Bizim zamanımızda

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Her toplumda ve toplulukta kuşak çatışması yaşanması kaçınılmazdır. Yaşlılarla gençler arasında değişen hayat şartları ve anlayışları yüzünden çatışmalar, ihtilaflar meydana gelir.

Bunu, aslında şimdinin yaşlıları kendi zamanlarının yaşlılarıyla da yaşamışlardır, fakat bir zaman çocuk, bir zaman genç olduklarını nedense unuturlar.

Gençler, yaşlıları geri kafalı olmakla; yaşlılarda gençleri dejenere olmakla, gelenek göreneklerden kopmakla suçlarlar. Bu tatlı kapışma böylece sürüp gider.

Bir Arap şairi şöyle demiş:  

Keşke gençliğimle bir gün karşılaşsam da yaşlılığın bana neler ettiğini ona şikayet etsem.


Gençler hayalleriyle; ihtiyarlar hatıralarıyla yaşar. İhtiyarlar, hatıralarının verdiği haz ve nostaljinin etkisiyle gençlerin; tıpkı kendi hatıralarındaki zamanı yaşamaları gerektiği gibi bir zanna kapılırlar.

Oysa ne güzel söylemiş Heraklit; “Bir nehirde iki kere yıkanılmaz” diye... Çünkü dün yıkandığın nehir geçti, sende dünkü sen değilsin...

Nehir yeni yüzüyle bugün senin karşında; sen, dünkü sen değilsin... Dün bugününü oluşturup yok oldu... Bugün de yarın yok olacak sen üçünün toplamından oluşuyorsun...

O halde, dünü hatırla; bugünü yaşa yarını hayal et. Böylece her gün genç kalırsın...

Kendinden büyükleri anlar; kendinden küçüklere anlayış gösterir, daha doğmamış olanların da dünyasına girmiş olursun.

Buna her gün yeniden doğmak derler Yunus’un dediği gibi:

Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası.


Tersi bir durumda ne olur bilir misiniz? Hayatına eklemekle mutlu olacağın üç zamanın insanlarından da koparsın.

Evin birlikte yaşadığın; fakat beraber yaşamadığın; yaşayamadığın insanların sorunlu topluluğuna mekân olmaktan öte anlamını yitirir.

Gençler ihtiyarların “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlelerine genellikle, gençlerin değişiyle “kıl olurlar”.

Oysa Hz. Ali ne güzel demiş:

Çocuklarınızı sakın kendiniz gibi yetiştirmeye kalkışmayın. Çünkü, onlar kendi zamanlarının çocuklarıdır.


Özellikle bizim gibi ülkelerde, savaşın ve kıtlığın içerisinden gelen ya da fakiriğin ezici zahmetinden süzülüp bu güne ulaşan anne ve babalar, çocuklarının yaşama ve tüketme alışkanlıkları karşısında hayrete bazen; bazen de dehşete kapılırlar.

Oysa şunu çok iyi bilmeliyiz ki her insanın mutlu olma biçimi farklıdır. Bütün insanlara uygulana bilecek bir mutluluk formülü henüz bulunamamıştır.

Hiç unutmam ilk çocuğum, yani kızım altı yaşındayken bir gün arabayla dolaşıyorduk.       

Kızım dedi ki: Baba bana paten alır mısın?

'Hayır', dedim.

'Neden ki?' dedi.

'Çünkü ben senin yaşındayken ayakkabım bile yoktu', dedim

'Doğru', dedi;

'Ama babanın da arabası yoktu.'

Doğru söylemişti. Gerçekten eğer benim çocukluğumda babamın arabası olsaydı; benim de ayakkabım olacaktı.

Kızımın babasının arabası olması ona bu hakkı veriyordu. Sizi temin ederim ki o günden sonra bir daha çocuklarımla konuşurken “bizim zamanımızda” diye başlayan bir cümle kurmadım.

Mevlana ne güzel demiş:

Her gün yeni bir yerden göçmek ne güzel
Her gün yeni bir yere konmak ne iyi
Söylediğimiz her şey dünde kaldı cancağızım
Artık yeni yeni şeyler söylemek lazım.

Çünkü bir bilgenin dediği gibi “En muhafazakâr kişi bile elindekini korumak adına  da olsa değişmek zorundadır.”

Değişerek gelişmek; gelişerek değişmek medeniyetleri ileri götürmüştür.

Nazım’ı dinleyelim:

Ben sadece ölmüş babamdan ileri doğacak çocuğumdan geriyim ve bu kavganın isimsiz bir neferiyim.


O zaman gelin, hayallerimizi hatıralarımızın önüne koyalım. Göreceksiniz ki yaşlanan sadece yıllardır, insan değil.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU