İtalya akademik özgürlüğe saldırıları nedeniyle faşizmin kıyısında

Andrea Mammone The Independent için yazdı

Aşırı sağcı Lig Partisinin lideri Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini / Fotoğraf: The Independent

Antidemokratik etnik milliyetçiliğin ve sağcı görüşün geri döndüğü ve aydın karşıtlığının yükselişe geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Bu yüzden belki de dünyanın en eski akademik enstitüsünün, demagojik aşırı sağcıların tehlikeli eleştirisine maruz kalması sürpriz olmamalı.

Emilia Romagna bölgesindeki toplantıda bir araya gelen İtalya iktidar partisi Lig temsilcileri, Bologna Üniversitesi’ndeki siyaset bilimi derslerinden birinde Salvini karşıtı bir monografi kullanılmasını masaya yatırdı. Siyaset bilimci Gianluca Passarelli ve sosyolog Dario Tuorto gibi saygın akademisyenler tarafından kaleme alınan ve İtalya’nın büyük yayınevlerinden II Mulino tarafından basılan belge, Lig’i aşırı sağcı parti olarak tanımlıyor.

Salvini’nin partisini, faşist, yabancı karşıtı ve şiddet eğilimli diye tanımlayan metin bunun aynı zamanda iç savaş dönemlerini ya da Güney Afrika’daki ırkçılığı hatırlattığını iddia ediyor.

Lig’e göre, Emilia Romagna bölgesi, partiye ideolojik yakınlığıyla bilinen üniversite öğrencilerinin bu tür ders ve sınavlar esnasında ayrımcılığa uğramamaları adına ayrımcılık karşıtı politikalar geliştirmeli.

Sağcı gazeteler birer megafon gibi olayı daha da ileri götürerek öfke boyutuna taşıdı. Kulağa komik şekilde mantıksız bir hikaye gibi geliyor olabilir ama durum çok ciddi. Bu bize aşırı sağ görüşün çoğulculuk karşıtlığıyla ilgili çok şey anlatıyor.

Lig’in bölge temsilcilerine göre, üniversiteler “parti karşıtı” ya da “siyasi propaganda” yapan materyalleri desteklememeli. Belki en endişe verici durum da profesörlerin kamu çalışanı olduğu için devlete “sadık” olması gerektiğini tartışmaya açmaları.  

Tabii böyle bir yazı, devletin üstünlüğüne karşı olmayan siyasi bir liderin (devletle hükümetin 2 farklı varlık olduğunu unutmayalım) kamudaki temsiliyle ilgili daha “olumlu” özelliklerini de tehdit ediyor. Böyle olunca da, bu tür açıklamalar neredeyse otoriter bir zihniyetin belirtileri gibi görünüyor.

Başka bir şey daha var. Tüm Batılı ülkelerde aşırı sağcı aktivistler açıkça kültürel gündemi ve halkın düşüncelerini, devlete bağlı eğitimi parçalayıp şekil vererek etkilemeye çalışıyor. 
 


İtalya’da Lig’in parti gündeminde, lisede daha profesyonel ve pratik dersler olması var. Partinin yenilikçi ve sol görüşlü enstitülere addedilen üniversitelere giden öğrenci sayısını azaltma niyeti olabilir. Parti bazı yerel meclislerde dile getirdiği üzere, kamu kütüphanelerindeki okuma gruplarını durdurmayı veya organizasyonlarındaki mevcut kültürel etkinlikleri de etkilemeye çalışıyor.

Yine de, bilgi ve bilimsel veriye dayalı yazıları ortadan kaldırmaya çalışmak ya da akademik öğretimi sorgulamakla parti artık fazla ileri gitti. Sosyal ve kültürel muhalefetin tüm biçimlerini susturmanın yanı sıra özgür sesleri ve eleştirel düşünceyi zayıflatma girişimi de endişe verici. Profesör ve aydınları otoriter iktidarın demokrasi ve liberalizm karşıtı ideolojisine boyun eğmeye zorlamak, İtalya’yı yeniden faşist günlerine döndürüyor gibi. Otoriter rejimlerin ve diktatörlerin yönetme biçimi böyledir.

Bu aşırı sağın nasıl bir toplum hayal ettiğinin de bir göstergesi ve sadece duvarlar, parmaklıklar, batılı olmayan kültürlerin reddedilmesi, Hristiyanlığın gaspı, etnik saflık ve ayrıcalığı sadece beyaz yerli halk için savunmak anlamında değil. Altında yatan sebep, ifade özgürlüğü ve akademik özerkliğin iktidarı sevindirdiği sürece kabul edilir olması.

Açıkça, çağdışı ve modernizm karşıtı bir toplum tahayyülü bu. Peki ama bu hayal, Viktor Orban gibi aşırı sağ şampiyonu bir liderin, kendi deyimiyle Macaristan’da sağladığı “bağnaz demokrasi”ye ne kadar uzak? Ayrıca, faşizmin iç savaş yıllarından beri halka satmaya çalıştığı ve hem açık hem de kapalı toplumlardaki, “biz ve onlar: müttefik ve düşman karşıtlığı” söylemiyle çok iyi örtüşen bir hayal.

Bugünkü sorun, vatanseverlik, bağımsızlık, “önce bizim ulusumuz(culuk)” veya ideoloji sonrası milliyetçi popülizm gibi kavram ve sloganların gizlediği aşırı milliyetçilik, aşırı sağcılık ve ırkçılığın normalleştirilmesi.  

Lig’in “aşırı sağcı” bir parti olmadığı görüşü ve yüksek öğrenim kurumlarının iktidarlara bağlı olması gerektiği fikri İtalya’nın şu anki iklimiyle ilgili önemli bir şey gösteriyor.

Burası faşizm sözcüğünün icat edildiği ülke. Burası Benito Mussolini’nin 4. kuşak torununun Silvio Berlusconi müttefikliğinde aşırı sağ hareketi Fratelli d’Italia adına AB seçimlerine girdiği ülke. Burası aynı zamanda La Repubblica gazetecilerinden Paolo Berizzi’nin, neofaşist grupların tehdidinden dolayı Şubat’tan beri devlet koruması altında bulunduğu ülke.

Bu faşist nostalji, bu demokrasi karşıtı ve zaman zaman şiddete yol açan gizli eğilimler yoktan var olmadı. Bunlara 20 yılı aşkın süredir zaten meşruluk kazandırılıyordu. 1990’ların başında siyaset sahnesine çıkmasından ve Lig ile neofaşist İtalyan Sosyal Hareketi’yle ittifak kurmasından sonra Berlusconi “aşırı” ya da “faşist” gibi sözcükleri sürpriz şekilde ortadan kaldırıp yerine anlamı belirsiz “ılımlı koalisyon” tanımını getirdi.  

Medya ve kamu da bu söylemi büyük ölçüde kabul etti. Ancak bu görünürde çok az antidotla çoğalabilen ırkçılığa dayalı önyargı ve yarı otoriter görüşlerin yayılmasını besledi.

Düşünce özgürlüğü, akademik araştırma ve üniversite öğreniminin yasaklandığı noktaya gelirsek İtalya, AB’nin kalbinde bir sonraki bağnaz demokrasi ülkesi olacaktır.  

 

*Andrea Mammone Avrupa Üniversite Enstitüsü Robert Schuman Merkezi’de misafir araştırmacı. Mammone aynı zamanda Londra Üniversitesi Royal Holloway’de Modern Avrupa Tarihçisi ve aşırı sağ, milliyetçilik ve Avrupa siyaseti alanlarında uzman.

 

 

**Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Irmak Göksu

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU