Bir Murat Uysal dönemi portresi: Politika faizi 1375 baz puan düştü, Türk Lirası yüzde 46 değer kaybetti

Görevde kaldığı 16 ay boyunca 14 PPK toplantısı gerçekleştiren Murat Uysal döneminde, faizin piyasanın istediği gibi yükseltilmemesi, dövizdeki rekorlar en fazla eleştirilen konulardı. Uzmanlara göre mevcut sorunların sorumlusu "kişiler" değil

Daha önce Merkez Başkanı Yardımcılığı yapan Murat Uysal, 6 Temmuz 2019'da Başkanlık görevine atanmıştı/ Fotoğraf: AA

Bugün cumartesi olsa bile sabah 6-7 civarlarında uyanan varsa, yüzünü yıkamadan baktığı telefonunda gördüğü ilk haber şuydu: Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal görevden alındı. Yerine eski Maliye Bakanı Naci Ağbal getirildi. 

6 Temmuz 2019’da yine sürpriz şekilde Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasının ardından Merkez Bankası’nın başına geçen Murat Uysal’ın bu kurumdaki görevi, 16 ay sürdü. Ki yasa gereği Cumhurbaşkanı’nın atadığı Merkez Bankası başkanının görevi süresi en az 4 yıl.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Son 20 yıllık sürece bakıldığında bu süreyi doldurabilen Süreyya Serdengeçti (2001-2006), Durmuş Yılmaz (2006-2011), Doç. Dr. Erdem Başçı’dan sonra (2011-2016), önceki başkan Murat Çetinkaya da görevinde üç yıl kalabilmişti. 

Resmi Gazete’de açıklandığı şekliyle Uysal, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 35'inci maddesi gereğince görevden alındı. Ki ilgili maddede yer alan ifadelerden biri şu şekilde: 

Cumhurbaşkanınca süreli atanan üst kademe kamu yöneticileri, ilgili kanunlarda öngörülen görevden alma gerekçeleri yanında kurumsal hedeflere ulaşılamaması nedeniyle de süreleri tamamlanmadan görevlerinden alınabilirler. 

16 ay öncesi… 

1931’de Selahattin Çam ile başlayan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanlığı makamında, görev süresi boyunca en çok faiz indiren Murat Uysal oldu.   

Uysal’ın göreve gelmesiyle yapılan en önemli değişikliklerden biri TCMB’nin toplantı sayısı ile ilgiliydi. Çetinkaya döneminde yılda sekize indirilen, faiz oranının belirlendiği Para Politikası Kurulu (PPK) toplantıları yeniden 12’ye çıkarıldı. 

O dönem “hesap verilebilirlik ve şeffaflık açısından olumlu” olarak yorumlanan toplantılarda alınan faiz kararları, dönemin enflasyon ve döviz kuru seviyeleri aşağıdaki şekilde. 
 

Tarih Politika faizi (%) Enflasyon oranı (%) Dolar/TL  Euro/TL
12 Haziran 2019 24 15,72 5,80 6,56
25 Temmuz 2019 19,75 16,65 5,69 6,35
12 Eylül 2019 16,50 9,26 5,65 6,26
24 Ekim 2019 14 8,55 5,76 6,40
12 Aralık 2019 12 11,84 5,79 6,45
16 Ocak 2020 11,25 12,15 5,85 6,52
19 Şubat 2020 10,75 12,37 6,08 6,57
17 Mart 2020 9,75 11,86 6,39 7,03
22 Nisan 2020 8,75 10,94 6,98 7,55
21 Mayıs 2020 8,25 11,39 6,79 7,44
25 Haziran 2020 8,25 12,62 6,85 7,69
23 Temmuz 2020 8,25  11,76 6,84 7,93
20 Ağustos 2020 8,25  11,77 7,29 8,65
24 Eylül 2020 10,25 11,75 7,62 8,90
22 Ekim 2020 10,25 11,89 7,93 9,38

 

Gelinen noktada Murat Uysal döneminde gerçekleşen 14 PPK'da politika faizi 1375 baz puan düşürülmüş durumda. 

6 Kasım'ı dolar karşısında 8 lira 51 kuruş seviyesinde kapatan Türk Lirası, 16 ayda yüzde 46 değer kaybetti. Söz konusu 10,12 liraya ulaşan Euro/TL kuru bazında yüzde 54 kayıp var. Yalnızca iki ay tek haneye düşen enflasyon için TCMB yıl sonu hedefi ise yüzde 12,1. 

Faizin dolaylı yoldan yükselmesi

Merkez Bankası’nın, uluslararası piyasanın da takip ettiği politika faizi (bir haftalık repo faizi) artırmayıp diğer fonlama yöntemlerine başvurması da en fazla eleştirilen konular arasındaydı. 

Merkez Bankası, bankalara dolayısıyla piyasaya kaynak (fon) sağlarken dört farklı yol kullanıyor: Bir haftalık repo faizi, “Piyasa Yapıcı Bankalar için Politika Faizi”, “Gecelik Fonlama Faizi"  ve “Geç Likidite Penceresi (GLP) Faizi”. Bunlardan son ikisi için durum şöyle: 

Bankalar için gün, Borsa kapandıktan sonra bitmiyor. Bir gece boyunca para kazanmaya devam etmek isteyen bankalar, paralarını Merkez Bankası'na yatırarak faiz geliri elde edebiliyor. Yani Merkez Bankası, bankalardan borç almış oluyor. Benzer şekilde hesabını kapatmak isteyen bankalar, gecelik olarak Merkez Bankası’nın parasını borç olarak alabiliyor. Bu işleme “gecelik fonlama” deniyor.

Bu fonlamada kullanılan iki tür faiz oranı var.  Merkez Bankası’nın borç aldığı borç alma faizi ve borç verdiği borç verme faiz oranı. Hâlihazırda yüzde 8,75 ve yüzde 11,75 seviyelerinde olan borç alma ve verme faiz oranları arasındaki fark da faiz koridorunu oluşturuyor. 
 

Ekran Resmi 2020-11-07 18.00.37.png
Dünyaz Gazetesi yazarı Özcan Kadıoğlu, Twitter hesabından, son 6 Merkez Başkanlığı döneminde gerçekleşen Dolar/TL kuru farklılıklarını paylaştı 


Saat 16:00’a kadar hesaplarını denkleştirememiş bankaların açıklarını kapatmak üzere başvuracağı adres yine Merkez Bankası.

TCMB, son borç veren makam olarak, gün sonu ödeme sistemlerinde oluşabilecek sorunların önüne geçmek amacıyla bankalara  limitsiz vadeli TL borçlanma imkanı sunabiliyor. Ya da aynı koşullarda TL borç verme imkânı da olabiliyor. İşte bu işleme “Geç Likidite Penceresi” (GLP) deniyor. 

Geç Likidite Penceresi, iki sebepten ortaya çıkabiliyor: Bankaların gün sonunda Türk Lirası likiditesini Merkez Bankası'ndan para almadan kapatamayacak olması veya bankaların bozuk mali durumu nedeniyle likiditesinin kalmaması. Mevcut durumda GLP faizi yüzde 14,75. 

Hem piyasa yapıcı hem normal bankalar için politika faizleri, gecelik fonlama faizleri ve GLP faizinin ortalamasına ise “Ağırlıklı Ortalama Fonlama Faizi” deniyor. Hatta piyasaları etkileyen faiz, politika faizinden çok “fonlama faizi.”

Ağustosta yüzde 8,38’e ulaşan ağırlıklı ortalama faizi yüzde 14,12’ye ulaşmış durumda. Bu durum, bankaların mevduatlara uyguladığı faizi yüzde 18’lere kadar çıkardı. 

Türkiye'de 1990 yılından bu yana sadece dokuz kez kullanılan GLP, 2017’de bir kez daha kullanılmış, hatta bir süre “politika faizi” de kabul edilmişti.

“İktisadi faaliyet yavaş bir seyir izlemektedir” cümlesi son olarak Haziran 2019’da kullanıldı

Önceki Başkan Murat Çetinkaya’nın yönettiği son PPK, 12 Haziran 2019’daydı. 

O gün “ekonomideki dengelenme eğilimi sürüyor” diyen PPK metni, dış talebin gücünü koruduğunu, finansal koşullardaki sıkılık etkisiyle iktisadi faaliyetin yavaş bir seyir izlediğini yazıyordu. Merkez Bankası’na göre o dönem, iç talepteki gelişmeler ve parasal sıkılaştırma hamleleri enflasyondaki düşüşü destekliyordu. 

Murat Uysal döneminde yayımlanan 14 PPK metni süresince dünya bir pandemiyle karşı karşıya kaldı, dış talep neredeyse sıfıra indir, döviz rekor üzerine rekor kırdı, enflasyon yükseldi, hatta  bir türlü sonuçlanamayan bir ABD seçimi bile görüldü. 

Ancak metinlerdeki dil, çok farklılık göstermedi. 2019’un temmuz, eylül, ekim, aralık ayları ile 2020’nin ocak, şubat aylarında “iktisadi faaliyetin toparlanma eğilimi devam etti”. 

Şubat ayına kadar “Türk lirasındaki istikrarlı seyrin yanı sıra iç talep koşulları ve üretici fiyatlarındaki gelişmelere bağlı olarak çekirdek enflasyon göstergelerinin eğilimleri ılımlı seyrederken”, yatırımlardaki zayıflık seyrini korudu. 
 

2501819_98ebee09ba50074e90d53689d5030e45.jpg
Murat Çetinkaya (solda) ve Murat Uysal/ Fotoğraf: AA


Metinlerde dikkat çeken tabirlerden biri de “Enflasyon görünümündeki iyileşme devam etmektedir” oldu. 

Görünümündeki iyileşme mart ayına kadar devam eden enflasyon için şubat-haziran arası “Enflasyon beklentileri, iç talep koşulları ve üretici fiyatlarındaki gelişmelere bağlı olarak çekirdek enflasyon göstergelerinin eğilimleri ılımlı seyretmektedir” denildi. 

Haziran “Toplam talep koşullarının sınırlayıcı etkisine karşın, salgına bağlı birim maliyet artışlarının yansımalarıyla çekirdek enflasyon göstergelerinin eğilimlerinde bir miktar yükseliş gözlenmektedir” denilen enflasyon için eylülde ve ekimde “öngörülenden daha yüksek bir seyir izlemiştir” denildi. 

Mayıs ayındaki toplantısında “yılın ikinci yarısında talep yönlü dezenflasyonist etkilerin daha belirgin hale gelecek” diyen Merkez Bankası’nın bu tahmini çıkmadı. 

Pandeminin kendini güçlü şekilde hissettirdiği, karantinaların başladığı nisanda ilk kez “Salgın hastalığa bağlı gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin sınırlandırılması açısından finansal piyasaların, kredi kanalının ve firmaların nakit akışının sağlıklı işleyişinin devamı büyük önem arz etmektedir” denildi. 

Haziranda başlayan “normalleşme” süreci ile birlikte ev ve ikinci el otomobile alımlarında kredi faizleri rekor seviyede düşürülmüş, kredi kullanımı tahmin edilen çok daha fazla artmıştı. Bu durum Merkez Bankası metinlerine şöyle yansımıştı: 

Son dönemde ticari kredilerde normalleşme eğilimi gözlenirken, bireysel krediler güçlü seyretmiştir. (Ağustos 2020)

Son dönemde atılan politika adımlarıyla birlikte ticari ve bireysel kredilerdeki normalleşme eğilimi belirginleşmiştir. (Ekim 2020)

Altı enflasyon raporundaki enflasyon hedefleri ne kadar tuttu?

2011-2016 yılları arasında Halkbank’ta çeşitli görevlerde bulunan, 2016’de Merkez Bankası’na “Başkan Yardımcılığı” ile adım atan Murat Uysal döneminde altı enflasyon raporu açıklandı. Bu raporlarda hedeflenen ve gerçekleşen yıl sonu enflasyon oranları şöyle:
 

Enflasyon raporları 2019 2020 2021
31 Temmuz 2019 13,9 8,2 5,4
31 Ekim 2019 12 8,2 5,4
30 Ocak 2020 - 8,2 5,4
30 Nisan 2020 - 7,4 5,4
29 Temmuz 2020 - 8,9 6,2
28 Ekim 2020 - 12,1 9,4


2019 sonunda yüzde 11,84 olarak kaydedilen enflasyon oranı Ekim 2020 itibarıyla yüzde 11,89. 


“Döviz kuru hedefimiz yok” açıklaması 

28 Ekim’deki son enflasyon raporu sunumda Murat Uysal, “Mevcut makroekonomik temellere baktığımızda Türk lirasının aşırı değersiz noktada olduğunu değerlendirebiliriz” ifadesini kullanmış ve “Döviz kuru hedefimiz yok” açıklaması gündemde geniş yer tutmuştu. 

“Merkez Bankası olarak, döviz kurunun reel veya nominal seviyesi ile ilgili bir hedefimiz yok” diyen Uysal, “Fiyat istikrarını tehdit edici boyutu ve aşırı volatilite noktasında hassasiyetimiz var. Bu noktada zaten para politikası duruşunu belirlerken bunu da dikkate alıyoruz” ifadesini kullanmıştı. 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın resmi olarak gerçekten bir döviz kuru hedefi yok. TCMB’nin sitesinde de yer aldığı üzere kurumun nihai hedefi “fiyat istikrarını sağlamak”. Uysal benzer bir açıklamayı nisanda enflasyon raporu sunumunda da yapmış ve şunları söylemişti: 
 

Kur hedefi olmadığını söyleyebiliriz. Kurda bir değişim oldu kademeli olarak. Biz bu alanda yalnız değiliz. TL’deki kaybında ortalarda bir yerde olduğunu görüyoruz. Bu bize kurda seviye hareketinde olmadığımızı gösteriyor. Reel kurun geldiği seviyeyi de görmemiz lazım. Aslında reel kur seviyeleri de son dönemlerin düşük seviyelerinde. Reel sekörün firmaların borç azaltımına gittiğini görüyoruz. Kurla ilgili savunma mekanizmamız yok. Kurdaki istikrarı önemsiyoruz. 


Brüt rezervler yüzde 75 eridi 

Uysal’a en çok yöneltilen sorulardan biri de Merkez Bankası’nın rezervleri ile ilgiliydi. Zira kurun haziran-temmuz aylarında dört haftadan uzun süre 6 lira 85 kuruş seviyesinde kalması, “Kamu bankaları piyasaya döviz satıyor” yorumlarına neden olmuş ancak resmi makamlardan bunu teyit edecek bir açıklama gelmemişti. 

Uysal, ekimdeki açıklamasında “Olağanüstü dönemde, ağustos ayına kadar olan dönemde ciddi bir cari açık verdik. Turizmdeki gelirlerimizde ciddi bir düşüş oldu ilk etapta aynı şekilde ihracatta salgının ilk başladığı dönemde sert bir düşüş oldu. Güçlü kredi ivmesiyle birlikte yine ithalatta da bir artışla karşı karşıya kaldık. Bunlar başlı başına rezervler üzerinde baskı yarattı” ifadelerini kullanmıştı. 

Uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs, 6 Kasım’da açıkladığı raporunda Türkiye’nin bu yıl dövize müdahale etmek için 101 milyar dolar harcadığını öngördüklerini söylemişti. 

Murat Uysal’ın Başkanlığa getirildiği 5 Temmuz’la biten haftada Merkez Bankası brüt döviz rezervleri 74 milyar 124 milyon dolar seviyesindeydi. 30 Ekim itibarıyla bu miktar 42 milyar 259 milyon dolara gerilemiş durumda. O dönem 32 milyar dolar seviyelerinde olan net rezerv ise 5 Kasım itibarıyla 18,93 milyar dolara geriledi. 

Ekonomistler ne diyor?

Murat Uysal’ın Murat Çetinkaya gibi bir gecede görevden alınmasını eleştiren pek çok ekonomist, Türkiye’de enflasyonun, kurun, maliyetlerin artmasının “kişilerle” değil “sistemle” ilgili olduğuna vurgu yapıyor. 

1986-1994 yılları arasında Merkez Bankası’nda görev yapan Ekonomist Uğur Gürses, Murat Uysal dönemini “Merkez Bankası tarihinde en basiretsiz ve kötü yönetilen bir dönem olarak tarihe geçti” diyerek değerlendirdi. 
 

ugur gürses.jpg
Ekonomist Uğur Gürses 


Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasını  Beştepe’nin faiz indirimi dahil taleplerini yerine getirmemiş olmasından kaynaklanmış olabileceğini söyleyen Gürses, Ekonomi Alla Turca adlı websitesinde kaleme aldığı yazıda, “Uysal ise tamamen Beştepe’nin direktifleri doğrultusunda görev yapmıştı” dedi. 

Uysal’ın ilk göreve geldiğinde  “fiyat istikrarını sağlamaya odaklı para politikası araçlarını bağımsız bir şekilde uygulamaya devam edeceğini” söylediğini hatırlatan Gürses, “Ne fiyat istikrarı geldi ne de bağımsız olabildi” dedi ve ekledi: 
 

Uysal’ın Beştepe’nin siyasi direktifleri doğrultusunda hızla negatif reel faiz koşullarını sağlaması, aşırı gevşek para politikası ve devasa kredi genişlemesine yol vermesi Beştepe’yi memnun etmiş olmalıydı. Bu politika koşullarının sağlanması için döviz rezervlerinin devasa boyutta eritilmesi de akıl alır gibi değildi.

Merkez Bankası’nın “idare merkezinin” Ankara olduğu yasasında yazılı olduğu halde, etraftan dolaşma ile bankanın önemli bölümleri İstanbul’a taşındı. İstanbul Levent’te, bölgenin nadir yeşil alanı olarak kalan Merkez Bankası’na ait büyük arsa en azından park yapılabileceği halde devredildi ve cami inşaatına tahsis edildi.

Bu para politikasının direktiflerinin Beştepe ve ekonomi yönetimince verildiği çok belli iken, bunun sonuçlarının TL’ye hızla değer kaybettirmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu.
Halk nezdinde feda edilecek bir “günah keçisi” gerekiyordu. O da Başkan Murat Uysal oldu; görevden alındı.


Uysal’ın Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın liderliğindeki ekonomi yönetiminin çizdiği yönde ve direktifleriyle yol aldığını söyleyen Uğur Gürses, Merkez Bankası’nda deneyimi olmayan ancak Maliye Bakanlığı’nda müfettişlikten teftiş kurulu başkan yardımcılığına, bakan danışmanlığından Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’ne, müsteşarlıktan 64. ve 65. Hükümetlerdeki Maliye Bakanlığı’na kadar pek çok kademe bulunan Naci Ağbal’ın görevlendirilmesi ile ilgili şunları yazdı: 
 

Başkan Uysal’ın yerine atanan Naci Ağbal ise sonradan edindiği siyasi kimliği olsa da, Ankara’da ekonomi yönetimindeki en basiretli ve deneyimli teknokrattı. Uysal’dan daha farklı ve iyi yönde yönetim göstermesi muhtemel olsa da geçmiş deneyimler bunun mümkün olamayacağını söylüyor bize. Zira bizatihi Merkez Bankası başkanlarını görevden alan siyaset zihniyeti bu sorunun kaynağı.

Yeni atanan Başkan Ağbal’dan beklenenin ne olduğunu bilmiyoruz. Beklenen; faizleri düşük tutmak mı, TL’deki değer kaybını durdurmak mı, Merkez Bankası kaynaklarından Hazine’ye imkân sağlamak mı? Oysa Merkez Bankası’nın da Başkanı’nın da görevi yasasında yazılı.

TL’nin rekor düzeyde düşük bir noktaya gerilemesi halinde beklenen şudur; Merkez Bankası’nın TL’yi korumak için faizleri yükseltmesi. Hele ki normal zamanlarda doğru TL faizini uyguladığınızda bile yedek silah olan döviz rezervlerinin negatife döndüğü bir ortamdaysanız. Gelinen yerde, bankanın politika faizi yüzde 10.25, aylık repo ile piyasaya verdiği ve ihaleyle bankaların belirlediği faiz yüzde 14.94, bankanın piyasaya verdiği tüm paranın ortalama faizi ise yüzde 14.12.

Şimdi Ağbal’ın önünde gelir gelmez bir ‘test’ olsa da “tılsımlı” bir çıkış yolu zor. Merkez Bankası’nın itibarı öyle paspas edildi ki; faizler hemen 7-10  puan yükseltilse bile ilk fırsatta düşürüleceğine ve aynı döngünün yeniden yaşanacağına dair kaygılar hep var olacak.


Daha önce Merkez Bankası’nda uzmanlık, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nda danışmanlık yapan Gelecek Partisi Hazine ve Maliye Politikaları Başkanı Serkan Özcan ise Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Türkiye’nin en kaliteli ekonomi kurumunun itibarını bir hiç uğruna altüst etmeye, 120 milyar dolarlık rezervi “kimin koyduğu belli olmayan bir kur seviyesini tutturmak” için, “geçici bir makam” için değer miydi?” sorusunu sordu. 
 


Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, YouTube kanalından yaptığı açıklamada göreve getirilen Naci Ağbal ile ilgili olarak “Sayın Ağbal, piyasa kurallarını tanıdığını, piyasa ekonomisine inandığını gösterecek adımlar atması önemli.  Cumhurbaşkanımızın sevdiği saydığı bir isim olan Ağbal’ın buraya atanmasını, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan doğruya meseleye müdahale ettiğini gösteren bir nişane olarak görüyorum” dedi. 
 

Emre Alkin2 - emrealkin_com.jpg
Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin/ Fotoğraf: emrealkin.com


Fikirleri hükümetle uyuşmayan birinin “ben gidiyorum” diyebilmesi gerektiğini söyleyen Alkin, “O zaman hükümetler bu mesajı alır. Merkez Bankası başkanı atarken daha dikkatli olurlar ya daha az baskı kurarlar ya da daha mantıklı baskı kurarlar” diye konuştu. 

Ekonomi Profesörü Burak Arzova ise kenti YouTube kanalından yaptığı açıklamda Merkez Bankası Başkanı Uysal’ın görevden alınmasıyla ilgili iki olasılık olabileceğini söyledi:
 

1. Sayın Uysal, ağırlıklı ortalama maliyetlerde yapılan artışlarla ekonomiyi yönettiği ve dolaylı bir faiz artırımına sürekli imkan tanıdığı için mi görevden alındı?

2. Yoksa pİyasaların beklediği faiz artırımı gerçekleştirmediği, kurun yukarı yönlü hareketini hızlandırdığı için mi görevden alındı?


Uysal’ın görevden alınmasının hemen ardından attığı ilk tweette “Keşke ekonomideki tüm sorunlar TCMB Başkanı değişikliği ile çözülebilecek kadar kolay olsa” ifadelerini paylaşan Burak Arzova, YouTube’daki açıklamasında Merkez Bankası’nın bu problemlerin yalnızca bir ayağını oluşturduğunu belirtti. 
 

burak arzova.jpg
Prof. Dr. Burak Arzova


“22 Ekim’deki toplantıda piyasanın beklediği gibi 200 baz puanlık faiz artırımı yapılsaydı kurun bu seviyelerini konuşmuyor olacaktık. Şimdi  belki 500-600 baz puanlık bir artırım gerekecek. Faiz kararı, kurda önemli bir etken ve bunu yadsımıyoruz” diyen Arzova, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve reformlar konusundaki eksiklikler, jeopolitik sıkıntılar, dış ülkelerle sorunlar gibi çok daha büyük problemler olduğunu aktardı.

“Hukukun üstünlüğünün siyasi bir kararla ne alakası var?” sorusuna yanıt veren Arzova şunları söyledi:
 

Türkiye’de yerel mahkemenin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamasını bir yabancıya anlatmanız mümkün değil. 

Düşünün ki bir yabancı geldi. Burada bir fabrika kurdu ve işletiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde bir ihtilafa düşmesi durumunda yerel mahkeme onu haksız buldu. Firma buna itiraz etti. Kişi, konuyu Yargıtay’ götürdü. Diyelim ki Yargıtay bu kararın yanlış olduğunu tescil etti. Birinci mahkeme “ben bu karara uymuyorum” dedi. En önemlisi hukukun burada güvenlik sağlayabilecek bir yapı içerisinde olması. 

Daha önce Murat Çetinkaya da aynı şekilde görevden alındı. Uluslararası yatırımcılar nezdinde Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusu çok sorgulanmıştı. 

Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde bir merkez bankasına yeni bir başkan atandığında elbette ki pek çok eleştiriye maruz kalıyor ama görev sürelerini tamamlamaları için yasal bir geçerlilik var. 

Örneğin, Amerikan Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell’a “Başkan Donald Trump sizi görevden alabilir mi?” diye sorulduğunda kanunlar bunu engelliyor. “Ben görevimin başındayım kanunlarla korunuyorum” demişti. 

Merkez Bankası, hükümete tam uyumlu çalıştığına kanaat getirilen bu nedenle birçok eleştiriye açık bir kurum olarak karşımıza çıktı. 

Bana göre Merkez Bankası Başkanı olarak isterseniz Stanley Fisher’ı (eski FED Başkan Yardımcısı) getirin bana göre hiçbir şey değişmez. Çünkü Türkiye’de o kadar büyük sorunlar var ki Merkez Bankası bunun bir ayağı. 


Karar Gazetesi ekonomi yazarı İbrahim Kahveci de KRT TV’de yaptığı açıklamada Naci Ağbal’ın gelmesiyle hiçbir şeyin değişmeyeceğini hatta bir süre sonra onun da görevden alınabileceğini belirterek şunları söyledi: 
 

Naci Ağbal faiz artıramaz. Faiz artırması demek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 yıldır söylediklerinin yanlış ve yalan olduğu anlamına gelir. 

Bu durum, bir buçuk yıldır Türk toplumu 2 trilyon liralık fatura çıkardı. Ekonominin gerektirdiği kararları Naci Ağbal alırsa o zaman Murat Uysal’ı neden görevden aldın? Bu adam da aynı şeyleri söylüyordu. Ekonominin gerektirdiği kararları değil de Sayın Cumhurbaşkanı’nın fikri kararlarını aldı o zaman faturayı 84 milyon kişi olarak ödeyeceğiz. 2 trilyon liralık fatura 3 trilyon lira olacak. Üstelik kurun yükselişinin tek kazananı Hazine garantili projeler yapan müteahhitler. 

 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU