalmadı yoksa bu alandaki uygulamalar bölgedeki arazi sahipleri ile yapılaşmadan çıkar elde edecek kişiler dışında gerçek bir kamu yararını mı barındırıyor? TMMOB'a bağlı odalar olarak bizler artık "Biz Demiştik" demek istemiyoruz." ifadelerini kullandı.

İnciraltı.jpg
İnciraltı 

 

"Yapılaşma isteyenler bu vebali taşımak zorundadır, tabi eğer umurlarındaysa"

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Tevfik Türk, sözlerini şöyle tamamladı:

"Ne yazık ki bilimsellikten uzak, sadece inşaat ve çıkar/rant uğruna, ekonomik ömrü en fazla 50 yıl olan kullanımlar için binlerce yılda oluşmuş topraklarımız insan yaşamını gözetmeden katledilmektedir. Bu bölgede yapılaşma yapıldığı takdirde tekrar edecek depremde zarar görecek vatandaşlarımızın vebalini biz almak istemiyoruz. Burada yapılaşma isteyenler bu vebali taşımak zorundadır, tabi eğer umurlarındaysa.

Tarım arazileri insanı ve insanlığı doyurur, öldürmez. Tarım arazilerimizi öldürerek geleceğimiz yok etmeyelim, aç kalmayalım, göz göre göre de ölmeyelim. Depremlere karşı da ön koşul, "toprak ana"mızı korumaktır. Toprağı koruyalım, insanlığı koruyalım, gereksiz yerlere yapılan binalar zamansız mezarımız olmasın artık."

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bursa Milletvekili ve Tarımdan Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Orhan Sarıbal, tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasını değerlendirerek "Cumhuriyetin kuruluşunda ekonominin lokomotifi olan tarım sektörü, ülkemizde kapitalizmin gelişmesiyle gözden çıkarıldı." ifadelerini kullandı.

Sarıbal, "1970'lerde hızlanan bu süreç 1980 ihtilalinden sonra yürürlüğe giren 24 Ocak Kararları ile hız kazandı. Tarımsal KİT'lerin işlevsizleştirilmesiyle devletin tarıma olan desteği en düşük seviyelerine geriledi. AKP döneminde vahşice uygulanan neoliberal politikalarla çiftçi ve tarım kesimi kaderiyle baş başa bırakıldı." dedi.

Orhan Sarıbal.jpg
CHP Tarımdan Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Orhan Sarıbal

 

"Kırdan kente göç devam ediyor"

Tarımın gözden çıkarılmasının en önemli nedeninin sermayeye ucuz işgücü yaratmak olduğunu belirten Sarıbal, "Bunun için de kırın boşaltılması gerekiyordu. Tarımdan devletin desteği çekilince, ürettiğinden para kazanamaz duruma gelen çiftçiler tarlalarını boşaltıp, ucuz iş gücü olarak şehirlerin varoşlarına sığındı. 1950'lerin sonundan başlayarak, 1980'lerde de hız kazanarak devam eden kırdan kente göç devam ediyor." şeklinde konuştu.

"Tarım arazilerinin imara açılması hızlandı"

Tarım alanlarının imara açılmasının bir başka nedeninin de 2012 yılında çıkarılan "Büyükşehir Yasası" olduğunu vurgulayan Sarıbal, "Yasa ile köyler bir gecede köye dönüştü. Böylece tarım arazilerinin imara açılması hızlandı." dedi.

Türkiye'nin, uzun zamandır tarım alanlarını yol, köprü, sanayi tesisleri ve konut yapımına kurban ettiğini söyleyen Sarıbal, "Kırdan kente göçün artması sonucu oluşan konut ihtiyacı ile birleşen Büyükşehir Yasası, tarım arazilerinin yok edilmesinde büyük bir etken oldu. Sadece AKP'nin 18 yıllık iktidarında 35 milyon dönüm tarım arazisi üretimden çıktı. Üretim yapılmayan bu 35 milyon dönümün ne kadarının hala tarım arazisi olarak kaldığı belli değil. Yani sadece üretim mi yapılmıyor yoksa inşaat yapılarak tarım vasfını mı kaybetti, belli değil." şeklinde konuştu.

"Çiftçi köyünde mutlu olmalı"

Deprem acısını yaşamaya devam ettiğimiz İzmir'de son 15 yılda 286 bin dönüm tarım alanı üretimden çıktığını ifade eden Sarıbal, "Çiftçi köyünde mutlu olmalı. Tarım arazilerindeki bu kaybın önüne geçilmesi için kırdan kente göçün durması gerekiyor. Bunun için de çiftçinin yaşam koşullarının iyileştirilmesi zorunlu. Bu nasıl olacak? Çiftçi öncelikle ürettiğinden para kazanacak. Ama bu da yetmez aynı zamanda çiftçi kentteki eğitim başta olmak üzere sosyal yaşam koşullarına mutlaka kavuşmak zorunda" Diyerek uyarılarda bulundu.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU