Ceaser Yasası ve Washington’un stratejik öncelikleri

Ceaser Yasası'nın amacı, her şeyin olduğu gibi devam etmesi ve Washington’un Tahran’ı müzakere masasına çekmeyi başaramaması halinde, İran’ı çevrelemek ve dışarıya uzanmış kollarını keserek sınırlarının içine geri dönmesini sağlamaktır

Fotoğraf: AA

ABD’nin Ceaser Yasası adıyla bilinen Suriye Sivil Koruma Yasası, düğümlerini çözmenin ve içeriğini değerlendirmenin çok fazla sabır, yetenek ve akıl gerektiği ciddi bölgesel-küresel karışıklıklar ortasında bu hafta yürürlüğe giriyor.

Yasa ayrıca Suriye içinde ekonomik ve finansal çöküşün ciddi boyutlara ulaştığı, Dürzi azınlığın kalesi sayılan Süveyda bölgesinde şiddetli gösterilerin düzenlendiği ve “Haydi, git ey Beşşar” sloganlarının atıldığı bir zamana da denk geldi.

Bu gösteriler ve söz konusu slogan, rejimin pazarladığı sözde Sünni çoğunluğa karşı azınlıklar ittifakı, kayıp muhalefet hayaline geri dönmek gibi yanılgıların tamamen sarsıldığı anlamına geliyor.

Başlangıç olarak, rejimin zulmünü, iğrenç terörizmini ve acımasız şiddetini belgeleyen fotoğraflara dayanarak hazırlanan bu yasanın, ABD’nin yıllar önce Suriye rejimine karşı daha kararlı ve sert olması gerektiğini bir kez daha doğruladığına atıfta bulunmalıyız.

Bu durumda, söz konusu yasa, son iki ABD idaresi ile mevcut idarenin genel olarak Suriye savaşı ve özelde rejimine karşı benimsedikleri “politikasızlıkta” radikal bir değişime işaret ettiğini ve Suriye muhalefetine rejimin devrilmesinin yakın olduğu umudu verdiğini söyleyebilir miyiz?

Yoksa bunun arkasında başka şeyler mi gizli? Yasanın, Suriye ve komşusu Lübnan üzerindeki siyasi boyutları ve etkileri nelerdir?

Bahsi geçen yasa, Ceaser Suriye Sivil Koruma Yasası adı altında 20 Ocak’ta ABD Kongresi'nde Cumhuriyetçi ve Demokrat çoğunluk tarafından kabul edildi.

Yasa adını, rejimden ayrılan ve Suriye’de 2011-2014 yılları arasında işkenceye maruz kalan kurbanlar hakkında dünyayı sarsan bilgiler ve fotoğraflar sızdıran yetkilinin takma adından alıyor.

Barack Obama döneminde hazırlanan yasa, o zamandan beri mevcut biçimine ulaşıncaya kadar birden fazla değişiklik geçirdi.

Maddelerinin çoğu ekonomik, finansal ve bankacılık sektörüne yönelik yaptırımları kapsıyor; ama kendisini Suriye rejimine uygulanan diğer yaptırımlardan ayıran bir nokta var.

O da bu kez sadece Suriye hükümetini değil aynı zamanda rejim ile işbirliği yapan ve onu destekleyen bütün hükümetleri, ekonomik şahsiyetleri ve kurumları da hedef alması dolayısıyla Çin, İran ve Rusya gibi ülkelere de uzanmasıdır.

Ceaser Yasası'nın son zamanlarda Suriye rejimi ile ilişkileri normalleştirmek için acele eden taraflara ve ülkelere siyasi mesajlar gönderdiğine şüphe yok ancak hakkında birçok soru işareti de bulunuyor.

Bunların ilki, yasanın savaşın başlangıcından bu yana ABD’nin Suriye’ye karşı takip ettiği umursamaz politikanın değiştiğinin göstergesi olup olmadığıdır.

ABD'de stratejik kararlar alma mekanizmasının karmaşıklıklarına aşina olanlar, böyle bir yasanın kabul edilmesinin hükmen ilgili ülkenin Washington’un ilgi ve öncelikler haritasının kapsamına girdiği anlamına gelmediğini çok iyi bilirler.

Suriye’nin -Suriye olarak- ABD için hiçbir jeostratejik ağırlığı bulunmuyor. Dolayısıyla, ABD’nin çıkarları hakkındaki algımızı ve davranışlarına yönelik yorumlarımızı değiştirdiğimizde, ABD’nin Suriye’deki çıkarının rejimi değiştirmek değil de İsrail’in güvenliğini sağlamak ve İran’ın nüfuzunu çevrelemek ile sınırlı olduğunu görürüz.

Bu iki hedefini de İsrail’i güçlendirerek ve Rusya ile eşgüdümlü hareket ederek gerçekleştirebilir.

Nitekim Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton da daha önce Washington’un Suriye rejimini devirmeye değil kendisini sarsmaya, davranışlarını değiştirip tavizler sunmaya itmek olduğunu açıklamıştı.

ABD’nin Suriye Temsilcisi James Jeffrey de bir grup Suriyeli muhalifin önünde bunu tekrarlamış ve ABD’nin sadece rejimin davranışlarını değiştirmeye çalıştığını belirtmişti.

Ceaser Yasası'nın rejime uygulanan yaptırımları sıkılaştırmak için yürürlükte olan bir mekanizmaya eklenmiş bir parça olduğu doğru ama asıl hedefinin İran ve içeride kuşatıldığı gibi dış nüfuz bölgelerinde de kendisini kuşatma isteği olduğu daha doğrudur.

Zira yasa, diplomatik çözüm kapısını açık bıraktı. Suriye rejiminin müzakere ve geçiş hükümeti ile ilgili görüşmelerde bulunmakta ciddi olduğu işaretlerini vermesi durumunda ABD başkanına yaptırımları kaldırma yetkisi verdi.

ABD’nin İran Özel Temsilcisi Brian Hook da geçen hafta yaptığı açıklamada bunu yani İran’ın varlığı devam ettiği sürece Suriye’nin yeniden imarına izin verilmeyeceğini ifade etti.

İkinci soru, yaptırımların Suriye rejimini tam kalbinden vurup vuramayacağıdır. Doğrusu bazılarının sandığının aksine bunu yapamayacak.

Bunun birçok nedeni var ve en başında da rejimin on yıllardır maruz kaldığı uluslararası yaptırımlarla başa çıkma konusunda elde ettiği büyük deneyim gelmektedir.

İkinci neden, Suriye’deki mevcut ekonomik sistemin küresel ve bölgesel ekonomi ile bağlantılı olmayan mafyavari bir sistem olduğu için yaptırımlardan etkilenmeyecek olmasıdır.

Üçüncüsü, dolambaçlı yollardan rejimin gereksinimlerini karşılayacak komşu ülkelerin varlığıdır.

Tahran’dan Bağdat ve Beyrut’a sınırlar açık kalmaya devam ettiği sürece yasa nasıl uygulanacak?

Bu sınırları kontrol altına almak, silahların, milislerin, istihbarat unsurları ve mafyaların geçişi, her türlü kaçakçılık faaliyetleri engellenebilecek mi?

Özellikle de son olarak sonuçları Lübnan ekonomisi için yıkıcı olan Lübnan-Suriye sınırındaki kaçakçılık durdurulabilecek mi?

Üçüncü soru, Suriye konusunda ABD ve Rusya ilişkilerine hakim olan açık çelişkiyi ele almaktadır.

ABD bir yandan Suriye’de kalmasını kabul ettiği tek güç olarak Rusya’nın bu ülkedeki varlığını onaylıyor diğer yandan da Ceaser Yasası aracılığıyla Suriye rejimi ile işbirliği yapan ve kendisini destekleyen herkese, ki Rusya bunların başında yer alıyor, yaptırımlar uyguluyor.

Lübnan’a gelince, Ceaser Yasası zaten politik, ekonomik ve finansal düzeyde varoluşsal ve yapısal krizlerden geçtiği bir zamanda kendisine ek bir yük yükleyecek.

Lübnan’ın bu krizlerinin temelinde, Hizbullah’ın hegemonyası ve mevcut tüm yollarla Suriye rejimine askeri, istihbari ve ekonomik yardım sunmak için bunu bir platform olarak kullanması, Şam ile arasında Suriye işgali döneminden miras kalan bir dizi ekonomik anlaşmalar vardır.

Ceasar Yasası'nın umut edildiği gibi, Hizbullah’ın müttefiklerinin hükümet içindeki bazı temsilcilerinin Suriye rejimi ile ilişkileri normalleştirmekteki acelelerini dizginlemesi zor görünüyor.

Bu taraflar, Lübnan’ın egemenliğini yeniden kazanması için kendisinden faydalanmak yerine yasa açıklanır açıklanmaz eski söylemleri yeniden dillendirerek kendisini emperyalizm ve siyonizme hizmet eden bir araç olarak sunmaya çalıştılar.

Bu mantık ve söylemler, birden fazla ülke tarafından terör örgütü kabul edilen bir örgüte yönelik ABD yaptırımlarının etkilerini zayıflatmaya her zaman katkıda bulunmuştur.

Lübnan’da sorun, Hizbullah, silahı ve rolü meselesini dillendirmekten kaçınmanın, zor yaşam koşulları, ekonomik ve finansal sorunlara odaklanmanın neredeyse oybirliğiyle kabul görmüş olmasıdır.

17 Ekim’de başlayan halk hareketinin, şu ana kadar bütün krizlerin temeli ve sorumlusu olan Hizbullah’ı hedef almaya cesaret edememiş olması da bunun kanıtıdır.

Hükümetin mali pozisyonlarda yaptığı son atamalar da yaptırımları ve Ceaser Yasası'nı atlatmaya yönelik bir adımdır.

ABD’de Lübnan’a yardım konusunda dönen tartışmaya rağmen Ceaser Yasası, ABD idaresinin Lübnanlıların çıkarlarını dikkate almadan Hizbullah ile birlikte onları da cezalandırmak konusunda ciddi olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde yapılmak istenen, Suriye rejimi ve müttefiklerinin etrafındaki çemberi daraltmak, böylece rejimi İran’ın yörüngesinden ayrılmaya zorlayacak bir anayasal geçişe yönlendirmektir.

Lübnan tarafından da onu sıkıştırarak, politik ve anayasal tavizler sunmadan yeniden yapılanmanın mümkün olduğuna yönelik umutlarını yıkmaktır.

Suriye ve Lübnan’da bütün bunlar olurken İran da çok iyi bir durumda değil.

Para birimi sürekli bir düşüş ve gerileme içinde, ekonomik sıkıntı yönetimin gizleyemeyeceği bir boyuta ulaşmış durumda.

Sözün kısası, yukarıda da belirttiğimiz gibi Suriye -Suriye olarak- Washington’un stratejik öncelikleri arasında yer almamaktadır.

Ceaser Yasası'nın amacı, her şeyin olduğu gibi devam etmesi ve Washington’un Tahran’ı müzakere masasına çekmeyi başaramaması halinde, İran’ı çevrelemek ve dışarıya uzanmış kollarını keserek sınırlarının içine geri dönmesini sağlamaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU