Trump'ın yeniden seçilmemesi halinde Ortadoğu'yu bekleyenler

"Biden’ın 2021'de izleyeceği politikanın nasıl olacağını anlamanın en iyi yolu, Bayan Clinton'ın 2016 seçimlerinde başkanlığı kazanması halinde yerine getirme vaadinde bulunduklarına bakmaktır"

Clinton'ın seçim ekibi başarılı olsaydı, Obama'nın üçüncü dönemi başlayacaktı. Biden seçilirse de aynısı olacak (Reuters)

Araplar, Levantenler ve Afrikalıların yer aldığı büyük Ortadoğu'daki akiller ve karar vericiler, ülkeleri, halkları ve sorunları üzerindeki etkisi nedeniyle 3 Kasım'daki ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarını merakla bekliyorlar. Mevcut başkan Cumhuriyetçi Donald Trump'ın ya da Demokrat aday Joe Biden'ın seçilmesi, kimileri için hayal kırıklığı kimileri için ise sevinç kaynağı olsa da sonuçların etkisinin herkes için büyük olacağı bir gerçektir.

Geleceğe yönelik tahminlerin yapıldığı analizler arasında bulunan ve 3 Kasım sonrasına ilişkin olacaklara dair aşağıda yer alan analizler, geçmiş deneyimlere dayanmaktadır. Bu analizler, siyaset biliminde her zaman gelişmelerden etkilenmeyebilir. Ancak gelişmelere hazırlanmaya yardımcı olan değerlendirmeler için çerçeveler sunarlar. Haftalar önce yayımlanan “The Choice” (Seçim) adlı kitabımda, eski ABD Başkanı Barack Obama ve yardımcısı Biden'ın 2009-2016 yılları arasında, sekiz yıl boyunca Ortadoğu'ya yönelik izledikleri politikaları ve ardından Trump'ın dört yıllık yönetimi boyunca izlediği politikaları ana hatlarıyla ele aldım. Ayrıca Biden'ın kazanması veya Trump'ın yeniden seçilmesi halinde iki durumda da olacakları karşılaştırdım.

Bu hafta eski başkan adayı Hillary Clinton'ın e-postalarının yayınlanması, belki de Obama'nın başkanlık günlerinde ABD'nin Ortadoğu politikasının, Arap ülkelerine, İran'a ve Müslüman Kardeşler'e karşı nasıl olduğuna dair büyük ve aynı zamanda korkutucu bir işaretti. Kitabımda ve son on altı yıldır kaleme aldığım makalelerimde, Obama, Clinton ve (eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı John) Carey'nin Ortadoğu politikasını açıklarken nettim. İran ile dünya güçleri arasında 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma, ABD'nin ılımlı müttefiklerini kaybetmesi pahasına İran'ın güçlendirilmesine ve Müslüman Kardeşler'le büyük bir ortaklığa kadar uzanıyor. Obama dönemindeki bu eğilimlerin, talihsiz sonuçlarına ve hatta bazı yıkıcı etkilerine Trump'ın başkanlık günlerinde tanık olduk. Ancak burada sorulması gereken asıl soru; “Trump'ın 3 Kasım'da yapılması planlanan başkanlık seçimlerini kaybetmesi halinde Obama'nın ekibinin fiilen etkileyeceği Biden'ın politikasının geleceğini nasıl biliriz?” sorusudur.

Biden'ın 2021'de izleyeceği politikanın nasıl olacağını anlamanın en iyi yolu, Bayan Clinton'ın 2016 yılındaki seçimlerde başkanlığı kazanması halinde yerine getirme vaadinde bulunduklarına bakmaktır. O zamanlar Trump'ın danışmanı olarak Clinton'ın danışmanlarıyla çeşitli medya tartışmalarına çıktığım için, Trump'ın kazanamaması halinde ‘Obamaizm' politikasının neleri uygulamaya çalışacağı konusunda bilgi sahibiyim ve tüm bunlar bildiklerimin sadece bir özetidir.

Clinton kazansaydı

Eğer Clinton'ın seçim ekibi başarılı olsaydı, bu Obama'nın üçüncü kez başkan olması demekti. Biden seçilirse de aynısı olacak. Öncelikle Obama'nın ekibi nükleer anlaşmanın uygulanmasını tamamlamak için durmaksızın çalışıyor olacaktı. Eğer Clinton başarılı olsaydı, ‘Obama dönemini' tamamlamak için İran ekonomisini genelde uluslararası ekonomiye, özelde ise ABD ekonomisine bağlayarak ve Tahran üzerindeki tüm yaptırımları kaldırarak anlaşmayı güçlendirecekti.

Sonuç olarak İran'ın ayakları, Irak, Suriye ve Lübnan'da sonsuza dek sağlam bir şekilde basacaktı. Peki ya ne karşılığında? İran'ın küresel petrol piyasasının istikrarına, El Kaide ile savaşmaya ve aynı zamanda Müslüman Kardeşler ile bölgedeki nüfuz paylaşımını kabul etmeye razı olması karşılığında. Çünkü nükleer anlaşmanın diğer bir yönü, bölgenin (Ortadoğu) İran ve Müslüman Kardeşler arasında paylaşılması demekti. Bu da pratikte Suriye ve Yemen'i iki eksen arasında paylaşılması ve diğer ülkelerin aralarında dağıtılması anlamına geliyordu. ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Clinton ile ekibinin gazetecilerle ve diğer kişilerle aralarındaki yazışmaların geçtiği e-postalara baktığımızda, 2009-2012 yılları arasında böyle bir politikanın yürürlükte olduğunu anlıyoruz.

Ancak Mısır devrimi, sahadaki denklemi değiştirdi. Bunu Tunus'taki laik sıçrama, Suudi Arabistan'ın Müslüman Kardeşler'e karşı Mısır'a ve Yemen hükümetine Husilere karşı 2016 seçimlerine kadar verdiği destek ile Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) aşırılık yanlısı örgütlere karşı attığı adımlar izledi. Arap ülkelerinin teröre karşı kurduğu ittifak, yaklaşık on yıldır bölgenin iki radikal güç arasında bölünmesini engelliyor. Fakat ‘Obama dönemi' Clinton aracılığıyla Trump'a karşı seçimi kazanmış olsaydı, ABD politikası, Arap ittifakını ya kırardı ya da kırılma üzerine getirirdi.

Üçüncü dönem

Clinton aracılığıyla Obama'nın üçüncü dönemi başlasaydı, Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi yönetimini ‘diktatörlükle mücadele' sloganı altında izole ederek Müslüman Kardeşler'in Mısır'da yeniden iktidara dönmesine yardımcı olabilirdi. Tunus'ta, İslami eğilimli Nahda Hareketi'nin iktidara gelmesini destekleyebilirdi. Obama-Clinton ekibi, Libya Ulusal Ordusu'nu  (LUO) yenmek ve Mareşal Halife Hafter'i denklemden çıkarmak için Müslüman Kardeşler'in uzantısı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) güçlerini destekleyebilirdi.

Bununla birlikte Obama siyasetinin üçüncü dönemi, Irak'ta Haşdi Şabi milisleriyle anlaşmayı, (Suriye Devlet Başkanı Beşşar) Esed ile müzakereleri ve Suriye'deki İslamcı milisleri ‘meşru devrimciler' oldukları gerekçesiyle destekleyecekti. Clinton yönetimi Lübnan'da ise, Hizbullah'ın ülkeyi kontrol etmesine izin vermeye devam edecekti.

Denklem değişti

Trump'ın seçilmesi bu politikaların çoğunu maksimum seviyede olmasa da minimum seviyede değiştirdi. ABD, İran'a karşı koydu, nükleer anlaşmadan çekildi, İranlı milislerle mücadele için Körfez, Irak ve Suriye'nin doğusu dahil olmak üzere bölgede büyük caydırıcı güçler konuşlandırdı ve Amerikalılara saldırdıklarında milis güçlere karşılık verdi. Trump yönetimi birçok ülkede İran'ın finans sistemine üst düzey yaptırımlar uyguladı. Öte yandan Trump, DEAŞ'ın askeri varlığını sona erdirdi, tekfirci DEAŞ milislerine (Batı'da cihatçı olarak adlandırılıyorlar) karşı mücadele etti ve yönetiminin Müslüman Kardeşler dosyasını ele alacağına söz verdi. Ancak bu dosyayı henüz tamamlayamadı.

Trump'ın yaptıklarıyla Clinton'ın uygulamaya hazırladıkları arasındaki bu karşılaştırma, 3 Kasım'daki seçimlerin önemini anlamak için başlıca ölçüdür. Çünkü eğer Trump, 2016 seçimlerini kazanamamış olsaydı, İran ve Müslüman Kardeşler bölgeyi yutardı. Yani 3 Kasım seçimlerinde Trump kazanamazsa Washington, Biden yönetimi ve Obama ekibine bağlı olacak. İran ve Müslüman Kardeşler, tüm rakiplerini acımasızca devirmek için stratejik bir işgal gerçekleştirecek.  Bu yüzden, Amerikalı seçmenler Ortadoğu'da savaşın ve barışın geleceğini ellerinde tutuyorlar.

Bu nedenle ABD'deki seçmen pusulalarının oy sandıklarına ulaşmasını sağlamak, 3 Kasım'a kadar dünyadaki en önemli konudur.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independentarabia.com/node/159806/

DAHA FAZLA HABER OKU