Geçmişin ağır mirasının altından silkinip çıkan bir halkın sınırları: Şili siyaseti ve yeni anayasa

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Tomas Munita/The New York Times

11 Eylül 1973 günü Dr. Salvador Allende, Şili'nin efsanevi sosyalist başkanı, General Pinochet'e bağlı uçaklar tepesine bomba yağdırırken radyodan vedasında kendinden sonrası için bir tasvirde bulunuyordu. 

Allende, gelecekte özgür insanın yürüyeceği yolu büyük kavak ağaçlarının kenara çekilmesiyle açılacak geniş bir yola benzetiyordu. Hep beraber bu yoldan gidilerek daha iyi bir topluma ulaşılacaktı.

Allende'yi hatırlatırcasına kavak ağaçlarıyla çevrelenmiş Şili başkenti Santiago'nun geniş caddelerinden şimdiye kadar büyük kalabalıklar geçti.

Henüz onun dediği yere ulaşılamasa da Şili halkı daha iyi bir toplum umudunu koruduğunu gösterdi. Neoliberal rejime karşı bir yıl süren protestolar geldi ve yeni bir anayasanın kapısına dayandı. 
 

1.jpg
Sosyalist devlet başkanı Salvador Allende'nin iktidara gelişinin ellinci yılında Şili halkı yeni bir anayasa yapılmasına karar verdi​​​​​​​


25 Ekim'de yapılan referandumda yeni bir anayasanın yapılması yüzde 78'lik bir destekle onaylandı.

Şili'yi bir restorasyon sürecine zorlayan ayaklanma, artık hayatta olmayan ama sisteme ruhunu veren bir diktatöre karşı patladı.
 

2.jpg
Şili 25 Ekim referandumunda elde edilen yüzde 78'lik desteğe bir yıl süren halk ayaklanması sonunda ulaştı.


Bu 1973'de Allende'yi deviren General Pinochet tarafından inşa edilen dünyanın ilk neoliberal rejimiydi.

Şilililerin öfkesi neoliberal sisteme, emperyalizme, güvenlik güçlerine, hükümete, tekelci şirketlere kısacası Pinochet'in bıraktığı tüm mirası hedef alıyor.
 

3.jpg
1973'de General Augusto Pinochet'in komutasındaki Şili Silahlı Kuvvetlerinin darbesinde üç binden fazla kişi öldürüldü. Şili nüfusunun yüzde 5'i ülkesini terk etmek zorunda kaldı


Gelinen noktada kuşkusuz referandum sınıfsal sorunlara çare değil ama sınıfsal bir anlamı da var. Halkın bu süreçte örgütlenme ve mücadele deneyimi kazandığının önemli bir göstergesi.

Bu mücadelenin sandıkta nicel karşılığını almak siyasal süreci kurumsal bir aşamaya taşıyor. 
 

4.jpg
General Pinochet üç kez rejimini halk oylamasına götürdü. 1978 ve 1980'de kazandı ama 1988'de kaybetti​​​​​​​


Ayrıca değişim fikrinin sosyal mücadele sonucunda sokaktan yükselmesi çok anlamlı. Sosyalistlerin oylarındaki belirgin artış önemli.

Buna karşılık sağın büyük bir moral bozukluğu içinde olduğunu görüyoruz. Açık ki Şili siyasetinde "neoconlar" giderek ağırlıklarını yitiriyorlar. 

And dağlarının ardındaki bu toprakta reform ve özgürlük rüzgarı esiyor.

Şili'de son yıllarda yükselen toplumsal mücadele büyük oranda kadınların ve gençlerin eseri. Geçen pazar yeni anayasaya destek için sandığa gidenlerin onda dokuzu işsiz, kadın ya da öğrenciydi. 

Bu süreçte dağınık biçimde binlerce halk şurası toplandı. Şili halkı 1970'den beri ilk kez egemenlik, anayasa, strateji gibi kavramlarla konuşmaya başladı.

Tüm bunların Allende gibi bir liderin yokluğunda gerçekleşmiş olması onun mirasının hafızalardan silinmediğini gösteriyor.

25 Ekim itibarıyla artık Şili'de tarihi önemdeki olay anayasanın halk iradesiyle dayatılması. Ülkenin tarihinde böyle bir örnek daha önce hiç yaşanmamış. Bu bile başlı başına bir devrim.

Ancak Şili'nin gerçekliğini kavramak için bu referandum ve yeni anayasa meselesi üzerine biraz daha kafa yormakta fayda var. 

Öncelikle kabul etmeliyiz ki mevcut Şili Anayasası 1980'de cuntanın yaptığından oldukça farklı. 

Pinochet ve cunta yönetimi, iktidarı 1990'da bıraktı. O tarihten bu yana 1980 anayasası 52 kez değişime uğradı. Toplam 270 madde değiştirildi. 

Bu değişimlerin ilki 1989 referandumunda gerçekleştirildi. Onu izleyen hemen her yıl anayasaya yeni bir madde eklendi ya da çıkarıldı.

Bu değişimlerin en kapsamlısı Ricardo Lagos döneminde yasama tarafından yapıldı. 2005 yılında gerçekleşen bu anayasa reformunda 58 madde değiştirildi.

Yeni anayasa ile atanmış senatörler kaldırıldı, silahlı kuvvetlerin rejim üzerindeki bekçi rolüne son verildi. Başkanlık süresi 4 yıla indirildi.

Yeni anayasada senatonun yapısı, başkanlık süresi, başkanın yetkileri, silahlı kuvvetlerin komuta kademesinin belirlenmesine kadar birçok önemli uygulama farklılaştı.

Güncel Şili Anayasası 1980'deki versiyonundan bir hayli farklılaşmış olsa da değiştirilmesi anayasa kadar zor olan "organik kanunlar" sayesinde Pinochet'in ruhunu koruyor.  

Bu anayasanın temel özelliği sağlık, eğitim ve barınma gibi temel ihtiyaçlar konusunda devleti sorumsuz görmesidir.

Özel şirketler ve tekelleri koruyan hükümler korunuyor. Mesela tüketici haklarını korumaya yönelik bir yasa yapmak için bile mecliste en az yüzde 57 destek gerekiyor.

Siyasetçiler de en çok bu tarz engellerden şikayet ediyor. Fakat şimdiye dek Pinochet anayasasını temelden değiştirmek için de bir çaba göstermediler.
 

12.jpg
Pinochet anayasası 1989'dan bu yana 52 kere değiştirildi.​​​​​​


Çünkü işin gerçeği Augusto Pinochet, Şili'de sağın 1950'lerin ortalarından beri beklediği adamdı. Onların özlediği rejimi kurmakla kalmadı üstelik ardına sığınabilecekleri her bahaneyi sundu. 

Hıristiyan Demokratlar (PDC) Şili merkez sağının aynasıdır. PDC 1973 darbesini destekleyerek cuntanın ülkeyi komünist diktatörlükten kurtardığını ilan etmişti.

PDC'nin o günkü lideri ve Allende'nin rakibi Eduardo Frei'nin beklentisi Pinochet'in iktidarı ona hediye etmesiydi ama bu hayali hiçbir zaman gerçekleşmedi. 

Pinochet'ten sonra seçilecek ilk devlet başkanı olan PDC'nin lideri Patricio Aylwin 1984 yılında mealen şöyle diyordu: 

Bana göre 1980 anayasası gayrı meşrudur ama Pinochet'e göre meşrudur. Birbirimizin fikrini değiştiremeyeceğimize göre en iyisi bu meşruiyet tartışmasını bir kenara bırakalım.

Şili merkez sağının zihniyeti buydu.
 

5.jpg
Hristiyan Demokratların (PDC) lideri Patricio Aylwin 1990'da "demokrasiye geçişin" ilk seçilmiş başkanı oldu


Zaten Şili siyaseti bilinçli olarak Pinochet'in 1980 anayasasını kabul etmişti. Çünkü anayasayı demokrasiye geçiş için bir aşama olarak rasyonalize etmişti.

Tabi bu arada anayasa ile beraber hem Pinochet 8 yıllık devlet başkanlığını hem de cunta hükümetini halka onaylatmış oluyordu.

Pinochet tüm faşist yönetimlerin basit taktiği olan "ölümü gösterip sıtmaya razı" etme siyasetinden başka şey uygulamıyordu. 

Bu noktada Pinochet rejimi gibi kanlı bir diktatörlüğün bile halkın onayına ihtiyaç duyduğunu tespit etmeliyiz. Pinochet diktatörlüğü halk oylaması daha doğrusu "plebisit" silahını o günün koşullarında etkili biçimde kullandı. 

Bir not: Plebisit de referandum gibi halk oylamasıdır ama referandum ortaya koyulmuş ve tartışılmış bir içeriğin onaylanmasına dayanırken "plebisit" kişi merkezlidir ve kişinin onaylanmasına hizmet eder. 

Pinochet rejimi 16 yıl içinde dört kez "halk oylamasına" gitti. 

İlk olarak 1977'de BM'de Şili'deki rejimine karşı yaptırım konusu gündeme gelince Pinochet bir halk oylaması yaptırdı.
 

8.jpg
Geçen yıl ayaklanmayı sert önlemler alarak bastırmaya çalışan İçişleri Bakanı Andres Chadwick Pinochet'in gençlik kolu şefiydi (1977)


1978'de halka sunulan metinde "uluslararası saldırganlığa karşı başkan Pinochet'i destekliyorum" ifadesi yer alıyordu. 

İkinci halk oylaması 1980'de gerçekleşti. 
 

6.jpg
7 Eylül 1986'da Manuel Rodriguez Vatansever Cephesi (FPMR) adlı bir örgüt Şili diktatörüne saldırı düzenledi. Suikasttan şans eseri kurtulan Pinochet'in beş koruması hayatını yitirdi


Üçüncü plebisit 1988'de yapıldı. Ama bu defa Pinochet kaybetti. 

1988'deki oylama mevcut statükoyu kalıcılaştırmaya yönelikti. Ancak koşullar 1980'den oldukça farklıydı. 
 

7.jpg
Gerçekte Şili'de 1988 referandumu aynen 1980 referandumu gibi Pinochet'in gayrı meşru rejiminin ABD'li teknokratlar tarafından meşrulaştırma planının bir parçasıydı. "No"nun sonuçta kazanmasındaki en büyük faktör "Si" denilmesi halinde Pinochet'in 1997'ye kadar Başkan olarak kalmasıydı ki bunu yüksek sınıflar dahil kimse istemiyordu. "Transition to democracy" 1980'lerde askeri darbeye uğramış her yerde uygulandı. Nihayetinde hepsinde rejimin özü aynen korundu. Pinochet neredeyse ölene dek senatonun bir üyesi olarak kaldı. "Parlamenter demokrasi" Şili'de hemen hiçbir şeyi değiştiremedi. Dünyanın ilk neoliberal rejimi Pinochet sopası olmadan da işleyebileceğini gösterdi


İki kutuplu dünya sona ermekteydi. Pinochet'in sağ kesimleri korkutacağı bir komünizm hayaleti yoktu.

Ayrıca destek aldığı Reagan-Thatcher dönemi sonlanmak üzereydi. Borç politikası, enflasyonist rejim ülkeleri iflasa sürüklemişti.
 

15.jpg
Pinochet, 16 Ekim 1998'de İspanyol hakim Baltasar Garzon'un yakalama emriyle Londra'da ev hapsine alınmıştı. Margaret Thatcher onu ziyaret ederek destek vermiş ve kudretli General hasta olduğu numarasıyla serbest kalıp ülkesine dönmüştü.


Ayrıca tüm Amerika kıtasında askerlerin yönettiği Paraguay ve Şili dışında bir ülke kalmamıştı. Orta Amerika'da "Barış Süreçleri" başlamıştı. ABD'nin çatışmayı canlı tutma yönünde bir çabası yoktu. 

Kaldı ki Şili'de sağ konsolidasyon tamamlanmıştı. Rejim kendini garanti altına almıştı. Arjantin'dekine benzer bir yargı dönemi açılma ihtimali yoktu.

1988 referandumunu kaybetmesine rağmen Pinochet, kendisini ölene dek senatör yaptı. Böylece silahlı kuvvetlerin rejim üzerindeki gücünü de muhafaza etmeyi başardı.

Bir yıl sonra 1989'da dördüncü bir referandum gerçekleşti. Böylece yeni sistemin kuruluşu için gerekli 53 maddelik anayasa reformu halka götürüldü. Komünist Parti serbest kaldı.
 

11.jpg
Camilo Vallejo, 2011 üniversite boykotu sırasında öğrenci eylemlerinin liderlerinden biriydi. Bir yıl Şili Üniversiteler Öğrenci federasyonu FECH başkanlığı yaptı. Şili Komünist Partisi gençlik kolu başkanı olan Vallejo, yeni kuşağın sembolü haline geldi. Siyasette kısa sürede yıldızı parlayan Vallejo 2013 yılında milletvekili seçildiğinde henüz 25 yaşındaydı


Devlet başkanının meclisi feshetme yetkisi kaldırıldı. Sıkıyönetim ve OHAL ilan etme yetkisi sınırlandırıldı. Ayrıca cuntanın vatandaşları ülke dışına gönderme, bilgi edinme hakkını engelleme gibi uygulamalarına son verildi.

Yasa yapmak için gerekli yeter sayısı 4/5'ten 4/7'ye düşürüldü. 

Pinochet dönemi halk oylamalarının katılım ve destek oranları hiç de azımsanmayacak düzeydedir. Örneğin 1989 referandumu yüzde 93,7 gibi yüksek oranda bir destekle halk tarafından onaylandı. 

1980 anayasa referandumunda 6,2 milyon, 1988 plebisitinde ise 7,2 milyon seçmen sandık başına gitmişti.

Geçtiğimiz hafta gerçekleşen ve yüzde 78 oranında (5,8 milyon kişi) yeni bir anayasa yapılmasını onaylayan oylamaya ise katılım 7,5 milyonda kalmıştır. 

2020 25 Ekim referandumunda Şilili seçmeninin yüzde 50'si sandığa gitmedi. Bunda kuşkusuz 2012'de oy verme zorunluluğunun kaldırılmış olmasının bir etkisi var.

Fakat yine de bir yılı aşkındır ayakta ve politize olmuş bir toplumdan daha yüksek bir katılım beklenirdi. 

1980'de Şili'de 6,2 milyon seçmen vardı. 2020'de bu rakam 14,8 milyona ulaşmış olmasına rağmen yeni anayasaya evet diyenlerin toplam sayısı ancak 5,8 milyonda kaldı.

Yine de bu veri politize olmuş büyük bir blok kitlenin kendi çıkarları için mücadele etme kararlılığını ifade ediyor. 
 

10.jpg
Jaime Guzman ve General Pinochet. Guzman, Pinochet rejiminin en büyük destekçisi iki parti UDI ve RN'yi kurdu. 1980 anayasasının yaratıcılarından Jaime Guzman faşist ve dinci bir ideologdu. Ölüm cezasının insan ruhunu rehabilite ettiğini iddia ediyordu. 1991'de FPMR tarafından suikastle öldürüldü​​​​​​​


Referandumdan çıkarabileceğimiz bir başka sonuç da Pinochetçi partiler UDI ve RN'nin marjinalleşmekte olduğu yönündedir.

Bu partilerin güçlü oldukları Puente Alto, La Pintana ve El Bosque gibi başkentin en kalabalık dış banliyölerinde neredeyse yüzde 90'a yakın yeni anayasaya destek oyu çıktı.
 

9.jpg
Alman Paul Schäfer ikinci dünya savaşı yıllarında dini kamplarda yaptığı çocuk istismarcılığı ortaya çıkınca Şili'ye kaçmıştı. Bu ülkede 1961'de kurduğu dini merkez "Colonia Dignidad"ta köle ve çocuk istismarına devam etti. Bir başka Alman kolonisi "Villa Baviera" gibi kapalı yerleşimlerde silah üretimi yaptıkları daha sonra ortaya çıktı. Pinochet rejiminin koruması altındaki Paul Schäfer hakkında 1997'ye kadar hiçbir işlem yapılmadı. En sonunda 1997'de çocuk tacizi suçlamasıyla aranır duruma düştü ve 2005'de Arjantin yakalandı. Paul Schäfer'in kolonisinde en az 38 Pinochet muhalifinin öldürüldüğü sanılıyor


Öyle ki Devlet başkanı Piñera protestolardan korktuğu için seçim bölgesini buradan zengin Las Condes semtine aldı.

Şu anda mecliste toplam temsil oranları yüzde 38 olan iki Pinochetçi partinin önümüzdeki seçimlerde bu güçlerini koruyamayacaklarını tahmin etmek zor değil. 

Bütün bu ilerlemeler yeni anayasadan Pinochet döneminin muhafazakar ve otoriter yapısının dışlanacağı beklentisini doğuruyor.

Ayrıca çevrenin korunması, yerli ve cinsel kimliklerin tanınması gibi çağdaş hükümlerin ekleneceğine kuşku duyulmuyor.

Hatta bu anayasada feminist bir dokunuş olması bile mümkün. 

Fakat iş gelip sermayenin canını yakacak uygulamalara dayandığında zorlaşıyor. Örneğin Şili su kaynaklarını tamamen özelleştirmiş tek ülke.

Halk bırakalım tarımı içmek için bile su bulmakta zorlanıyor. Bu kaynakların  yeniden ulusallaşması ayrı bir çatışma sürecini gerekli kılacak gibi görünüyor.

Bir başka mesele de Mapuche'lerin durumu. Şili'nin gerçek sahibi olan bu yerli halk güçlü bir geleneğe ve yaşayan bir dile sahip. Sadece İspanyollara değil İnkalara karşı da direnmiş farklı bir kültüre sahipler.

"Mapuche Sorunu" anayasada kimliklerinin tanınmasıyla çözülemeyecek kadar karışık.
 

13.jpg
Şili ayaklanmasında ulusal bayrakla beraber en çok kullanılan Mapuche bayrağı sömürgeciliğe karşı direnişin en önemli simgesi / Fotoğraf: Tomas Munita/The New York Times


Çünkü Şili Andlarında yaşayan yerlilerin geleneksel olarak binlerce yıldır tarım yaptıkları topraklar su kaynaklarıyla beraber Pinochet döneminde yabancı tekellere verilmiş.

Haklarını ve topraklarını isteyen Mapuche'lerle devlet sürekli bir çatışma halinde. Otoyollar kesiliyor, tırlara saldırılıyor. Şirketlerin tarım arazileri, hatta kentler yakılıyor.

Buna karşılık Mapuche'ler öldürülüyor ve hapsediliyorlar. Toplu açlık grevleri, ölüm oruçları gündemden düşmüyor.

Arjantin tarafında da neredeyse Şili'deki kadar Mapuche nüfusu var ama çatışma yok. Çünkü toprakları mahkemeler tarafından yerli halka iade edilmiş. Fakat Şili'deki sistem buna müsaade etmiyor. 
 

14.jpg
Camilo Catrillanca'nın öldürülmesine gösterilen tepkiler ayaklanmanın da habercisiydi.  Şili'nin yerli halkı "Mapuche" kökenli olan 24 yaşındaki Catrillanca traktör sürerken özel timlerce öldürülmüştü. 2018 Kasımı'nda gerçekleşen olay aylarca süren büyük protestolara, mecliste bölünmeye ve bir dizi istifaya yol açmıştı


Mesele gelip kamulaştırmaya dayandığında bu sadece anayasanın değil devletin egemenlik anlayışının da değiştirilmesini zorunlu kılıyor.

Öte yandan solun hiçbir kesiminin Şili'deki sosyal patlamaya liderlik etmediğinin altını çizmek lazım.

Sosyalist partiler geçen hafta pazar günkü referanduma kadar süreci seyrediyorlardı. Sonuçlar artık sosyalistlerin ortak bir programla halkın önüne çıkmasını zorunlu kılıyor.

Henüz Şili solu, yapılan tüm çağrılara rağmen bir "anti neoliberal" birlik programına ulaşmadı. Halkın taşıdığı bu zafer noktası eğer sol için belirsiz bir uçurum anlamına geliyorsa yine sağ kazanır.

Mesele sadece anayasa reformunun nasıl sonuçlanacağı değil. 2022 sonuna kadar Şili halkının önüne yerel seçimler, senato, meclis, referandum takvimi, başkanlık turları vb 17 seçim sandığı konulacak.

Eğer sol bu süreci arkasına halk dalgasını alarak istikrarlı biçimde yürütürse anayasal süreç de pozitif yönde ilerleyecektir.

Sağın halk gibi bir gündemi yok. Onların anayasa reformunu karmaşık bürokratik süreçlerde, komisyon pazarlıklarında boğmaktan başka taktikleri yok. 

Sosyalistler açısından bunu başarmanın yolu emekçilerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerden başlayarak toplumu inşa etmektir.

Bir yıllık ayaklanma buna yol açmadı. Diğer yandan neoliberalizmin alanını daraltan mücadele örneklerine ihtiyaç var. 

Aslında gözlerden ırak yerlerde bu gerçekleşiyor. Atacama bölgesinde yer alan altı bin nüfuslu Freirina'da halkının 2012'de domuz üreticisi firmaya karşı verdiği mücadele iyi bir örnek.

"Agrosuper" isimli firma, domuz kapasitesini dört milyon başa çıkarma kararı aldığında yaşanan çevre felaketi halkı harekete geçirmişti.
 

16.jpg
2012 yılında altı bin nüfuslu Freirina'da halkı şiddetli çatışmalar sonunda domuz üreticisi firmayı kovmayı başardı


Piñera hükümeti protestoları bastırmak için başkentten askeri polisi göndermiş fakat başarısız olmuştu. Sonra da ikna için gönderdiği propaganda şirketi de işe yaramamış "Agrosuper" domuzlarını alıp gitmek zorunda kalmıştı.

Her belde ve belediyede yeni anayasayı tartışacak halk meclisleri oluşturulmalı. Bu bir tür gerekli ademi merkeziyetçiliktir.

Zira neoliberal, Pinochetçi sağ kuvvetler merkezde güçlü. Öyleyse anayasanın halkçı yönünü güçlendirmek için yerelin inisiyatifini artırmak şarttır. 

Bu çağımızda giderek etkisizleşen ulusal meclislerin güçlenmesi için de yararlı bir çaba olacaktır. Çünkü parlamenter sistem halka karşı sorumsuzluğu sebebiyle inandırıcılığını yitirdi.

Halkın kağıt üstünde seçtiği temsilciler profesyonel politikacılara dönüştü. Dolayısıyla her şey yukarıda elitler arasında daha kolay halledilir hale geldi. 

Anayasa kuşaklar arasında bir sözleşmedir. Ulusun geleceği ve halkın egemenliği bireysel bir karara indirgenemez.

Öyleyse bireysel oy hakkıyla yetinmemeli "toplumsal oy" kavramı halkın gündemine girmelidir. 

Şili deneyimi bize halkın dinamik biçimde karar alma süreçlerine müdahale etmesinin zorunlu olduğunu gösteriyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU