Kurucu iradenin yol ayrımı: 29 Ekim 1923 Cumhuriyet'in ilanı ve perde arkası

Cumhuriyet, sanıldığının aksine davul ve zurna ile ilan edilmemişti. Bir yönetim krizinin tam ortasında ve Atatürk'ün silah arkadaşlarının görüşüne göre aceleyle ilan edilmişti

Türkiye Büyük Millet Meclisi önü

Ankara'da yollar henüz tam anlamıyla ayrılmamış; ama ülkeyi yıkımın eşiğinden kurtarmış paşalar arasında soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı.

Kamuoyu Mustafa Kemal Paşa ile sık sık yan yana görmeye alıştığı Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Ali Fuat Paşa gibi özgül ağırlığı bulunan isimler yerine Ali Çetinkaya, Yunus Nadi ve Recep Peker gibi, Atatürk'e tam anlamıyla bağlılığını sunmuş, yeni isimler görmeye başlamıştı.

Atatürk'ün bu tutumu Ankara kulislerinde fısıltıların kulaktan kulağa yayılmasına neden olmaya başlamıştı; çünkü bahsi geçen isimler yavaş yavaş karar alma mekanizmalarının da dışında tutulmaya başlanacaktı.

Paşalar arasındaki kırılma 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle zirveye ulaşacak ve bir daha tam anlamıyla birleşmemek üzere yollar ayrılacaktı.

Oysa henüz iki sene önce Meclis'te Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Kazım Karabekir Paşa'yı Moskova'nın ajanı bir Bolşevik olmakla suçladığında Mustafa Kemal bizzat kürsüye gelmiş ve yol arkadaşını şu sözlerle savunmuştu;

"... Ufak bir tereddüdü olanlar, Kazım Karabekir Paşa Hazretlerinin bir buçuk yıldır Doğu'nun durumu hakkında her gün vermiş oldukları raporların tümünü okuduktan sonra bir karara varmaları ve ondan sonra konuşmaları gerekir. O zaman bu görüşü ileri süren kimse, bu güçteki bir kimse hakkındaki, Kazım Karabekir Paşa Hazretlerinin kıymetlerini takdirde ne dereceye kadar hata etmiş olduklarını anlayacaklardır.

Mustafa Suphi'yi Doğu'da Hüseyin Avni Bey'den önce orta ya çıkartan Kazım Karabekir Paşa'dır. Bu adamın memlekete girmesinin sakıncalı olduğunu takdir eden Kazım Karabekir Paşa'dır. Bunu memleket dışına, sınır dışına çıkarılması gerekeceğini bilen de Kazım Karabekir Paşa'dır. Bunun planını yapan da Kazım Karabekir Paşa'dır; yoksa Erzurum valiliğiniz değildir. Biz değiliz efendiler. Akıllıca yaptığı planla, herkesten önce gerekenleri harekete geçiren Kazım Karabekir Paşa'dır. Bilmem, Bolşeviklere eğilimliymiş. Mustafa Suphi'nin bilmem nesiymiş?

Beyler, herkesten önce güçlü önlemler alan Kazım Karabekir Paşa'dır."

kazım paşa.jpg
Kazım Karabekir Paşa

 

Birbirinin arkasında durarak mücadele etmeyi izzet-i nefsinin bir nişanesi sayan Paşalar iki sene içerisinde Ankara'nın kaygan siyasi zemininde karşı karşıya gelmiş ve Karabekir Paşa, Cumhuriyet'in ilanından dahi haberdar edilmemişti. Karabekir Paşa, sitemini şu sözlerle belirtecekti;

"Ben hem mebus hem de bir ordu kumandanı olduğum halde bana da kimse bir şey bildirmemişti. Bu vaziyet haklı olarak halkı da orduyu da telaş ve endişeye düşürdü. Daha dün yüreklerine ferahlık verdiğim zatlar benden bu şeklin manasını soruyorlardı. Bu vaziyette tabii Cumhuriyet'in ilanını ertesi günü dahi kutlayamadık."

Kazım Karabekir Paşa, sitemini bir adım daha ileriye taşıyacak ve kendilerini itibarsızlaştırmak suretiyle siyasetten tasfiye eden iradenin arkasında bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün olduğunu söyleyecekti;

"İstiklal Harbi'nin tehlikeli günlerinde sonuna kadar feragat, fedakâr arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren M. Kemal Paşa, artık muzaffer bir başkomutan sıfatıyla maiyet komutanlarına Cumhuriyet'i dikte ettirmiştir. Eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesi ile sui şahsiyetler icadı da lazım gelmişti; bunun için eski arkadaşlarını kötülemek lazımdı. Bunu da hakkıyla yapmıştır."

Cumhuriyet, sanıldığının aksine davul ve zurna ile ilan edilmemişti. Bir yönetim krizinin tam ortasında ve Atatürk'ün silah arkadaşlarının görüşüne göre aceleyle ilan edilmişti. Bu tutum kurucu iradenin bir yol ayrımına girmesine ve siyaset sahnesine yeni figürlerin çıkmasına neden olacaktı.

kazım paşa atatürk 2.jpg
Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa

 

Atatürk: Efendiler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz

Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Cumhuriyet' fikrine bakışı bir tartışma konusudur. Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın başlangıçta Halifelik makamını üzerine alarak farklı bir modele sıcak baktığını iddia ederken Mazhar Müfit 1919 senesinde Mahmut Esad'a gönderdiği bir mektupta Paşa'nın vakti geldiğinde Cumhuriyet'e geçileceğini kendisine bildirdiğini iddia ediyordu;

"Aramızda her şeyi görüştük görüşmeye de devam ediyoruz.

Fakat muvaffakiyet takdirinde ki bundan şüphem yok, hükümet sekli ne olacak? Diye bir kere daha sordum ve ilave ettim: 'Muhakkak ki mevcut sekli hükümet bu memleketin refah, saadet ve terakkisine kâfi gelmeyecektir. Başka bir hükümet sekli arayıp bulmamız lazım geldiği kanaatindeyim.'

Paşa devamlı şekilde benim bu nokta üzerinde dolaşmamdan usanmış olacak ki gülerek ve fakat kat'i ifadesini vererek: 'Açıkça söyleyeyim: sekli hükümet zamanı gelince, cumhuriyet olacaktır.' Dedi.

Çok sevinçliyim. Nihayet, bütün katiyeti ve ciddiyeti ile Paşa'ya bunu söyletmiş bulunuyorum. Bu satırlarımı yazarken âdeta sevinç gözyaşları boşalıyor. Derslerinizde hükümetin cumhuriyet olacağını 20 Temmuz 1335[1919] günü Erzurum'da öğrenmiş bulunduğumu bildirerek gözlerinden öperim."

1923 Ekim'i Ankara'da hükümet krizinin baş gösterdiği bir tarihti. Atatürk tüm gelişmeleri yakından takip ediyor ve sistemin tıkandığının herkesçe anlaşılması için gerekli müdahalelerde bulunmuyordu.

rauf paşa atatürk.jpg
Rauf Paşa ve Atatürk

 

Rauf Paşa, Ali Fuat Paşa ve Adnan Adıvar'ın tüm gayretlerine rağmen hükümet krizi bir türlü aşılamıyor ve kabine oluşturulamıyordu. Atatürk, sistemin tamamen işlevsiz hale geldiğinden emin olduğunda 28 Ekim gecesi kendisine yakın isimleri toplayarak şu teklifte bulundu;

"Efendiler, yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz, beni fırka grubuna davet edin, bir konuşma yapacağım"

Ertesi gün Kemalettin Sami Paşa, verdiği bir takrir ile Gazi Paşa'yı meclis kürsüsüne davet etti. Hükümet krizinin nasıl aşılacağı konusunda uzlaşmaya varamayan Mebuslar, Mustafa Kemal'in ne söyleyeceğini merakla bekliyordu.

Kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa, tarihe geçecek şu sözleri sarf edecekti;

"Saygıdeğer arkadaşlar, üzerinde durduğumuz meselenin çözümünde karşılaşılan güçlüklerin sebebi, bütün arkadaşlarca anlaşılmıştır sanırım. Eksiklik ve yanlışlık uygulamakta olduğumuz usul ve şekildedir. Gerçekten de yürürlükteki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na göre, bir hükümet kurmaya teşebbüs ettiğimiz zaman, bütün arkadaşların her biri bakanları ve hükümeti seçmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalıyor. Hepinizin birden hükümet üyelerini seçmek zorunda kalmanızda görülen güçlüğün giderilmesi zamanı gelmiştir. Geçen dönemde de aynı şekilde güçlüklerle karşılaşılıyordu. Görülüyor ki, bu usul bazen birçok karışıklıklara yol açıyor. Yüksek heyetiniz bu güçlüğün çözülmesi için beni görevlendirdi. Ben de bilginize sunduğum bu görüşten hareket ederek düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim. Teklifim kabul edilirse kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükümet kurmak mümkün olacaktır. Devletimizin şekli ve niteliğini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarına açıklık kazandırmak gerekir."

Atatürk meclis kürsüsü.jpg
Atatürk Meclis konuşması sırasında

 

Atatürk'ün bu konuşmasından kısa bir süre sonra verilen kanun teklifinin ilk maddesinde "Türkiye Devleti'nin şekli hükümeti, Cumhuriyettir." İbaresi yer alıyordu.

Mecliste kısa süreli tartışmaların ardından yapılan oylamada Atatürk'ün önerisi resmen kabul edilmiş ve Cumhuriyet rejimine geçilmişti.

Atatürk, Cumhuriyet fikrini Meclisin ağır toplarından sakladı mı?

Cumhuriyet'in ilan edilmesinden hemen sonra tartışmalar da başladı. Basında ve meclisteki en önemli tartışma, Cumhuriyet fikrinin Meclisin önemli isimlerinden gizlenmiş ve bu isimlere danışılmamış olması eleştirilerine dayanıyordu.

Atatürk, eleştirilere Nutuk'ta cevap vererek çeşitli vesilelerle bahsi geçen isimlere Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerini sorduğunu belirtiyordu;

"Rauf Bey'den Padişahlık ve Hilafet konusundaki düşüncesinin ve kanaatinin ne olduğunu sordum. Verdiği yanıtta şu açıklamalarda bulundu: Ben, Padişahlık ve Halifelik katına gönül ve duygu bakımından bağlıyım. Çünkü benim babam, Padişahın ekmeğiyle yetişmiş, Osmanlı Devleti'nin ileri gelen adamları arasına geçmiştir. Benim de kanımda bu ekmekten vardır. Ben iyilikbilmez değilim ve olamam. Padişah'a bağlı kalmak borcumdur. Halifeliğe bağlılığım ise görgümün gereğidir. Bunlardan başka genel görüşlerim de vardır. Bizde kamunun birliğini korumak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği ölçüde yüksek görülmeye alışılmış bir kat sağlayabilir. O da padişahlık ve Halifelik katıdır. Bu katı kaldırmak, onun yerine başka nitelikte bir kat koymaya çalışmak, yıkıma yol açar ve büyük acı doğurur; bu da hiç uygun bir iş olmaz. Rauf Bey'den sonra karşımda oturan Refet Paşa'dan düşüncesini sordum. Refet Paşa'nın düşüncesi şu idi: Rauf Bey'in bütün düşünce ve görüşlerine katılırım. Gerçekten bizde Padişahlıktan, Halifelikten başka bir yönetim biçimi söz konusu olamaz. Ondan sonra Fuat Paşa'nın düşüncesini öğrenmek istedim. Paşa Moskova'dan yeni geldiğinden durumu, kamunun düşünce ve duygularını gereğince incelemeye daha zaman bulamadığından söz ederek görüşülen konu üzerinde kesin bir düşünce ve görüş ileri süremeyeceğini bildirdi"

atatürk çankaya.jpg
Atatürk Çankaya'da

 

Oysa Rauf Paşa, Atatürk'ün teenni ile hareket etmediğini ve fikirlerini hiçbir surette önemsenmediğini şu ifadelerle eleştirecekti;

"Bazılarının kuvvetli hükümetten yumrukla işleri idare eden bir hükümet kastettiklerini hayretle işittim. Cumhuriyet'in ilanı acele olmuştur. Çünkü Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tadil ve münakaşa edilmeden emrivaki şeklinde yapılmıştır."

Basın ve Çankaya'ya yakın olan isimler ise özellikle Rauf Paşa'nın istişare dışı tutulmasının en önemli gerekçesinin Padişah ile kurduğu yakın münasebet olduğunu iddia ediyordu. Rauf Paşa ise eleştirilere şöyle cevap verecekti;

"Gittim efendiler. Yarın davet ederse, yine giderim. Ama Fırka kararından bahsediyorlar, hangi karardır bu bilmiyorum. Esasen Fırka'nın henüz tespit ve tayin edilmiş bir programı dahi yoktur ki, ben onun dışında hareket etmiş olmakla muaheze edileyim. Hatalarım olabilir, hatalarım; hatta kabahatlerim olursa itiraf ederim. Yalnız, kanaatim dışında ve başkalarının arzularına göre hareket etmek kabiliyetini bende görmek isteyenler, fikirlerini düzeltmelidirler. Ben bunu yapamam."

Cumhuriyet'in ilanı ile başlayan ayrılık kısa süre içerisinde yeni fırka (parti) tartışmalarını beraberinde getirdi. Cumhuriyetin ilanı sırasında istişare dışı bırakılan Kazım Karabekir Paşa, Rauf Paşa ve Adanan Adıvar gibi isimlerin yeni parti kuracaklarına dair neşredilmeye başlanan yayınlar fısıltıdan gerçeğe ulaşmıştı. Üstelik Cumhuriyete mesafeli olduğu gerekçesiyle eleştirilen bu isimler kuracakları fırkaya Cumhuriyet ibaresi koyarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası diyecekti.

Karar merci ve istişare mekanizması dışı bırakılan küskün isimlerin kurduğu yeni partiye en büyük tepki ise bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ten gelecekti.

Atatürk eski silah arkadaşlarının fırkasının gizli güçler tarafından kurdurulduğunu iddia ederek bir milli güvenlik sorununa dönüştüğünü belirtecekti;

"Malum olduğu veçhile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası diye bir fırka teşkil ettiler. Bu fırkanın gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar. Cumhuriyet kelimesini telaffuzdan dahi içtinap edenlerin cumhuriyeti doğduğu gün boğmak isteyenlerin teşkil ettikleri fırkaya 'Cumhuriyet' ve hem de 'Terakkiperver Cumhuriyet' unvanını vermeleri nasıl ciddi ve ne dereceye kadar samimi telakki olunabilir? Rauf Bey ve arkadaşlarının teşkil ettikleri fırka muhafazakâr unvanı altında meydana çıksaydı belki manası olurdu. Fakat bizden daha ziyade cumhuriyetçi ve bizden daha ziyade terakkiperver olduklarını iddiaya kalkışmaları bittabi doğru değildi. 'Fırka efkâr ve itikad-ı diniyeye hürmetkârdır' düsturunu bayrak olarak eline alan zevattan hüsnü niyet intizar olunabilir miydi?"

terakkiperver cumhuriyet fırkası.jpg
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

 

Kurucu iradenin 'Cumhuriyet'in ilanı' sürecinde ayrılan yolları partileşme süreci ile doruğa çıkmış; ama bununla da sınırlı kalmamıştı. Atatürk'e yönelik suikast iddiaları ile başlayan soruşturmalar Kazım Karabekir Paşa'nın önce gözaltına alınması ve ardından da mahkemeye çıkarılmasına kadar uzanmıştı. Karabekir Paşa yaşadığı bu elim hadiseyi şöyle dizelere dökecekti;

"Tam yüz kişiyle sarılmıştı evim

Cürüm ne imiş henüz yoktu haberim

Jandarmalar, memurlar, kamyonlar, polisler, etrafı sarmışlar, köşkümü gözlerler

Nihayet aldılar köşkümden

Bir sabah erken

İki kere yapıldı bu merasim, iki gün arayla bana

Acısını sormalı köşkte ağlayana

Gidiyor İstiklal Harbi'ni kuran merasim-i mahsûsla

İzmir İstiklal Mahkemesine çifte polisle

Ben çok acı hakikatler attım ortaya

Mahkemeyi sarstım, fakat etraf kaya Ölü her şey

Ve kımıldamıyor bir şey

Hükümet fırkası muhakeme ediyor

Muhaliflerinin mücrimini seçiyor."

29 Ekim 1923 senesinde ilan edilen Cumhuriyet beraberinde bir yol ayrımını da getirmişti. Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar gibi Atatürk'e yakın isimler siyaset sahnesinden tasfiye edilirken yeni figürler vitrini süsleyecekti.

*Daha ayrıntılı bir okuma için; Ercan Yalçın'ın "Kurtuluş Savaşı Komutanları Ekseninde Cumhuriyet Rejimi Tartışmaları" çalışması, Mehmet Saki Çakır'ın "Cumhuriyet İlanına Doğru Rejim Tartışmalarının Basındaki Yansıması" tezi ve Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nde 1990 tarihli "Kazım Karabekir Anlatıyor" yazı dizisi incelenebilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU