İstanbul Sözleşmesi: Ataerkil kültürün hegemonya mücadelesi mi, kadın-erkek eşitliği mi?

Prof. Dr. Bilal Sambur Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Kadını ve aileyi erkek şiddetine karşı korumayı amaçlayan İstanbul Sözleşmesi etrafında yapılan tartışmalar, polemikler ve girişimler, ülkemizde derin bir kadın sorunu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Toplumsal, kültürel ve siyasal yapımızın bütün patolojik tarafları, İstanbul Sözleşmesi etrafında yapılan tartışmalarda net bir biçimde kendisini göstermiştir.

İstanbul Sözleşmesi etrafında toz duman içinde yürütülen çatışmalarda ve tartışmalarda ortaya çıkan sonuç şudur:

Ülkemizde çok güçlü bir şekilde sosyal ve siyasal iktidarı kullanan güçler, kadın-erkek eşitliğine karşıdırlar ve hazmedemedikleri kadın-erkek eşitliğini bastırmak için her türlü girişimi yapmaktadırlar. 


İstanbul Sözleşmesi'ni bahane göstererek kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan tarikatlar, cemaatler, vakıflar, köşe yazarları, farklı odaklara bağlı gazeteler ve kadın karşıtı blokun bütün unsurları, aslında bir iktidar mücadelesi vermektedirler.

Tarikatlar, cemaatler, vakıflar, dernekler, değişik çevrelerin güdümündeki medya organları, aslında kadın-erkek eşitliğine karşı çıkarak sosyal ve siyasal alandaki iktidar ve nüfuz alanlarını korumanın çabasındadırlar.

Kadına karşı şiddete ve ev içinde var olan şiddete hiç karşı çıkmamış çevrelerin, odakların ve yapıların tek derdi, kadını etkisizleştirerek sosyal ve siyasal iktidar alanlarını korumaktır.

Malum çevreler ve güçler, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini, sosyal ve siyasal iktidar alanlarını tahkim edecek stratejik bir adım olarak değerlendirmektedirler.


İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan çevreler ve merkezler, kadını özgür ve onurlu birey olarak kabul etmemektedirler.

Malum çevreler, din, mezhep, gelenek ve ahlak gibi referansların arkasına sığınarak, kadın üstünde tahakküm kurmayı amaçlayan statükonun devam ettirilmesini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Kadın-erkek eşitliğine dayanmayan, kadını özgür ve onurlu birey olarak kabul etmeyen hiçbir yaklaşımın ve referans çerçevesinin bugün hiçbir anlamı, değeri ve işlevi kalmamıştır.

Kadın-erkek eşitliği gerçeğini hazmedemeyen malum çevreler, arkaikleşmiş söylemlerle ve referanslarla, kadın üzerinde tekrar hegemonya kurma şeklinde ahlak ve akıl dışı bir yola sapmışlardır.


Kadını potansiyel olarak şer ve kötülük kaynağı olarak gören, ıslah adı altında gerektiğinde kadının kontrol altına alınması için şiddetin kullanılmasını meşru gören bir anlayışla karşı karşıya bulunmaktayız.

İstanbul Sözleşmesi, kamusal ve özel alanda kadına karşı şiddetin bütün biçimlerini yasaklamakta, devletlere özel ve kamusal alanlarda şiddetin önlenmesi için gerekli tedbirleri alma sorumluluğu yüklemektedir.

Malum çevreler ve kişiler, ev dahil özel alanlarda kadının ve çocukların erkek şiddetine karşı hukuki olarak korunmasını hazmedememektedirler.

Tanrı, erkekleri kadınlar üzerinde kavvamlar yani reisler olarak atamamıştır ve erkek egemenliğine kutsal hiçbir tarafı yoktur.  

Malum çevreler, kendilerini kutsal kavvam pozisyonunda görmeye devam etmekte ve reis pozisyonunda İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesini dayatmaya kalkmaktadırlar.

Dinin, ahlakın ve örfün istismar edilerek ailenin korunması için erkeğin kadını yola getirme ve ıslah etme gerekçesiyle şiddet kullanabileceğinin meşrulaştırılması, insan onuruyla bağdaşmayan ahlak ve hukuk dışı bir yaklaşımdır.

Kadın-erkek eşitliği değeri, erkeğe hiçbir şekilde kadını dövme şeklinde bir imtiyaz vermemekte ve kadın üzerinde bir erkek vesayetinin kurulmasını reddetmektedir.


Namus ve onuru koruma gerekçeleri dahil hiçbir nedenden dolayı erkeğin, özel ve kamusal alanlarda kadına şiddet uygulaması mümkün değildir.

Malum çevreler, namus gerekçesinin erkeğin kadına şiddet uygulama hakkı tanıdığını düşünmektedirler. Namus kavramı, erkeğin kadın üzerinde tam olarak hegemonya kurması için geleneksel olarak kullanılan bir söylem olduğu gibi, bugün de erkeğe kadını dövme şeklinde bir hak vermek için dile getirilmektedir.

İstanbul Sözleşmesi, kadını tam olarak özgürlük ve onur sahibi insan olarak konumlandırmaktadır. Onur ve özgürlük sahibi insan olarak kadına, erkeğin şiddet uygulamasının hiçbir meşru gerekçesi olamaz.

Erkekler, kadınları hegemonyalarında olan nesneler olarak değil, özgür bireyler olarak görmeyi öğrenmelidirler.


Erkeğin kadın üzerinde otorite kurması, kutsal nas değildir. İnsan olmak, kadın ve erkeğin eşit olmasını gerektirmektedir.

Kadın-erkek eşitliğine aykırı olan her türlü tutum, davranış, gelenek ve politika, insanlığımıza aykırı ve karşıt durumlardır.

İnsan fıtratına uygun olan, kadın-erkek eşitliğidir. İnsan fıtratına aykırı olan ise, erkek egemenliğine dayalı ataerkil kültürdür.

İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddetin temelinde cinsiyetin değil, ataerkil kültür olduğunu ortaya koymaktadır.

Ataerkil kültürü savunarak İstanbul Sözleşmesi’ni iptal dayatmasında bulunmak suretiyle yıkıcı bir hegemonya mücadelesini sürdürmenin hiçbir anlamı, değeri ve işlevi bulunmamaktadır.

Erkeklerin kadın üzerinde hegemonya kurmasını sağlayan ataerkil kültür, kadın ve erkeğin hayatını birlikte cehenneme çevirmektedir.

Bizi onurlu, özgür, barışçıl, ahlaklı ve medeni hale getirecek değer, erkek merkezli hegemonya mücadelesi değil, kadın-erkek eşitliği ilkesidir.  

Kadın-erkek eşitliğini bütün dar kalıpların üstünde ve ötesinde anlamaya ve uygulamaya ihtiyaç vardır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU