Resesyona giren demokrasi ve toplumsal kutuplaşma

Evrim Rızvanoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Misha Gordin/Volakis Gallery

İngiliz ve dünya siyasetine damga vuran Winston Churchill, bir cuma günü parlamento binasından ayrılırken, son derece keyifsizdi.

Suratından damlayan kan, haliyle gazetecilerin dikkatini çekti. 1915 gibi kritik bir dönemdi ve doğal olarak siyasette büyük kararlar alınıyor, zor tartışmalar yaşanıyordu.

Nitekim o gün, öfkesini kontrol edemeyen muhalif bir parti üyesinin sinirle fırlattığı Meclis kitapçığı, Churchill'in yüzüne isabet etmişti. Ancak ertesi gün o vekil Churchill'den özür diledi, Churchill de özrü kabul etti.

Bir toplumda uzlaşma ve hoşgörü kültürü ne kadar güçlüyse, siyasi arenada yaşanılan tartışmaları, fikir ayrılıklarını ve zıtlaşmaları geçmişte bırakıp, 'Önümüze bakalım, işimizi yapalım' demek de o kadar kolaylaşır.

Tıpkı o dönemin henüz kutuplaşmamış İngiltere'sinde olduğu gibi.


Toplumu zehirleyen kutuplaşma

Ancak son birkaç yıldır dünyada ve İngiltere'de her şey epey tersine gidiyor. Brexit sonrası İngiltere'si eski İngiltere olmaktan çıktı.

Dünyada popülist liderler seçim kazandıkça, İngiltere gibi eski demokrasilerden, Polonya, Macaristan, Hindistan ve Türkiye gibi yeni demokrasilere kadar, kutuplaşma dünyanın her yerine yayılmaya başladı. 

Bu yazıda, kutuplaşmanın ne olduğuna, nasıl bir politik strateji olarak popülist hükümetlerce kullanıldığına, demokrasiyi ayakta tutan yasama ve yargı gibi kurumların gücünü nasıl azaltarak demokrasiyi resesyona soktuğuna, rejimi nasıl otoriterleştirdiğine, medeni hak ve özgürlükleri nasıl alıştıra alıştıra törpülediğine, gündelik hayatta toplumu nasıl zehirleyip, kamplara ayırdığına değinmek istiyorum.


Telefon fihristinden isim silmek

Merkezi Londra'da olan British Future adlı think tank kuruluşunun 2013'te yaptığı bir ankette, 'British' olmanın en temel karakteristiğinin, "aynı fikirde olmasan da düşüncelerini ifade etme konusunda, başkalarının haklarına saygı göstermek" olduğu sonucu ortaya çıkmıştı.

Ancak gelin görün ki bu toplumsal adap, o günden bugüne roket hızıyla değişti.

İktidar partisi lideri Boris Johnson ve siyasi elitler dünyasında kendini gösteren hoşgörüsüzlük ve kutuplaşma, hızla toplumun tabanına inmeye başladı.

Örneğin Brexit yanlısı komedyen Andrew Doyle, yeni yılı kutlamak için yapacağı ilk şeyin telefon fihristinden karşıt fikirdeki aile üyelerini ve arkadaşlarını silmek olacağını söylemişti.

Nitekim toplumdaki parçalanma, farklı biçimlerde kendini göstermeye devam etti.  Brexit sonrası İngilteresi'nde, etnik azınlıklara yönelik nefret suçları yüzde 40 oranında arttı. 


Peki, İngiltere'nin kendini ayırdığı Avrupa kıtasında kutuplaşma konusunda durum ne?

Orada kutuplaşmanın topluma ve demokrasiye ne kadar zarar verdiğine ve sosyal barışı nasıl yıprattığına dair ekstrim örnekler var.

Macaristan bu anlamda en dikkate değer ülke. Siyaset bilimci Federico Vagetti ve Jennifer McCoy'a göre Macaristan, Avrupa'nın en fazla polarize olmuş ülkesi.

2018 seçimlerinde kullanılan dini semboller ve milliyetçi söylemler, ülkede yabancı düşmanlığını iyice körükledi.

Victor Orban liderliğindeki Fidesz-KDNP, göçmenleri günah keçisi ilan ederek, popüler bir güç kazandı. Yaratılan husumet nedeniyle azınlık hakları büyük zarar gördü. 

Macaristan'daki popülist hükümetin uyguladığı politikalarla, toplum her geçen gün diyaloğa tartışmaya ve uzlaşmaya kapalı hale geldi. Bunun yerini kamplaşma ve düşmanlaşma aldı.

Böyle bir atmosferde, 'Ya onlardansın ya bizden' söylemiyle, ılımlı muhalifler bile hain ilan edilebildi. Türkiye'dekine son derece benzer bir süreç aslında.


Polonya'da da durum bundan farklı gelişmedi. Avrupa Birliği karşıtı Jarosław Aleksander Kaczyński liderliğindeki Hukuk ve Adalet Partisi (Law and Justice- PiS) demokrasinin temel unsurlarına zarar verme konusunda alıp başını gitti.

Demokrasi için esas olan kuvvetler ayrılığı bunlardan biriydi. Yargı bağımsızlığı azaldı.

Sonuçta; iktidar yanlıları, diğer tarafın sesini bastırmaya, kendini empoze etmeye ve aradaki köprüleri yıkmaya başladı. Yabancı düşmanlığı ve etnik milliyetçilik güç kazandı.


Medeni haklara saldırı ve kültürel savaş

Anlaşıldığı üzere popülist hükümetlerin kutuplaşma politikaları, toplumu geriye dönüşü kolay olmayan noktalara taşıyor.

Kutuplaşmanın domine ettiği bir ülkede, gerçek sorunlara odaklanmak yerine, kimlik politikalarına dayalı, iş görmez bir kültürel çatışmaya gidiliyor.

İktidardaki popülist hükümetler, bir tarafa din, milliyetçilik, vatanseverlik, aile gibi değerleri koyuyor ve bunu muhafazakar değerler olarak tanımlıyor, diğer tarafı ise medeni hakları yani kadın haklarını, çevreciliği, insan haklarını, LGBTQ haklarını koyuyor ve bunları toplumun geri kalanını tehdit eden seçkin elitist duyarlılıklar olarak tanımlıyor.

İşin tehlikeli yönü ise bu iki değer tanımının birbirine zıt birbiriyle çelişen ve birbirine rakip olduğu gibi tümüyle yanlış bir algısının, iktidarlar tarafından bilinçli olarak yayılması ve bunun üzerinden toplumda bir kamplaşma kurgulanması.

Popülist iktidar partilerinin amacı bu son derece tehlikeli stratejiyle seçmenini konsolide etmek. 


Kısacası popülist hükümetler, toplumda kamplaşma ve çatışma değirmenine su taşıyacak her şeyi malzeme olarak kullanabiliyor.

Günün sonunda Polonya'da durum, kürtajın yasaklanmasına ve yargı bağımsızlığına gölge düşürüldüğü için AB Adalet Komisyonu'na şikayet edilmeye kadar gitti.

Öte yandan Trump, Pride döneminde gökkuşağı bayraklarını Amerikan elçiliklerine astırmadı, Meksika sınırına duvar ördü, göçmenleri ve Müslümanları hedef göstermeye başladı.  

Burada yani Türkiye'de ise kadınları erkek şiddetine karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi iptali edilmeye çalışılıyor. Ya da Batılı ülkeler her konuda günah keçisi ilan ediliyor.

Bunu destekleyen komplo teorileri troller tarafından sosyal medyada yayılıyor. 

Görüntü olarak kültürel bir savaş yaratılıyor aslında.


Limitsiz güç isteyen ''karizmatik liderler'' dönemi

Peki, kutuplaşmanın sorumlusu kim?

Siyaset bilimci Fukuyama'nın ''karizmatik liderler'' olarak tanımladığı popülist parti liderleri, kutuplaşmanın sorumlusu.

Fukuyama'ya göre bu liderlerin çok temel bir özelliği var: Kendi güçlerini sınırlayan yerleşik kurumlara karşı savaş açıyorlar.

Demokrasinin temel dayanağı olan ve checks and balances'ı sağlayan kurumları sevmiyorlar. Nitekim Trump'ın yaptıklarına bir bakın.

Örneğin demokrasi için olmazsa olmaz bir kurum olan medya ile sürekli savaşta; çünkü eleştirilmek ve yanlışlarının ortaya dökülmesini ve bu şekilde denetime açık hale gelmeyi istemiyor.

Ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başkanlık sistemine gitmesi gibi. Yeni sistemle üniversite rektörlerinin ataması bile doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından yapılıyor.

Yürütme makamının etkisi altına giren yargı, adalet ve hukukun kurallarına göre değil, güncel siyasetin dinamiklerine göre kararlar alıyor.  

Sonuç olarak ''Karizmatik Liderler'' güçlerini arttırmak için sistemde değişiklikler yapmaktan çekinmiyorlar. Bu anlamda sistemde kronik biçimde teknik oynamalar yaparak aktif siyasi ömrünü her defasında uzatan Putin meselesine ise hiç girmiyorum.  


Gerçeklerden uzaklaşarak partizanlaşma

Popülist politikalar sonucu, toplumda tartışmanın ve ortak bir zeminde buluşmanın yerini, adeta iki farklı kabileye bölünmüş, birbirine güvenini tümden yitirmiş bir toplum alıyor.

Kabile diyorum; çünkü tıpkı kabilelerde olduğu gibi insanlar kendi kabilesinin yanlışlarını görmezden geliyor ve bunları dile getirmeye çekiniyor.

Hatta kendi kabilelerinin kolektif çıkarlarını korumak için rahatlıkla yalan bile söylenebiliyor. Lider model alınıyor ve yaptıkları sorgulanmıyor.

Üç araştırmacı tarafından kaleme alınan Partisan Hearts and Mind adlı kitapta vurgulandığı gibi kutuplaşmış toplumda, sivil vatandaşlığın yerini körü körüne bir taraftarlık-partizanlık alıyor.

Her şey yenme yenilme zihniyetiyle tartışılıyor. Kısacası aklın yerini duygular, gerçeklerin yerini ise önyargılar üzerine kurulu farazi tasarımlar alıyor.  


Çözüm politikalarından kimlik politikalarına 

Fukuyama'ya göre kimlik konusundaki hassasiyet, büyük çoğunluğun problemi olan sosyal ekonomik problemleri gözden kaçırmamıza yol açıyor.

İşte bu perspektiften Türkiye deneyimine baktığınızda, ilginç detaylar göze çarpıyor. Aslında AK Parti, ekonomi alanındaki başarılı politikalarıyla ilk çıkışını yapmıştı.

Hatta ülkeye sürekli patinaj yaptıran ve enerjisini kaybettiren kimlik politikalarının yarattığı sosyal meseleleri çözüp sonuçlandırmak ve ekonomiye daha fazla fokus olmak için büyük çaba harcadılar.  

Bunu yaparken de toplumda bir konsensüs oluşturmaya, birlik olmaya özen gösterdiler. Bu nedenle herkesi kucakladılar.

Kürt meselesinin çözümü ve bu kimliğin kabul görmesi konusunda büyük ilerlemeler sağlandı, önemli tabular yıkıldı. Fakat gelinen noktada bu başlangıç tersine döndü.

Şimdi ekonomik gelişme ve sosyal meselelerin çözümü bir kenara bırakılarak, kimlik politikalarına geri dönüldü ve bunun üzerinden bir kutuplaşma yaratma sürecine girildi.

RTÜK'ün üzerinden ülkenin ''terbiye'' edilme girişimleri devam ederken, otoriterleşme kendini her geçen gün daha da hissettirmeye başladı. 

Fikir özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar, HDP'nin düşmanlaştırılması ve liderinin hapiste tutulması, medya üzerindeki kısıtlamalar, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınması ve kayyumlar, yargı üzerindeki yönlendirme ve baskılar devam ediyor. 


Türkiye'de muhalefet kutuplaşmayı nasıl nötralize etti

Kutuplaşmanın Türkiye halkını götürdüğü nokta hiç de iç açıcı değil. Bilgi Üniversitesi'nin yaptığı Kutuplaşmanın Boyutları adlı araştırması, bizim için önemli bir uyarı niteliği taşıyor.  

Çünkü görüşülen kişilerin yüzde 79’u, kızlarının en uzak hissettikleri partinin taraftarlarından biriyle evlenmesini istemiyor.

Benzer bir şekilde yüzde 74'ü, beraber iş yapmak istemiyor ve yüzde 70'i komşu olmak istemiyor. 

Siyasal iletişim danışmanı İbrahim Uslu, 2017 Anayasa referandumundan bu yana kutuplaşmanın iyice belirginleştiğini vurgulamış ve Türkiye'nin iktidar yanlıları ve muhalefet diye iki kutba bölündüğünü söylemişti.

Ancak bizi bu karamsar tabloya karşın olumlu düşünmeye iten bir gerçek var. O da Türkiye toplumunda kutuplaştırıcı politikalara karşı halkın hala ciddi bir negatif reaksiyonu olduğu gerçeği.

Bu nedenle Uslu'nun belirttiği gibi referandum süreci başlamadan önce AK Parti'nin oyları yüzde 50 civarındayken, son seçimlerde bu oran dramatik biçimde aşağıya indi. İnmeye de devam ediyor.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, şubat ayında yaptıkları ankette, AK Parti oylarının yüzde 30'a gerilediğini açıkladı. Muhalefet partilerinin son yerel seçimlerde attığı adım da umutlu olmamız konusunda bir neden.  

Aslında kutuplaşma ile nasıl mücadele edileceğine ilişkin başka ülkelerin model alabileceği yaratıcı bir davranış sergiledi muhalefet.

İstanbul Belediye seçimlerinde sosyal demokrat, dindar, milliyetçi ve etnik-liberal sol çizgideki muhalif partiler, ilginç bir koalisyon oluşturdular ve ortak adayın kazanmasını sağladılar. 


Yaratılan hasar nasıl iyileştirilecek

Somut veriler gösteriyor ki kutuplaştırma yoluyla seçmeni konsolide etme stratejisi iktidar partisini yukarı değil aşağıya çekiyor.

Ancak zayıfladıkça bir varoluş mücadelesi içine giren iktidar partisi, kutuplaşma stratejisi konunda ısrarını koruyor. Bu ısrar devam ettikçe de demokrasimizde bir resesyon yaşanıyor.

Bu resesyonda, fikir ayrılıkları, özgür tartışma, karşılıklı birbirini anlama ve uzlaşmaya çabasının yerini düşmanlık alıyor.

Vatandaşlar farklı görüşteki biriyle aynı apartmanda oturmayacak duruma geliyor. Yani demokrasinin ve toplumun sağlığı bozuluyor. 

Bu anlamda yapılacak tek şey var: kutuplaştırma stratejisinden vazgeçmek. Çünkü bunun sadece sosyal değil, ekonomik zararı da çok büyük.

Özgürlükler kısıtlandıkça yabancı yatırımcılar ülkeden çekiliyor, yenileri de gelmiyor. Sermayedarlar, kendini güvende hissetmediği bir ülkeye yatırım yapmak istemiyorlar.

Sonuç olarak, bu tempoda devam eden bir kutuplaşmanın ülkeyi götüreceği nokta; gerginlik, çatışma ve belirsizlik. Güzel bir geleceğe ise kutuplaşarak değil, farklılıklarımıza rağmen bütünleşerek ve özgürleşerek ilerleyebiliriz. 


Kutuplaşma mı özgürleşme mi?

Gelecek seçimlerde Türkiye halkı buna karar verecek.       

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU