Iraklılar ile Lübnanlıların İran'ın esiri kalmamaları için

Iraklılar ile Lübnanlıların kalplerindeki üzüntü ve esef, iki halkın çocuklarının, politikacıları olmasa ülkelerinin dünyanın en iyi ülkelerinden biri olma kabiliyetine sahip olduklarına inanmalarından kaynaklanıyor

Fotoğraf: Reuters

Hem Irak hem de Lübnan'da halk gösterilerinin başlamasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti. Her iki ülkede de göstericilerin talebi; ülkelerinin gidişatını değiştirecek temel reformlardı.

Ülkelerinin mezhepçi liderlere, mezhepçi kayırmacılığa, İran ve küresel müdahalelere tutsak iki devletten, egemen, halkına onurlu ve haysiyetli bir yaşam sunmak için yolsuzluk ve dış sömürüye karşı korunmuş iki devlete dönüşmesiydi.

Hem Irak hem de Lübnan son yıllarda birçok protesto hareketine ve tekrarlanan reform çağrılarına tanık olsalar da Ekim 2019'da başlayan protesto hareketi, sürekliliği ve söylemlerinin olgunluğu ile farklıydı.

Onlardan sorumlu kişilerin ülkeyi yönetmekteki başarısızlıklarını seçimler aracılığıyla örtmeye çalıştıkları iki siyasi rejimin iflasıyla aynı zamana denk geldiği için değişikti.


Irak ve Lübnan'ın onları bölgedeki çoğu ülkeden farklı kılan siyasi bir çeşitliliğe ve siyasi partiler arasında hareketliliğe sahip olduğuna şüphe yok.

Ancak gerçekte, bu çeşitlilik artık gerçek bir değişim üretmeyen seçimlere bağımlı hale geldi. Seçimler daha ziyade, genellikle sandalyelerin yeniden düzenlenmesine, silahlı ve İran tarafından desteklenenler başta olmak üzere devletin kilit noktalarını kontrol eden taraflar arasında bir çıkar alışverişine yol açan bir sürece dönüştü.

Seçim örtüsü ve başbakanı değiştirme vaatleri, Irak ve Lübnan halklarını ortada iki ülkeyi tüketen idari ve mali yolsuzluğun üstesinden gelecek fiili bir değişim olduğuna ikna etmek için artık yeterli değil.


Gerek Irak gerekse Lübnan'ın karşı karşıya olduğu krizlerin patlak vermesine yol açan sebepler farklı olsa da, iki ülkedeki halk hareketine neden olan birçok ortak unsur, mevcut başarısızlığın nedenleri ile gelecekteki başarı şansını birleştiren faktör var.

Lübnanlılar, siyasi liderlerinin hepsini mutlak bir şekilde reddettiklerine atıfta bulunarak gösterilerinde "Hepiniz yani hepiniz" sloganını benimserken, Iraklılar "Bir vatan istiyoruz" sloganını kullandılar.

Lübnanlıların siyasi liderlerine yönelik bu reddi, devleti idari ve mali yolsuzluğa karşı koruyamamaları (aksine bazılarının buna katkıda bulunmaları), silahın sadece devletin elinde olmasını sağlayamamalarından kaynaklanıyor.

Lübnanlılar kendilerini ve çocuklarını koruyan bir vatan istiyorlar.


Öte yandan, Iraklılar da şimdi siyasi sürece dahil olan politikacıların çoğunu reddediyorlar.

Bunun birçok işareti var, örneğin; 2018 seçimlerinde Iraklı seçmenlerin üçte birinden azının oy kullanması ve herkesi reddettiğini ifade eden gösterilerin 1 yıl boyunca  devam etmesidir.

Lübnanlıların "Hepsi yani hepsi" sloganı yakında Irak gösterilerinde de duyulabilir.


Irak ve Lübnan'da durumu karmaşıklaştıran, her iki ülkede de egemen siyasi sınıftan kendisini reforme etmesinin talep edilmesidir.

Ülkeyi yöneten ve mevcut sistemden mali ve siyasi olarak yararlananların başında gelen siyasetçilerden ve siyasi partilerden, kaçınılmaz olarak çıkarlarına zarar verecek reformları hayata geçirmelerini istemek oldukça ironiktir.

Aralarında ülkelerinin çıkarları için kişisel ve partisel çıkarlarından vazgeçmeye hazır birkaç politikacı olabilir, ama durumu düzeltmek için bu azınlığa güvenilemez.


Bağdat'ta kendisinden önce görevlendirilen iki kişinin başarısız olmasından sonra, mayıs ayında Mustafa el-Kazimi liderliğinde yeni bir hükümet kuruldu.

Herhangi bir siyasi partiyi temsil etmediği ve önceki hükümetlerin deneyimlerinin yükünü üstlenmediği için Kazimi'nin seçimi, memnuniyetle karşılandı.

Kazimi, bağımsız bir teknokrat hükümet kurmaya çalıştı, ancak mevcut rejimde kemikleşmiş mezhepçi ve etnik kota sistemi sonunda yine galip geldi.

Etkili bakanlıkların çoğu, iktidardaki siyasi partilerin ısrarı sonrasında bu oluşumun kuşatması altında kaldı.

Bugün Iraklılar yeniden Bağdat'ta ve güneydeki şehirlerin çoğunda protesto için sokaklara dökülürken, reform ve ulusal çıkarlara öncelik vermek yerine bölünmeleri güçlendiren siyasi sistemi değiştirme çağrıları tekrarlanıyor.


Beyrut'ta ise, istifa etmesinden 1 yıl sonra Saad Hariri yeni bir hükümet kurma arayışıyla geri dönüyor.

Hariri'yi onlarca yıldır sahneye hakim olan Lübnanlı siyasi liderlerle bir araya getiren son toplantıların fotoğrafları, siyasetçilerin halklarının değişim çağrılarına kulaklarını ne kadar tıkamış olduklarını gösteriyor.


Lübnan ve Irak'ta çözümlerin detayları farklı olabilir ama özü aynıdır. Halk, hayat istiyor. Bu, güvenlik, emniyet, iyi ve onurlu bir yaşam sunan iş fırsatları demektir.

Lübnan'ı etkileyen mali kriz, orta sınıfı tamamen çökertmek ve ülkedeki yoksulluğu artırmakla tehdit ediyor. Son istatistikler Lübnan nüfusunun yüzde 55'inin yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyor.

Irak'taki mali kriz ise binlerce kamu çalışanının maaşlarının ödenememesine yol açtı. Gençler arasındaki işsizlik, ülkeleri dünyadaki en önemli petrol rezervlerinden birine sahip olmasına rağmen, bölgedeki en yüksek oranlar arasında yer alıyor.

Irak dinarının dolar karşısında hala 1.240 dinar seviyesinde seyrettiğine inanmak zor. Lübnan lirasına gelince, bir yıldır çöküşünü sürdürürken, karaborsa, döviz kurunu kontrol etmekte Merkez Bankası ile rekabet eder hale geldi.


Her iki ülkede de en acil mesele, asayişsizliği ve kaosu önlemektir. Her iki ülkede de endişe verici olan, halkın silahlı olması ve silahlı grupların varlığıdır.

İşlerin tamamen kontrolden çıkması durumunda, silahlı çatışma olasılığı bulunmaktadır. Irak'ta 2003'ten beri devletin kontrolünden çıkmış, belirli çıkarlara hizmet eden belirli anlaşmalara dayanarak merkezi hükümetle iş birliği ile tam bir asayişsizlik ve kaos arasında gidip gelen bölgeler var.

Lübnan'a gelince, mini milis grupları tarafından kontrol edilen, genellikle politik olarak silahlarla desteklenen bölgeler var.


Irak ve Lübnan'da gidişatı etkileyen dış faktörler önemlidir ve bunların başında da Tahran gelmektedir. İran tüm ağırlığıyla Irak'a girdi.

Sahadaki en güçlü aktör olmak için de çeşitli parti ve milisleri destekliyor. Halk ise İran'a ve silahlı çetelerine karşı güçlü bir nefret duyuyor.

Aynı şekilde, hem ABD'ye karşı hayal kırıklığı duyuyor hem de mevcut siyasi sistemi inşa etmedeki rolünü onaylamıyor.

Lübnan'da Hizbullah, Tahran'a olan bağlılığını alenen dile getirirken, ABD, sonuçlarından etkilenen ve muzdarip olan halka somut bir destek sunmadan yaptırımların şiddetini artırıyor.

İran, Irak ve Lübnan üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak için mezhepçi hassas noktalara oynuyor. İran rejiminin siyasi taleplerinin karşılanması için bir şeyi rehin alma yöntemini izlediği biliniyor.

İşte bugün, iki halkın, Irak ve Lübnan halklarının tamamen bu rejim ve yandaşlarının rehini olduğunu görüyoruz.

Özgürlüklerine kavuşmaları, onları kurtaracak ciddi bir dış çözüm umudu olmadığından, sürekli bir iç hareketlenme ve aktivizm gerektirecektir.


Bu, Irak ve Lübnan'ı birleştiren başka bir faktördür. Sahip oldukları ve onları dünyanın en iyi ülkeleri safına katabilecek potansiyelleri sayesinde, iki ülkede de hala var olan umut faktörü.

Bu potansiyel; iki farklı eğitimli halktan, sağlam politikaların oluşturulması halinde hem kendi hem de bölgenin gıda güvenliğini garanti eden verimli topraklara ve iki ülkenin köklü tarihlerine dayanan uluslararası bağlara kadar uzanmaktadır.

Iraklılar ile Lübnanlıların kalplerindeki üzüntü ve esef, iki halkın çocuklarının, politikacıları olmasa ülkelerinin dünyanın en iyi ülkelerinden biri olma kabiliyetine sahip olduklarına inanmalarından kaynaklanıyor.

Bu nedenle her iki ülkedeki halk hareketi çok önemlidir ve Allah'tan sonra tek umuttur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU