Simya, altın ve insan

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Eski geleneklerde ve tasavvufta, "Kibrit-i Ahmer" diye bir maddeden, bir iksirden bahsedilir. "Kibrit-i Ahmer"e 'filozof taşı', 'felsefe taşı' adı verildiği de olur.

Nedir bu "Kibrit-i Ahmer?"

İnanışa göre bu "kimya" döküldüğü maddeyi altına çeviren bir tılsımdır. Bu işle uğraşmanın adı kimi zaman kimyadır. Bu uğraş Yunan felsefesinin dört madde, dört unsur (su, toprak, ateş ve hava) anlayışına dayanır. 

Milattan önce 4'ncü yüzyıldan itibaren Ortadoğu’da medeniyet ve teknoloji açısından önemli gelişmeler başlamış, düz ve geniş arazilerin verdiği imkanlarla, toprağın bereketi zenginliğe yol açmıştır.

Bu dönemde halkın uğraşlarından biri de madenler olmuştur. Madenler tıpkı tarım ürünleri gibi toprağın bağrından çıkan birtakım taşlardır. Ve ateşin tesiriyle gözler önünde şekil değiştirir, nitelik değiştirir.  

Bu tür gözlemler madenlerle ilgili çeşitli inançların oluşamasına sebep olmuştur. Güç kazandırmak için demire dokunmak gibi...

Mesela samyelinin neden olduğuna inanılan Eyyam-ı bahur çarpmasına karşı vücuda paslı bir maden parçası bağlamak gibi... Hala Avrupa’da sağlık bilezikleri birçok kişinin kolunda görülebilir.   

Yukarıda söylediğimiz inançlar zaman içinde başka madenlerden altın elde etme sevdasına dönüşür. Acaba döküldüğü madeni altına çevirecek bir iksir bulunamaz mıydı? Bunu elde etmenin yollarını aramaya başladı meraklıları...

Birçok bilim tarihçisi modern kimya biliminin ortaya çıkışını insanın "Kibrit-i Ahmer" sevdasına dayandığına inanmaktadır. 

Her türlü kavramı soyutlaştırmada usta olan İslâm tasavvufu; "Kibrit-i Ahmer"i de soyutlaştırmanın yolunu bilmiştir.

Tasavvufçular bunu kişinin çıktığı sonsuz olgunluk mertebesi olarak adlandırmış ve İbni Arabi, Mevlânâ gibi kişiler bu iksirin aşk olduğunu söyler.

Üç harf "a-ş-k"dır. Arap alfabesinde "ayn", "şin" ve "kaf" harfleriyle "ışk" şeklinde yazılan "aşk" kelimesinde ayrıca "şin" harfi üzerinde üç nokta; "kaf" harfi üzerinde iki nokta vardır.

Buna dayanarak aşkı "üç harf beş noktayla insanı adam eden iksir" diye tanımlayanlar vardır.

Bayburtlu Celali, şöyle demektedir:

Üç harf beş noktadan aldık hesabı
Seni bana yazmış ezel kitabı
Şim’den geri kaldır yüzden nikabıbı
Hanemiz erkanı sen safa geldin


Bu anlayış yüzyıllar içerisinde süzülüp gelen ortak sembollerin ve remizlerin özeti gibidir.

Birçoğu da yine irfan kültürünün oluşturucuları tarafından kristalize edilmiştir. Bu yüzden Mevlânâ şöyle demektedir:

Biz aşkın çocuklarıyız, anamız aşktır bizim.


Aşk, insanı sıradanlıktan çıkarma iksiridir. Tıpkı sıradan bir madeni altına çeviren "Kibrit-i Ahmer" gibi…

Yunus Emre, aşkın insanı ölümsüzleştiren bir iksir olduğuna inanır. Bu inançtan dolayıdır ki o, aşkı, kişiyi hayvanlıktan âşıklık mertebesine ulaştıran bir kemalat olarak düşünmekte ve şöyle demektedir:

Yûnus öldü diye salâ verirler 
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.


Çin geleneklerinde ve tıbbında "Kibrit-i Ahmer" tıpkı İslam tasavvufunda olduğu gibi ölümsüzlük formülü olarak tasarlanır.

Bu, Mevlânâ’nın meşhûr Mesnevi’sindeki gibi "İnsan-ı kâmil olmanın bir başka açılımı"dır.

Mevlânâ, bir sürgün dizisine benzettiği insan hayatının "ney" sazının dilinden nasıl ölümsüzlüğe doğru çevrileceğini ve ölümsüzlüğün formülü olan aşkın bunda nasıl bir rol oynadığını uzun uzadıya bir "çığlık" niteliğiyle ortaya koyar.

Mevlânâ’nın bu izahatlarının niteliğini başka bir yazımıza bırakarak şunu söylüyoruz:

Ne yaparsanız yapın! İster yemek isterse de mücevher yapın; ona biraz aşk kattığınızda daha güzel olacağını göreceksiniz.

Ölüm bile aşk ile…    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU