Tarihsel perspektiften Mali’deki protestolar

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Mali’de Cumhurbaşkanı Keita karşıtı protestocular namaz kılarken / Fotoğraf: Michele Cattani/AFP

Moritanya’dan Sudan’a kadar uzanan Sahel bölgesinin yüzölçümü bakımından en büyük ülkelerinden Mali, haziran ayı başından bu yana Cumhurbaşkanı İbrahim Bubakar Keita aleyhine kitlesel gösterilere sahne olmakta. 

Protestocular ülkedeki yoksulluk, yolsuzluk ve işsizliğin yanısıra güvenlik durumunun gittikçe kötüleşmesi gibi nedenlerle Cumhurbaşkanı Keita’nın istifasını istiyor. 

Ancak bu protestoları ilginç kılan, ülkenin önde gelen din adamlarından olan Mahmoud Dicko’nun çağrısıyla başlaması ve siyasi yelpazenin hemen her kesiminden parti ve oluşumları etrafında toplaması. 

Dicko halihazırda 5 Haziran Hareketi (M5) olarak adlandırılan muhalefet blokunun ve dolayısıyla yönetim karşıtı gösterilerin gayriresmî lideri olarak tanımlanıyor. 

Mali halkı içerisinde önemli bir kesim, dini görüşleri tam örtüşmese dahi Dicko’nun yönetim karşıtı söylemini benimsiyor ve başlatılan bu protestoları yaşadıkları sorunların çözümü için bir alternatif olarak görüyor. 

Ancak bunun, ülkede kontrolü kaybetmek istemeyen Fransa için tercihe şayan olmadığı aşikâr. 

Bu nedenle Fransız basını Dicko için “Vahhabi”, “selefi” ve “katı din adamı” gibi çağrışımı olumsuz nitelendirmeleri seçiyor. 

Fakat sözkonusu yakıştırmaları Dicko’nun kendisi kabul etmediği gibi uluslararası toplumda bu yönde bir fikir birliği bulunmuyor ve ülke dışı aktörler tarafından da ciddiye alınıyor. 

Mali’deki mevcut siyasi krize çözüm için başkent Bamako’ya gelen ECOWAS ülkeleri Cumhurbaşkanları, muhalefeti temsilen Dicko ile görüşüyor. 

Ancak, mevcut gelişmeleri Dicko’nun şahsiyetine, karizmasına, dini söyleminin cazibesine indirgeyen bir izahat yanıltıcı olacağı kanaatindeyim. 

Dolayısıyla günümüze en yakın olandan başlarsak, öncelikle Mali’nin sosyo-ekonomik koşullarını ve bunların toplum üzerindeki etkilerini, ikincisi; genelde Batı Afrika’da, özelde ise Mali toplumu içerisinde tarikatların rolünü, son olarak da İslam ile siyasetin bölgede iç içe geçmiş olması hususlarını irdelemek gerekiyor. 


Başarısız bir devlet olarak Mali

Mali Cumhuriyeti’nin toprakları, dünyanın gelmiş geçmiş en zengin şahsiyetlerinden biri olarak addedilen Mansa Musa’yla 14'ncü yüzyılın ilk yarısında altın çağını yaşayan Mali İmparatorluğu’nun (1230-1670) hükmettiği bölgeler arasındaydı. 

Sömürgecilik döneminde ise başkenti Dakar olan Fransız Batı Afrikası’nın bir parçası ve “Fransız Sudanı” olarak adlandırılan Mali, 1960 yılında bağımsızlığını kazandı. 

Yaklaşık 30 yıl süren tek parti iktidarı 1991 yılında son buldu. Ancak demokratikleşme süreci, birçok Afrika ülkesinin de malul bulunduğu azgelişmişlik, yoksulluk ve yolsuzluk sorunlarına çare olamadığı gibi, Mali toplumunu oluşturan farklı “etnik” toplulukların marjinalleştirilmesine de bir son veremedi. 

Nitekim Cezayir, Libya, Nijer ve Burkina Faso’yu da içeren geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan Tuareg halkı, 2012 yılındaki de dahil olmak üzere Mali’nin bağımsızlığından bu yana altı kez bağımsızlık için başkaldırdı. 
 

1.jpg
Fotoğraf: Benoit Tessier/Reuters


Bahsekonu problemlerin çözülememesinde ülkenin toplumsal yapısı, coğrafyası ve nüfusunun da etkisi sözkonusu. 

Bu bağlamda Afrika siyaseti uzmanlarından Jeffrey Herbst, herhangi bir devletin başarısız (failed state) olarak addedilmesinde ülke topraklarının genişliğinin, nüfus dağılımının homojen olmamasının ve devlet aygıtının sınırlı kapasitesinin büyük rol oynadığını belirtir. 

Nitekim Almanya, Fransa ve İngiltere’nin toplamından daha büyük bir alana sahip olan Mali’nin nüfusu sadece 20 milyon civarında. 

Üstelik nüfusun yüzde 90’ı Nijer Nehri havzasını da içeren ülkenin güneyinde toplanmış bulunuyor. 

Öte yandan geçmişte Afrika’da demokratikleşmenin timsali olarak lanse edilen Mali’de bahsekonu demokratikleşmenin sadece görüntüde kaldığı, iyi yönetişim ve sosyal adaletin sağlanmasıyla tahkim edilmediği, 2012 yılında ülkenin kuzeyinde başlayan isyan hareketi ve akabinde bir yüzbaşı liderliğinde gerçekleşen askeri darbe sayesinde anlaşıldı. 

Aralarında radikal silahlı örgütlerin de bulunduğu kuzeyli isyancı güçlerin Fransa’nın askeri müdahalesiyle geri püskürtülmesi Mali’deki siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların bir kez daha ötelenmesine neden oldu. 

Nitekim ülkede halihazırda 5 bin Fransız askeri ve yaklaşık 15 bin BM Barışı Koruma Gücü konuşlu bulunmasına rağmen güvenlik durumu gittikçe kötüleşiyor.


Tarikatlar sınıfta kalıyor 

“Cihat” yaptığını iddia eden silahlı örgütlerin kıtadaki varlığı sadece Mali’ye has bir durum değil. 

Geleneksel olarak Sufi tarikatların toplumun geniş kesimleri nezdinde kabul gördüğü ve dini hayatı şekillendirdiği Sahel bölgesinde son dönemde silahlı mücadeleye girişen ve bu bağlamda terörizmi bir araç olarak kullanmaktan çekinmeyen örgütlerin ortaya çıkmasının birçok nedeni var. 

Bunlar arasında yukarıda değindiğimiz üzere bölge ülkelerinin modern devlet fonksiyonlarını yerine getirememesi ve bu çerçevede toplumların geniş kesimlerinin artan memnuniyetsizliğinin yanı sıra, Afrika halklarınca kötü niyetli kabul edilen dış güçlerin müdahalesinin doğurduğu reaksiyon sayılabilir. 

Ancak daha da önemlisi, barışçıl addedilen ve devletle en azından dirsek teması içerisinde olduğu düşünülen Kadiriye, Ticaniye ve Hamaliye gibi tarikatların, halkların gittikçe kronikleşen ve gündelik hayatlarını doğrudan etkileyen sorunlara karşı etkin bir söylem geliştirememesi. 

Bu minvalde “radikal” olarak nitelenen Vahhabi ve Selefi söylemler toplumun bazı kesimlerinde makes bulabiliyor ve dolayısıyla “Mağrip El-Kaidesi (AQIM)”, “Batı Afrika’da Birlik ve Cihat Hareketi (MUJWA)”, “Ensar el-Din”, “El-Murabitun” gibi şiddet veya terörü bir araç olarak benimseyen örgütler ülkede tutunabiliyor. 

Bu yöntemi kabul etmeyen ve sorunlarının meşru yollardan dile getirilmesini isteyen geniş halk kitleleri ise tarikatların bu bağlamdaki yetersizliği nedeniyle Dicko gibi tarikatlara mesafeli ancak sözünü esirgemeyen bir muhalif din adamlarına yöneliyor. 

Dahası, Dicko’yu farklı kılan ve ön plana çıkaran bu unsurlar, ülkedeki hemen her kesimden kişi ve partilerin de kendisini M5 hareketinin lideri olarak görmesine yol açıyor.


Batı Afrika’da cihat yüzyılı

Ancak bu durum, İslami söylemin Batı Afrika’da kitleleri seferber etmek için yüzyıllardır kullanılageldiği gerçeğini değiştirmiyor. 

Bugün müritlerinin Allah ile bağlarını güçlendirmeyi önceleyen ve bu nedenle pasif olarak görülen Ticani ve Kadiri tarikatlarının da 19'ncu yüzyıl Batı Afrikası’nda popüler tabirle “devrimci” olduğunu söyleyebiliriz. 

Nitekim Kuzey Nijerya’da Sokoto Halifeliğini kuran Kadiri tarikatı mensubu Osman dan Fodio ile bugünkü güney Mali topraklarında Tukulor İmparatorluğu’nu kuran Ticani tarikatı üyesi El-Hac Ömer Tall, İslam’ı hurafelerden arındırmak ve yozlaşmış olarak görülen idarelerin yıkılarak yerlerine dine dayalı yeni yönetimler kurmak amacıyla yola çıkmışlardı. 
 

El-Hac Ömer Tall.jpg
El-Hac Ömer Tall / Fotoğraf: Twitter


Adı geçenler ve diğer cihat yanlısı Müslüman liderler Afrika’nın yerel dinlerine mensup topluluklara ve rakip Müslüman idarelere karşı savaştılar. 

Ömer Tall gibi 19'ncu yüzyılın ikinci yarısındaki liderler ayrıca, kuruluş aşamasında Fransız sömürge idarelerine de karşı direndiler. 

Bölgede geniş çaplı çalkantılara yol açan ve reformist olan bu cihat hareketlerinin ortaya çıkmasında, İslam dünyasının 18'nci yüzyıldan itibaren hem askeri hem de entelektüel açıdan Avrupalı güçlerin gerisine düşmesi önemli rol oynadı. 

Neticede bu hareketlerin yürüttüğü silahlı mücadeleler, “cihat” kavramını “savaş”a indirgeyen faktörlerden olması bir yana, günümüze kadar uzanan süreçte siyasi, ekonomik ve sosyolojik sorunlar karşısında dinin, kitleleri harekete geçirmek için bir araç kullanılmasına neden oldu. 

Dolayısıyla mevcut durumda Mali’de yönetim karşıtı protestoların düzenlenmesinde herhangi bir seküler siyasetçiden ziyade bir din adamı olan Dicko’nun ön plana çıkmasında bu durumun önemli etkisi bulunuyor. 


Kozadan ne çıkacak?

Bu tarihi arka plan çerçevesinde Mali’de son iki ay içerisinde yaşanan gelişmelere dönecek olursak, nüfusunun ezici çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerin siyasetinde dinin önemli bir ağırlığının olması ve siyasetçiler tarafından dini söylemin kullanılması, sorunlu olmakla birlikte kaçınılması zor bir durum. 

Dolayısıyla Dicko’yu bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. 
 

Mahmoud Dicko.jpg
Mahmoud Dicko / Fotoğraf: Adama Diarra/Reuters


2008-2019 yılları arasında Mali Din Yüksek Konseyi Başkanlığı yapmış olan Dicko, yüzde 95’i Müslüman olan ülkede bu makamın verdiği ağırlığı da kullanarak önceki hükümetlerin “İslamiyete aykırı” görülen bazı politikalarının gözden geçirilmesine neden olduğu gibi, geçen yıl başbakanın istifasıyla sonuçlanan protestolara da öncülük etti. 

Herhangi bir siyasi parti mensubu olmaması ve devlet yönetimine talip olmadığını deklare etmesine rağmen ülke siyasetindeki etkisi son 10 yılda gittikçe artan Dicko’nun halihazırdaki hedefi Cumhurbaşkanı Keita. 

Keita’nın da Anayasa Mahkemesi üyeliklerini feshetmesi ve ulusal birlik hükümeti kurulması teklifinde bulunması gibi verdiği tavizler, adıgeçenin protestolar karşısındaki tehdit algısının yüksek olduğunu gösteriyor. 

Keita endişelenmekte haklı. Çünkü kitlesel protestolar geçtiğimiz yıl Cezayir ve Sudan’da çeyrek asırlık Buteflika ve El-Beşir’i koltuklarından etti. 

Buna ek olarak ülkede son iki aydır hükümetin kurulamamış olması protestolar karşısında Cumhurbaşkanı Keita’nın elini zayıflatıyor. 

Bu minvalde Keita’nın arkasına saklanacağı veya protestoculara sunacağı kurbanlar bulunmuyor. 

Dolayısıyla 10-12 Temmuz tarihleri arasında 14 göstericinin öldürülmesi ve yüze yakın kişinin de yaralanmasına yol açan sert müdahale gibi devlet aygıtının bu dönemde attığı herbir adım ve derinleşen sosyo-ekonomik sorunlar, kitleler tarafından haklı olarak Cumhurbaşkanı Keita’ya fatura ediliyor. 

Bu şartlar altında ideal olan Dicko’nun liderliğindeki M5 hareketi ile Keita’nın siyasi bir uzlaşıya varması. 

Zira, halihazırda organize bir görüntü vermekle birlikte Keita karşıtlığının bir araya getirdiği muhalefetin gündem ve siyasi ajandaları birbirinden çok farklı. 

Dicko’yu ve takipçilerini resimden çekip aldığımızda geriye, mevcut şartlarda iktidar olma ihtimali bulunmayan siyasi hareket ve temsilcileri ile geçmişte Keita ile birlikte çalışmış olmasına rağmen küsmüş/küstürülmüş siyasi figürler kalıyor. 

Bu nedenle Keita’nın alternatifi bulunmaksızın iktidardan uzaklaştırılması, El-Beşir sonrası Sudan’da olduğu gibi demokratikleşme ve iyi yönetişimin tesisi adına kaydadeğer bir adım teşkil etmeyebilir. 

Bir diğer bir olasılık, dış destekli olup olmadığından bağımsız olarak Dicko’nun siyasi arenadan uzaklaştırılması. 

Bunun bir itibar suikastı şeklinde olması halinde Mali’de siyaset “fabrika ayarlarına” dönebilir. 

Ancak kendine ait bir destekçi kitlesine sahip olan Dicko’nun canına kastedilmesi durumunda ülkede bir kaos ortamı oluşabilir. 

Dahası, Nijerya’da Muhammed Yusuf’un 2008 yılında gözaltında öldürülmesinin ardından takipçilerinin belli bir kısmının teröre yönelmesine benzer bir durum yaşanabilir. 

Diğer taraftan, ülkedeki birçok kesimin üzerinde uzlaştığı Dicko, Mali’de iyi yönetişim, demokratikleşme ve toplumsal adaletin temini istikametinde bir şans olabilir. 

Dolayısıyla üzerinde geniş bir mutabakat bulunan Dicko önderliğindeki mevcut siyasi oluşumun desteklenmesi, birçok Afrika ülkesine benzer şekilde Mali’de de “tek adam”lar üreten ve ülkenin dış etkilere açık olmasına yol açan siyasi sistemin gözden geçirilmesine kapı aralayabilir.

Ve bu sayede protestoları tetikleyen kronik sorunlara ülkedeki tüm kesimlerin katılımıyla çözüm aranmasına ve toplumsal barışın sağlanmasına imkan tanıyabilir. 

Nihayetinde Dicko’nun etrafında örgütlenen protestoların Mali için bir değişim getirip getir(e)meyeceğini önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU