Yeşil tasarımdaki sayıların hikâyesi: Mevlit evinden taziyesi olmayan cenazeye "Terzi Adem"

Independent Türkçe, Sağlık Bakanı’nın her akşam yayınladığı yeşil renkli tasarımın içerisinde bir sayı olanların hikayesini anlatmaya devam ediyor. Dosyanın ikinci bölümünde, adı artık yeşil tasarımın en istenmeyen hanesine yazılı biri, Adem Balıkçı var

Fotoğraf: Independent Türkçe

“Bakan açıkladı mı?” 

“Kaç kişi ölmüş bugün?” 

“Vaka sayısı kaç peki?” 

“Yok hayır bugünkü?” 

10 Mart’tan bu yana Sağlık Bakanlığı’nın yeşil bir tasarım üzerinde açıkladığı sayılar, sosyal medyamıza düşer düşmez aşağı yukarı aramızda geçen diyologlar bunlar. 

Cep telefonlarımız ekranından “sayıları” okuyor, “sayıları” konuşuyoruz. Çoğu zaman her sayının bir hikâye olduğunu hatırlamıyoruz bile. 

İşte bu hikâyelerin peşine düşen ve ilk bölümde 49 yaşındaki akademisyen Musa Yavuz’u anlatan Independent Türkçe’nin “Yeşil Tasarımdaki Sayıların Hikâyesi” dosyasının ikinci bölümü, Adem Balıkçı'yla, Terzi Adem’le devam ediyor. 



Adem Balıkçı, Sağlık Bakanı Fahrrettin Koca’nın 12 Mayıs Salı günü yayımladığı o yeşil tasarımdaki bir sayıydı. Ve ne yazık ki kimse Adem Balıkçı’nın o tasarımda olduğunu göremedi; ailesi hariç...
 


O tasarımdaki sayılara Terzi Adem kadar yakınız her birimiz.

Bu gerçekliği yazmak için Adem Balıkçı’nın belki de bir basın organında ilk kez yayınlanacak, çocuklarına ve torunlarına da bu şekilde miras kalacak hikâyesini oğlundan dinledik. 
 


Terzi Adem, Sait Faik hikayesinin öznesi gibiydi...

1954 yılında Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde dünyaya geldi Adem Balıkçı.

Gençlik yıllarında Diyarbakır'da ekmeğinin peşine düştü, orada evlendi, ilk çocukları Diyarbakır'da doğdu. 

Sonra hayat onu, doğduğu ve doyduğu topraklardan çok başka diyarlara, İzmir'e savurdu. Çocuklarıyla birlikte artık denizi başka, havası başka, insanı başka olan İzmir’deydiler.
 

Adem Balıkçı (3).jpg
Adem Balıkçı'nın gençlik yıllarından bir kare / Fotoğraf: Independent Türkçe


Yıl 1987’ydi. Adem Balıkçı terziydi.

Binlerce esnafın gömleğini, pantolonunu, yüzlerce çocuğun önlüklerini, genç kızların eteklerini, nişanlanacak çiftlerin abiyelerini dikti yıllarca...

Yırtıkları dikti, yamalar ekledi, paçaları düzeltti. Yılları, çocukları için bir makinenin ucunda mücadeleyle geçti.

Sonra hayalini kurduğu bir fırsatla İzmir Buca Belediyesi’nde kadro buldu. Oradan da emekli oldu.

İki oğlu bir kızı da artık büyümüştü. Torunları da vardı. Bundan sonra ikisi 5, biri 8 yaşında üç torunuyla hayata dair beklentisi "bir nefes sıhhatti".

Aslında sağlığın değerini de çok iyi bilenlerdendi. 10 yıl önce dönmüştü kıyısından ölümün. Açık kalp ameliyatı geçirmiş, ailesini, sevdiklerini epey korkutmuştu. Alkolü de yoktu, sigarası da. Sağlıklı besleniyordu. 

Torunlarıyla geçirilecek vakit vardı. Emeklilik günlerinde oğlunun berberinde günü akşam ediyordu.

Aslına bakılırsa bir Sait Faik hikayesinin öznesi gibiydi. Yıllarca terzihanesinde insalarla bir aradaydı; şimdi de emeklilik yıllarında oğlunun berberinde...
 

Adem Balıkçı (1).jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Ölüm hiç beklemediği yerden geldi.

Kayınpederinin vefatının sene-i devriyesinde İzmir’den İstanbul’a geldi. Nereden bilebilirdi ki katıldığı mevlitte, hayatını kaybetmesine mâl olacak, o gözle görülmeyen virüsü kızı ve eşiyle birlikte İzmir’e taşıyacağını.

Zaten olaylar yeni yeni başlıyordu ülkede.

9 Mart’ta İstanbul’da katıldığı mevlitte kaptı Kovid-19 virüsünü. 21 Mart’ta İzmir’e döndüğünde kendisini iyi hissetmiyordu.

Çocukları hastaneye götürmek istediğinde hepimizin yaşladığı bir endişeyi yaşadı; "Ya bir şeyim yoksa ve hastanede virüs kaparsam?"

Kapmıştı da...

Hem de eşi ve kızı da kendisiyle beraber, artık o zihinlerimizden çıkmayacak yeşil renkli tasarımlarda, İzmir’deki "üç vaka" olarak yer alıyordu. 

Bizlerin, televizyonlardan ve kara bir ayna olan akıllı telefonlarımızdan görüp geçtiğimiz sayılardan biri tanesiydi Adem Balıkçı.


Yılların Terzi Adem’i

'Adem dede'si,

Evin direği, üç evladının babası Adem Balıkçı...

Bizler sadece bir sayı gördüğümüz için anlamlandıramıyoruz belki, ama trajedinin tam ortasında kalanlar için yıkım, öylesine zor ki...

O süreçte oğlu Ömer, bir kere bile kimseyi aramıyor; telefonu meşgul olmasın diye. Çünkü her an doktor tarafından aranabilir. Düşününce, nasıl bir çaresizlik olduğunu fark ediyorsunuz...

Telefonun gelmediği günlerde hastane önüne gidiyor oğlu. 

Yine hastaneye gittiği bir gün, babasını yoğun bakıma alınmadan önce camda görüyor. 

Adem Balıkçı, insanlar aramasın, üzülmesinler diye telefonunu kapatmış. Ömer aşağıdan sesleniyor camdaki babasına, telefonu açması için. Adem Bey ise şöyle sesleniyor camdan aşağıya:
 

Nefesim de kesiliyor.


Bu evladına söylediği son söz oluyor.

Bir evladın, babasını camdan bu şekilde gördüğü bir son... 
 

Adem Balıkçı (2).jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Adem Balıkçı, 28 Mart’ta hastaneye yatıyor.

30'unu entübede geçirdiği toplam 45 gün boyunca ailesi, endişeli gözlerle hastane camına bakıyor.

Sadece doktordan gelecek günlük bir telefon bekliyorlar.

"Telefonun ucundaki bir ses, artık her gün tekrar eden cümleler kuruyor" diyor oğlu:
 

Babanızın durumu kontrol altında. Olumlu da olumsuz da bir gelişme söz konusu değil, yakından ilgileniyoruz.


Bu cümleyi, doktorun gizli numaradan arayarak söylediğini anlatıyor oğlu ve ekliyor:  Onlar da haklı...


11 Mayıs’ta bir telefon geliyor. Diğerlerinden farklı olduğu belli... 

Telefonun ucundaki ses bu sefer, "Babanızın böbrekleri iflas etmek üzere, durumu kötüye gidiyor. Yarın sizi arayan arkadaşlarımız kötü bir haber verebilirler, hazırlıklı olun" diye bilgilendiriyor aileyi.

Haklı da çıkıyor... Ertesi gün sabah 08:00’da bir telefonla babalarının öldüklerini öğreniyorlar.  

Kayınpederinin mevlitine giden Adem Balıkçı’nın evinde taziye kurulmuyor.

Oğulları, "İçimiz kan ağlayarak herkesi arayıp, gelmemelerini söyledik" diyor. 

 

Daha önce yazdığım bir yazıda demiştim ki; "Annelerimiz, babalarımız ölecekler ve bizler onları alışkın olmadığımız bir şekilde gömeceğiz". 

İşte Balıkçı ailesinin başına gelenler de tam olarak bu. 

Yine aynı yazıda diyordum ki;

Ölümü yazmak aslında en kolayı çünkü alıcısı var. Herkes biliyor, tanıklık etmiş ve depar ata ata kaçsak da yakalanacağımızdan herkes emin.


Ölüm hakkında yazıyorum. Ensemizde çünkü.

Her gün birer soğuk rakam olarak telafuz ettiğimiz şekilde evlerimizde, mutfaklarımızda, salonlarımızda...

Yeşil bir tasarımla sunuyorlar. "Vaka sayıları" diyorlar, "hayatını kaybeden" diyorlar, "entübe sayısı" diyorlar.

Mikroskopla görsek bile anlamlandıramayacağımız bir küçük virüs, tüm bildiklerimizi unutturmuş durumda. Öyle beylik laflarla "dünyanın artık eski dünya olmayacağını" söylemekten bahsetmiyorum. Dayanamayacağımız acıları yaşarken bile bildiklerimizi unutmaktan bahsediyorum.
 


O yeşil tasarımlarda anneler, babalar, evlatlar, kardeşler, sevgililer, eşler var.

O yeşil tasarımlarda yarım kalmış hikâyeler, söylenmemiş sözler var.

O yeşil tasarımlarda düne kadar sayısız endişeden ibaret olan ve tüm önemli meselelerini artık düşünemeyecek olanlar var.

Ve o yeşil tasarımlarda kavga ettiklerimiz, kızdıklarımız, ötekileştirdiklerimiz, mahallerlerden birbirimize nefretle baktıklarımız var.


Bir de o yeşil tasarımda olmayanlar var.

O yeşil tasarım sayesinde bir daha asla eski hayatlarında olamayacak olanlar...

Adem Balıkçı bunlardan sadece biri! 

Terzi Adem ve onun gibi 5 bin 458 insan daha artık aramızda değil; 5 bin 458 ailenin yaşadığı trajedi ise baki... 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU