Amaç ne: İslam'ı kontrol etmek mi yoksa anlamak mı?

İslami İlimler Enstitüsü aracılığıyla üst düzey araştırmaların yapılması için Fransa İslam Vakfı tarafından on milyon euro tutarında bir harcama yapıldı. Cumhurbaşkanı Macron, bununla, aydınlanmış bir İslam yaratmayı amaçlıyor!

"Fransa İslâm'ı Vakfı" (Fondation de l'Islam de France), 2005 yılında Fransa'da kurulan İslam Eserleri Vakfı'nın devamı niteliğinde / Fotoğraf: AFP

Amaç ne: İslam'ı kontrol etmek mi yoksa anlamak mı?

Bu soruyu 2004 yılında "İslam'a Karşı Savaş" başlıklı çalışmamda kendime sormuştum.

Bu soruyu ilk soran kişi ben olmadığım gibi, son da olmayacağım.

İslam'ı kabul ettikten sonra Muhammed Esed ismini alan Leopold Weiss "Mekke'ye Giden Yol" (1947) isimli şaşırtıcı kitabının başında bu soruyu sormuştu.

1920'lerde Kudüs'ün dar sokaklarında bu konu hakkında düşündüğünü söylüyor. O sıra bir Avusturya gazetesinde adına muhabir olarak oraya gitmiş ve 1929'daki Burak Devrimi sırasında yaşananlar gazetenin baş editörünün dikkatini çekmişti.

Son olarak Fransız düşünür Olivier Roy, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Fransız Müslümanlara ve İslam'a karşı yürüttüğü kampanyadan sonra bu soruyu sordu.

Cumhurbaşkanı Macron'un Müslümanlarla ve İslam'la iki sorunu var: Dinin çağdaş dünyanın kültürüne yabancılaşmasına neden olan kapsamlı bir kriz içinde olması ve Fransa'da taraftarlarını laik cumhuriyet kültürünü ve yasalarını ihlal etmeye iten ayrılıkçı bir eğilim yaratması.

Macron şüphesiz bunun çaresini biliyor. İslami İlimler Enstitüsü aracılığıyla üst düzey araştırmaların yapılması için Fransa İslam Vakfı tarafından on milyon euro tutarında bir harcama yapıldı.

Cumhurbaşkanı Macron, bununla, aydınlanmış bir İslam yaratmayı amaçlıyor!
 

afp (2).jpg
Fotoğraf: AFP


Afganistan, Mısır, Suriye ve Lübnan'da kırk yıldan fazla bir süre Müslümanlar arasında yaşayan Olivier Roy, Fransa'daki Müslüman topluluğun içinde ayrılıkçı bir eğilim olduğunu düşünmüyor.

Ancak buna rağmen meselenin delilleriyle ilgili olarak cumhurbaşkanı ile bir tartışmaya girmedi. Aksine 1905'teki yasaların hükümlerini tartışmaya açtı.

Nitekim bu yasalar, bir dinin takipçilerinin tecrit edilmesine, dini özgürlüklerine müdahale edilmesine ve cumhurbaşkanının aydınlanmış bir İslam yaratmasına herhangi bir şekilde müsaade etmiyor.


Muhammed Esed'in oğlu ünlü antropolog Talal Esed ise Roy'un aksine tüm sekülerlerin kendilerine uygun bir şekilde dinleri biçimlendirdiğini, yarattığını veya yaratmaya çalıştığını düşünüyor.

Meseleyi doğrudan masaya yatıralım. Otuz yıldır, belki de daha fazla bir süredir birçoğumuz 'İslam'da reform' olarak nitelendirdiğimiz bir meseleyle ilgileniyoruz.

Müslüman göçmenlerin arasında derin bir adaletsizlik duygusu var ve birçoğu bu duyguyla şiddete itiliyor.

Bu kimseler başlangıçta sol hareketler içerisinde kendilerine destek olacak kişileri buldular.

Şiddet içerikli davranışlarında bile aralarında fark yok gibiydi. Sonra solun ivmesi azaldı ve sokakta tek başlarına kaldılar.

Ardından İslam hem aleyhlerine hem de lehlerine kaldırılan bir bayrak oldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Birçok Arap ve İslam ülkesinde ortaya çıkan şiddet olayları bu gençlerin eliyle gerçekleşti.

Biz de yapılacak reformun ilk görevinin, şiddetten kurtulmak olduğunu düşündük.

Bazıları şiddet uygulamalarını dine dayandırdığı sürece bütün çabalar din adına şiddet olgusu ile mücadeleye odaklandı.

2003 ve 2004'te Chirac, başörtüsü aleyhinde konuşmalar yaptı ve parlamento bu konu hakkında bir yasa çıkardı.

Chirac, Başbakan Refik Hariri'nin arkadaşı olduğu için onunla konuşma fırsatı yakaladım.

Başörtüsünü kadınların taktığını ve onların şiddet eylemelerinde bulunmamalarına rağmen neden böyle bir yasağa ve kriminalizasyona maruz bırakıldıklarını kendisine sordum.

Bana laik cumhuriyetin yasaları gibi bir dizi hususu anlatmaya girişti.


Ben de ona laikliğin bir kadının örtünmesi ya da örtünmemesiyle nasıl bir ilgisi olduğunu sordum. Öyle ki kadınların bu yöndeki tercihleri tamamen inançlarıyla ilgili bir durumsa.

Ona anlaşıldığı kadarıyla 'farklılığa' karşı olduklarını söyledim.

Oysa onların sadece şiddete karşı olduğunu sandığımı ifade edip, "Yahudiler, Sihler ve Hindular da farklı. Eğer sorun farklılıklarsa neden yalnızca Müslüman kadınların ve Müslümanların farklılığı sizi rahatsız ediyor?" diye sordum.

Başkan bir dakika kadar sessiz kaldı sözlerim karşısında. Başbakan Hariri, sesimi yükselttiğimi ve öfkelendiğimi zannedip bana sitem etti. Sonra Chirac gülümsedi ve şunları söyledi:

Tartışmadan yahut sesinizi yükseltmenden dolayı susmadım. Müslümanların ve Müslüman kadınların Fransa'da ve dünyada sayıca çok fazla olmaları dışında bir günahları yok.


Müslümanlara ve İslam'a karşı yenilenen bir nefret dalgası var ve bu artık Batı Avrupa ile sınırlı değil.

Bilakis Hindistan, Çin, Myanmar ve Sri Lanka'da benzer bir nefret dalgası patlak verdi ve Doğu Avrupa ve Balkanlar'a ulaştı.

Bu nefretin birçok yönden nefretle değil, 'farklılık' ile ilgisi var.

Nitekim Alman bir profesör dostum bir ara bana, İslam karşıtı yazıları nedeniyle roman yazarı Naipaul Peter Handke'nin Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandığını söylemişti.

Müslümanların entegrasyonu kabul etmediği doğru değil. Aksine bunu ve hatta daha az görünür olmayı istiyorlar.


Fakat kriz durumunda entegrasyon istekleri cevap bulmuyor. Fransa'da iki hafta önce belediye seçimleri yapıldı.

Entegrasyoncular büyük bir çoğunlukla oylamaya katıldılar. Bazısı birçok belediyede başarılı oldu. Fakat bu durum teşvik edici değil, bilakis öfke ve zorbalığa neden oldu.

Fransa'da ve başka yerlerde, entegrasyona karşılık ayrımcılığı ve ayrılığı tercih eden çevreler var.


Her halükarda bizim ne yapmamız gerekiyor?

Din adına şiddet hala son bulmadı. Bununla mücadeleye devam etmeliyiz. Reform hakkında birçok elitist konuşma var.

Şiddet karşıtı söylemin görünür ve güçlü kalması gerekiyor.

Her zaman dünya algısını değiştirmekten bahsediyoruz.

Olivier Roy, burada asıl amacın 'İslam'ı kontrol etmek mi yoksa anlamak mı' olduğunu soruyor.

Anlayış ve bilgi olmaksızın kontrolden söz edilemez. Aksi duruma zaten kontrol kendiliğinden gelir.

Sömürgecilik günlerinden bu yana bu dini parçalamak ve reformize etmek için ısrarlı girişimlerde bulunuldu.

Sonuncusu, Bush yönetimi tarafından ılımlı Müslümanlara yardım etmek(!)  için başlatılan ideolojik savaştır.


Günümüzde -Katoliklik hariç- bütün dinlerde düşünme, yönetim ve yaşama biçiminde bir farklılık, bölünme ya da ayrılık yaratmaya yönelik çalışmalar yapılıyor.

Bu sorunlar, aralarında Macron'un üstadı olan Paul Ricoeur'un da bulunduğu büyük çağdaş filozofları meşgul etti. Macron'un aksine Ricoeur'un İslam'ın farklılığıyla ilgili bir rahatsızlığı olmadı.

Hepimiz Batılıyız ya da Batılılaştırılmışız.

Toplumumuzdaki farklılaşma amacı taşıyan örtünme ve sakal tarzlarını beğenmeyenlerdenim. Bu davranışların garip olduğunu düşünüyorum. Fakat birçok Batılı gibi bu farklılığı ve bu çeşitliliği kabul etmemiz gerektiğini biliyorum.

Ben; Aslında hepimiz, her ne gerekçe ile olursa olsun şiddetten nefret ediyoruz.

Dinimiz, ülkelerimiz, insanlığımız ve dünya ile ilişkilerimiz adına elimizden geldiğince bununla savaşmaya devam edeceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU