Sömürgeci bir roman: Afrika Çiftliği

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Danimarkalı yazar Karen Blixen'in 1937 yılında yayımladığı Out of Africa adlı otobiyografik romanı geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından Afrika Çiftliği olarak yayımlandı.

Nam-ı diğer Isak Dinesen'in bu romanı, Kenya'ya kahve üreticiliği için giden yazarın anılarından devşirilmiş. 


Blixen hayatında çok sayıda müstear kullanmıştır, Kenya'daki yaşamını anlattığı hikâye diğer çağdaşları Beryl Markham ve Elspeth Huxley gibi Afrika'yı egzotik bir safari alanı gibi yansıtır.

Afrika Çiftliği, Afrika'da insanlardan çok antiloplara, iguanalara, zebralara ve diğer hayvanlara paye veriyor. 
 


Bu yaklaşımda kuşkusuz Blixen yalnız değildir; Afrika Çiftliği romanı Batı'da çok takdir edilmiştir, hatta 1987 yılında filme bile uyarlanmıştır.

Türkiye'de de Benim Afrikam adıyla vizyona giren filmin yönetmeni Sydney Pollack. Gösterime girer girmez yedi alanda Oscar ödüllerine layık görülen film, Afrika'yı bir turist endüstrisinin bir parçası kılan Afro-romantik söylemin etkisini ve boyutunu gösterir.  


Afro-romantik söyleme katkılarıyla bilinen ünlü Amerikalı yazarlardan Ernest Hemingway'i ve Saul Bellow'u unutmamalıyız.

Hemingway'ın Kilimanjaro'nun Karları ve Afrika'nın Yeşil Tepeleri romanlarının yanı sıra Bellow'un Yağmur Kral'ının icat ettiği Afrika coğrafyası bugün tüm dünyada oluşturulan Afrika söyleminin pekişmesinde öncülük etmişlerdir. 


Şüphesiz bu tarz kabile romantizmini ve doğal yaşamı fetişleştiren söyleme en yetkin ve yerinde cevabı, Türkçe'de sadece Afrikalı Çocuk romanı yayımlanan Gineli romancı Camara Laye'nın klasikleşen alegorik ve modernist romanı The Radiance of the King [Kralın Işığı] vermiştir.

Afrika'yı, sömürge tarihini, mitleri, söylenceleri, gündelik yaşamı tanımak isteyenler Laye'nin söz konusu anlatısının yanı sıra Ayi Kwei Armah'ın The healers [şifacılar] romanını okumalarını gerekir. 

Şüphesiz Afro-romantizm, Afrika söyleminin ürettiği ve ondokuzuncu yüzyıldan bu yana Avrupalı seyyahlar, romancılar tarafından durmadan nükseden hegemonik bir ötekileştirmenin çok keskin ucunu gösterir.

Bu tarz anlatılar, Afrika topraklarını işgal ederek doğal yaşamı yüceltip kabile çekişmelerini ve kıtanın edepten, medeniyetten yoksunluklarını göstererek sömürgeciliğin/misyonerliğin gerekçesini oluştururlar. 
 


Afrika Çiftliği bu anlamda tipik bir örnektir. Afrika Çiftliği bu devirde Afrika'yı eski çağlar gibi donmuş görmek isteyen zihniyete turistik bir rehber hizmeti vermektedir.

Şüphesiz Blixen'nin ilham aldığı isim Güney Afrikalı romancı Olive Schreiner'dır. Blixen, Shreiner'in 1883 yılında yayımladığı The Story of An African Farm [Bir Afrika Çiftliğinin Hikâyesi] romanından çok rol çalmıştır.  


Diğer kolonyal eserlerde olduğu gibi metinde dikkati çeken en önemli unsur yine dinin aktif rolüdür.

Karen Blixen'in anlattığı en çarpıcı anısı çiftliğindeki kulübede yaşayan hasta bir çocuğun bakımını üstlenmesi, onu iyileştirme çabası ve sonra da zaman içerisinde çocuğun Hıristiyan olmasıdır.

Roman boyunca siyahlarla olan ilişkisini anlatan Blixen'in yerlilere bakışı diğer sömürgecilerden çok farklı olmasa da mesafeli ve sorunludur.  


Yanında çalışan ortakçılardan birinin oğlu olan Kamante'yi ve diğer siyahları anlatırken onları hayvanlarla karşılaştırması ya da özdeşleştirmesi, postkolonyal düşüncenin en önemli kritiklerinden Ngũgĩ wa Thiong'o'u çileden çıkarır. 

Roman boyunca tekrarlanan hayvan benzetimleri, Ngũgĩ'nin Blixen'e "ırkçı" yakıştırmasını hayli doğrular.

Daha romanın başında anlatıcı, Kamante'yi şöyle anlatır:

Sanırım hasta ve yaralı bir hayvan gibi kendine, içine kapanmıştı.

Roman boyunca bu "vahşi yaratık"ın ehlileştirilmesine tanık olur okur. 


Blixen'de belirgin biçimde ortaya çıkan "merhamet duygusu" Hristiyanlıktan kaynaklanır, özellikle de yerlilerle ilişkilerinde, konuşmalarında bu duygunun aşırı derecede rahatsız edici biçimde ortaya çıkması, ötekileştirici bir boyuta taşınmasını sağlıyor.


Gerek Blixen'ın Afrika Çiftliği gerekse Schreiner'in Bir Afrika Çiftliğinin Hikâyesi romanları, sömürge topraklarında ırkçılığın gündelik hayatta üretilme biçimlerini yansıtır. 

Blixen için Kenya bir keşif gibidir, insancıl olmak, yerlilere yardım etmek göründüğü gibi her zaman için masum bir eylem olarak değerlendirilmez.

Afrika'ya muhabbetini şöyle anlatır yazar: 

Afrika'ya adımımı attığım ilk günden beri yerli halkı çok sevmiştim. Kayıtsız şartsız tüm kadınları, erkekleri, gençleri ve yaşlıları kapsayan güçlü bir sevgiydi bu. Bu kara derili insanlarla karşılaşmamı Kristof Kolomb'un Amerika'nın yerlileri ile karşılaşmasına benzetirim hep; onlar da benim dünyamın zenginleşmesine vesile olmuşlardır. 


Blixen'in İngilizce yazdığı metnin orijinalinde Kristof Kolomb'a benzetme yoktur, yazarın kitabın Dancasına sonradan eklediği anlaşılıyor.

Kolomb'a kendisini benzetmesi bile sömürge tahayyülünü vermesi açısından önemli bir ipucu.   

Blixen o çok sevdiği, bağrına bastığı hizmetçisi Kamante'yi zavallı bir yaratık olarak anmaktan çekinmez.  

Hayattan bu kadar elini eteğini çekmiş, bu kadar yalnız, ölümcül bir teslimiyet yaşayan bir yaratıkla, bir insanla daha önce neredeyse hiç karşılaşmamıştım.


Blixen'in insani yaklaşımının ne kadar ırkçı, yabanıl ve otoriter olduğu çok net biçimde açıktır.

Hatta daha da ötesi, romanın İngilizce baskısında Kamante'den "Böylesi vahşi bir yaratık" [Such a wild creature] diye bahseder.

Blixen daha ileri gider; Kamante'yi bir süs eşyası, biblo ya da bir tabloya malzeme olarak görmeyi tercih eder:

Hayatı boyunca hem gülünç hem de fantastik bir görünüşü vardı; çok az değişikliklerle Notre Dame Kilisesi'nin tepesine heykel olarak yerleştirilebilir, oradan sokağı seyrediyor olabilirdi. Kamante'nin içinde özellikle ışıldayan, capcanlı bir şey vardı; bir tabloya yerleştirilirse diğer renklerden kendini ayıran keskin ve canlı bir renk oluştururdu. Çiftlik evimin içi onun sayesinde tablomsu bir görünüme bürünmüştü.


Ortakçılarından Wanyangerri'yi hastanede ziyaret eden anlatıcı, onu bir "kertenkeleye" benzetir:

Tedavi sona erip de sargılar çıkarıldığında Wanyangerri'nin yüzü oldukça değişmiş ve çenesi tam olmadığı için Wanyangerri'nin yüzü bir kertenkelenin başına benziyordu.


Anlatıcı hızını alamaz, Masai erkeklerini de "bizona" benzetir:

Taşıdıkları silahlar ve üzerlerindeki süsler tıpkı bir aslan yelesi, bir bizonun boynuzu gibi vücutlarının ayrılmaz bir parçasıdır.


Devamında Masailer hem leopar hem kobra yılanı hem de boğa oluverirler:

Boyun kasları, tıpkı bir erkek leoparın, bir boğanın veya bir kobra yılanının boyunu kalın ve kabarıktı. (155)


Bir diğer ortakçısı Kaninu da şöyle anlatılır:

Kaninu da yem arayan bir porsuk gibi sağı solu koklayarak akşam vakitlerinde evime gelir, elde edeceği keçileri düşünerek çocuğunun durumu hakkında bilgi almaya çalışırdı.


Blixen'in bu tip hayvan nitelemelerini siyahlar söz konusu olunca yapması, meselenin söylemsel ve ırkçı yönünü ortaya çıkarıyor. 

Sözgelimi, Arap kökenli ya da Müslüman olan Somali ahalisi için bu sıfatları kullanmadığı gibi zaman zaman onlara övgüler de dizmekten çekinmez. 

Siyahları Joyce Cary Nijerya'da, Blixen Kenya'da, Joseph Conrad Kongo'da "insandışı" görürken, Schreiner Güney Afrika'da siyahlar için "insanlık dışı" bir kategori üretir.

Bu temsiller sömürgeciliğin değersizleştirme politikasının yansımasıdır. Şüphesiz burada anabileceğimiz o kadar çok isim var ki!


İngiliz edebiyatında da belirgin bir saygınlık kazanan Schreiner de Bir Afrika Çiftliğinin Hikâyesi romanında ötekiye karşı görece bir mesafeli duruşuyla bilinir.

Cape Coloni'de bir çiftlikçe geçer hikâye. Romanın en çarpıcı yönü anlatış biçimidir. 

Afrika dolunayının huzmeleri göğün maviliğinden geniş ve ıssız düzlüğe dökülüyordu" diye başlar roman. Doğa manzarasının estetize edilmesi, 'kusursuzluğu' doğallık olarak yansıtıp, yerlileri ötekileştirmenin bir biçimi olarak algılanabilir. Benzer bir betimleme Afrika Çiftliği romanında giriş paragrafında da dikkat çeker: 'Ekvator çizgisi çiftliğimin kırk kilometre kuzeyindeki yayların üzerinden geçiyordu.'


Schreiner'in Afrika "beyaz anlatısı"nda, özellikle kadın edebiyatını düşündüğümüzde katkısı azımsanamaz.

Isak Dinesen [Karen Blixen], yine ünlü iki romancı Doris Lessing ve Nadine Gordimer'in, her ne kadar ayrıştıkları belirgin tutumları olsa da, Schreiner'le aralarında gerek yazınsal gerekse duygusal akrabalık olduğu söylenebilir.

Schreiner'in Bir Afrika Çiftliğinin Hikâyesi'ndeki güçlü imgesel anlatımını ve Victoria döneminin liberal görüşünü savunmasını bir tarafa bırakırsak, Afrikalı yerlilerin temsili pek de iç açıcı değil.

Yerlilerden bahsederken anlatıcının sadece "kafir" demesi aslında yazarın bakış açısını göstermesi açısından yeterlidir. 


Buradaki "kafir" sözcüğü, beyazların siyahlar için kullandığı, hakaret içeren bir sıfattır. Özellikle Güney Afrika sahasında sıkça kullanılan bu sıfat, ırkçılığın göstergesi olarak algılanır.

İslam terminolojisindeki "kafir" sözünden farklı bir anlama sahip olup aynı kökten gelmektedir.

"Kafir hakareti" sömürge sisteminin pagan ve din dışı ya da animist olarak nitelediği siyahlara karşı üretilen bir söylemdir.

Portekizliler Afrika'yı ilk keşiflerinde Svahili bölgesinde Müslüman olmayan siyahlar için bu sıfatı kullandılar, sonra İspanyollar, İngilizler ve Hollanda kökenli Afrikanerlar tarafından kullanılageldi.

Özellikle Afrika'da siyahları değersizleştirmek için kullanılan ırkçı bir ifadedir "kafir". Bugün hâlâ ırkçı söylemin yaygın olduğu bölgelerde kullanılır.


Romanın bir yerinde, anlatıcı pazar günü çiftlikteki kilise ibadetinde sadece kafir hizmetçilerin olmamasını, "maymunlardan türemeleri ve arınmaya ihtiyaç duymadıklarına" bağlar.

Dolayısıyla Schreiner'in çok güçlü imgesel anlatım gücü, sömürge edebiyatında, hatta İngiliz edebiyatında yazara önemli bir konum bağışlasa da, sömürgeci zihniyeti temsil ettiğini kolaylıkla söylemek mümkün.

Sonuç olarak; Karen Blixen ve Olive Schreiner sömürgenin yerel halka otoritesini, bakışını göstererek sömürgeciliğin de minyatürünü çizmişlerdir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU