Eğer eviniz camdan yapılmışsa…

Obama’nın başkanlığında da ülkede bu tür hadiseler yaşandı ve bunlar Floyd'un başına gelenlerden daha az trajik değildi. Peki tüm bunlar karşısında o ne yaptı?

Fotoğraf: AFP

ABD eski Başkanı Barack Obama birkaç gün önce ülkesinde yaşananlara ilişkin bir dizi açıklama yaptı ve ülkesindeki sol dalganın görüşlerini seslendirdi.

Elbette eski bir başkanın, ülkenin bir vatandaşı olarak gösteriler ve protestolar hakkında düşündüğünü ifade etme hakkı vardır. 

Ancak kabul edilemez olan şey, olayı siyasi olarak sömürmesi ve partisinin gündemiyle diğer tarafın kamuoyuna zarar vermek ve rakip partinin fırsatlarını engellemek amacıyla kullanmasıdır.

Kim olduğu fark etmeksizin, hangi adayın şansı ne kadar olursa olsun, buradaki mesele ahlaki, yasal ve anayasal boyutlara sahiptir. Ama bu politika ve bildiğiniz şey siyasetin ne olduğudur.  

Obama'nın başkanlığının son üç yılında yönetimin takip etmiş olduğu siyaseti hatırlayalım.

Bu siyaset o kadar bulanık ve gizemliydi ki siyasi sahneyi karıştırdı.

Hem müttefiklere hem de düşmanlara yanlış mesajlar gönderildi. Bu durum bölgeyi bir karışıklığın içerisine sürükledi.

Tarafların bölgesel gerçekliği şekillendirme konusunda uzlaşı sağlamalarının zorluğuyla birlikte o sıra olumsuz neticeleri ortaya çıkan birtakım hadiselerin yaşandığı da göz önünde bulundurulursa, bu karışıklığın geldiği nokta daha açık bir şekilde görülür.

Amerika’nın o sıralar bölge ile olan ilişkileri alay konusu oldu.

Müslüman Kardeşler'e verdiği destekten barış sürecinden geri adım atılmasına, Suriye dosyasına ilişkin diplomatik çabaların çöküşünden İran'ın nükleer dosya kapsamındaki yükümlülüklerine uymamasına kadar öne sürülen bütün kartlar başarısızlıkla sonuçlandı.

Obama, birkaç gün önce ülkesinde adaletin uygulanmasına ve ırk ayrımcılığına yönelik eleştirilerini dile getirdiği, “Bu anı gerçek bir değişim noktası haline nasıl getirebiliriz?” başlıklı bir yazı yazdı.

Yazısında benzeri uygulamaların ve davranışların önüne geçilmesi için kanun çıkarılması çağrısında bulundu.

Bu, iyi ve önemli bir nokta. Fakat bu bağlamda önemli bir soru gündeme geliyor:

Obama’nın başkanlığında da ülkede bu tür hadiseler yaşandı ve bunlar Floyd'un başına gelenlerden daha az trajik değildi. Peki tüm bunlar karşısında o ne yaptı?

Aslında başkanlık, gerek polis uygulamalarında gerekse ceza ve adalet sisteminde reform yapmada ciddi bir ilerleme kaydedememiştir.

Ülkede başkanlık koltuğuna oturan ilk siyahi vatandaş olması ve bunların farkında olması sebebiyle dikkatleri bu meseleye çekmesi, bu konuya ilişkin kanun tasarılarını temel öncelikleri arasında koyması gerekiyordu. Fakat bunu yapmadı.

İran rejimi ile nükleer anlaşma üzerine yaptığı tartışmalara ayırdığı zamanın bir kısmını bu konuya vermiş olsaydı muhtemelen somut birtakım adımların atılmasına ön ayak olabilirdi.

Ancak bunu umursamadı ve tarihi bir başarıya imza atacağını düşünerek İran dosyasına odaklanmaya devam etti.

The Center for American Progress* (CAP) tarafından Obama'nın performansının eleştirildiği, “ABD’nin Ortadoğu'daki Nüfuzundan Yararlanma- Bölgesel Ortaklıkları Güçlendirme Planı” başlıklı önemli bir rapor yayımlandı.

Raporda, özellikle DEAŞ’ın ortaya çıkması ve Avrupa'ya ulaşan mülteci felaketinden sonra Washington'un bölgede bazı çıkarlarının olduğu kaydedildi.

Ayrıca Beyaz Saray'ın aktif liderlik kavramına geçerek kriz yöntemini terk ettiği vurgulandı.

Ahlak ve değerler başka, siyasi kazanç başka bir şeydir.

Tavsiye, konferans ve planların belli derecede seçmeni etkilediğine şüphe yok.

Ancak yeteneklerinize ihanet ettiğinizde ve elinize fırsat geçmesine rağmen yönetmekte başarısız olduğunuzda bütün bunlar sizin kınanmanız için bir delil olur.

Obama’nın bugün yaptığı şey budur.

Trump, selefinden daha iyi bir durumdadır. Önemli kararlar aldı ve pusulayı doğru yöne çevirdi.

Ülkenin ve güvenliğinin zarar göreceği risklerin ve tehlikelerin bölgedeki müttefiklerinden daha önce geldiğine inandı.

Burada Başkan Trump'ı savunma makamında bulunmuyorum. Onun dosyası da taşkınlıklarla ve hatalarla doludur.

Bugün popülaritesinde bir düşüşe tanık oluyor. Ancak beni dünyanın bu bölgesine ait bir insan olarak ilgilendiren şey; Beyaz Saray'da dizginleri kim eline alırsa alsın, bölgemize yönelik olan şer odaklı projelerin ve uygulamaların farkında olmasıdır.

Amerika bugün ırkçılık hastalığından mustarip. Irkçılık, dar ufuklu bir sosyal hastalıktır ve bu nedenle konu göründüğünden çok daha derindir.

Mesele siyah bir adamın beyaz bir polis tarafından öldürülmesinden ziyade eski ve oldukça hassas olan bir dosyanın yeniden gündeme gelmesidir.

Demokrasi başarısız oldu mu? Belki de.

Ancak öyle görülüyor ki mesele Amerika ile sınırlı değil.

Kalabalıklar yaşanan bu hadisenin ardından dünya ülkelerinin şehirlerini ve başkentlerini doldurdular.

Irkçı davranışların suç sayılması ve cezalandırılması yönünde hükümetlerden kanunlar çıkarılmasını talep ettiler.

Mandela'nın “insan vicdanının kötü durumu” olarak tanımladığı ırkçılık hastalığı, son yıllarda teknolojinin yayılması ve araçların çeşitlenmesiyle birlikte küresel çapta daha da büyüdü.

Bu konu, bir başka yazıda üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken ilginç bir meseledir.

 

 


* Washington merkezli Amerikan Düşünce Kuruluşu (çn.)

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU