Ev sinemasında bu hafta: Sempatik bir röntgenci; “Gece Kâtibi”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Özellikle yapım süreçlerinin dijitalleşmesiyle birlikte imkanı olan herkesin film çekebildiği böylesi bir çağda elbette sinematik açıdan değerleri tartışmalı olsa da söz ettikleri tüm imkansızlıklar ve zorluklara rağmen sinema oldukça üretken bir sektör.

Öyle ki salgın nedeniyle sinema salonları kepenk indirmeden önce vizyona giren bir filmi ikinci haftasında yakalayabilen kendini şanslı sanıyordu.

Şimdi çevrimiçi dijital platformların da devreye girip kaynak yaratması sonucu neredeyse bir fason üretimine geçen sektör gerçeği de artık ortada.

Haliyle böylesi bir sirkülasyonda hem yoğun bir mesai gerektirdiğinden hem de insanın bünyesi bunu kaldırmayacağından tüm filmleri takip edebilmek ve izlemek mümkün olmayınca pek çok film de arada kaynıyor, gözden kaçıyor.

Hatta belki de çok kıymetli bir film, lobi ve halkla ilişkiler (PR) desteğinden mahrum, seyircisiz ve salonsuz, sessiz ve sedasız bir şekilde, belki bir gün keşfedilmek üzere önümüzden öylece geçip gidiyor.

Bu yüzden konsept gereği son dönem film değerlendirmelerimde her ne kadar güncel sinemayı takip ediyorsam da bulduğum her fırsatta geçmişe dönüp kaçırdığım yapımları da seyrederek geçmiş ile şimdiyi dengelemeye gayret ediyorum.

Güncel olan filmler içinden de olabildiğince iz bırakacak yapımları öne çıkarmaya çalışıyorum.


Sempatik bir röntgenci; “Gece Kâtibi”

Yönetmen: Michael Cristofer / Oyuncular: Tye Sheridan, Helen Hunt, Ana de Armas, John Leguizamo, Johnathon Schaech, Jacque Gray, Austin Archer / Süre: 90 dakika
 


Şimdi, böylesi bir girişten sonra haklı olarak önünüzde gerçekten iz bırakacak bir filmin değerlendirmesini görmek isteyebilirsiniz. Ama bu hafta o hafta değil.

Eğer bu yeni normalleşmeyle birlikte temmuz ayında sinemaların yeniden perde açması mümkün olursa ve takvimde herhangi bir değişiklik olmazsa Türkiye’de ağustos ayında sinemalarda gösterime girmesi beklenen, ama öncesinde, bu hafta Netflix üzerinden çevrimiçi prömiyerini yapan The Night Clerk öyle sinema tarihinde iz bırakacak filmlerden biri değil.

Bu hafta bu filmi ele alma nedenim daha farklı; bir süre önce filmler üzerine sohbet ettiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine daha evvel izleme imkanı bulamayıp karantina vesilesiyle seyrettiğim, başrollerinde Antonio Banderas ve Angelina Jolie’nin yer aldığı Günahkâr (Original Sin) adlı filmin yönetmeni Michael Cristofer’ın neredeyse yirmi yıllık bir devamsızlıktan sonra sürpriz bir şekilde bu filmle çıkagelmesi nedeniyle bu film önemli.

Tuhaf bir saplantı

Dustin Hoffman’ın hayat verdiği Yağmur Adam (Rain Man) karakteri gibi oldukça zeki ve otistik spektrum bozukluklarından asperger sendromu olan Bart Bromley adında bir otel görevlisine odaklanan The Night Clerk, öyle çok orijinal bir hikayesi olmasa bile yine de filmin izlenmeye değer olmasını sağlayan ilginç şeyler var.

Her şeyden önce karakterlerine saygı duyan orta düzeyli bir gerilim filmi.

Hollywood gerilim filmlerinin bir klişesine dönüşen röntgencilik olgusuna çığır açıcı bir boyutta olmasa da farklı bir yaklaşımı var.
 


Annesiyle birlikte kalan, evinin bodrum katında yaşayan, üç veya dört yıldızlı yerel bir otelin gece vardiyasında resepsiyonist olarak çalışan Bart’ın röntgencilik konusunda tuhaf bir saplantısı var.

Ancak bu saplantı öyle insanın ilkel dürtülerini harekete geçirme amacından ziyade, Bart’ın kendi sosyal becerilerini geliştirme çabasıyla ilgili.
 


Bu, genç aktör için de zor bir konu; çünkü rolündeki en ufak bir yanlış adım ve seyircide bırakacağı hissiyat hayat verdiği karakterini affedilmez bir röntgenciye doğru götürme riski taşıyor.

Ancak neyse ki Tye Sheridan bunu performansıyla ustalıkla dengeliyor.

Karakterinin bu ayırt edici özelliklerini yakalamada ve içselleştirerek seyirciye aktarmada muazzam bir iş çıkarıyor.

Bart, sosyal becerilerini geliştirmek için gizlice otel odalarına yerleştirdiği kameralar üzerinden gelen misafirleri izlerken onların sözlerini tekrar ediyor ve konuşma pratikleri yapıyor.
 


Ses tonlarını ve beden dillerini gözlemleyerek onların davranışlarını taklit ediyor.

Onun için görüntülerdeki cinsiyetlerin bir önemi yok. O sadece bu insanların davranışlarıyla ilgileniyor ve toplum içindeki ilişkilerinde, yaptığı bu pratiklerden istifade ediyor.


Bir cinayetin gizemi

Fakat günün birinde, Bart’ın vardiya değişimi yaparak evine erken gittiği bir gecede otelde bir kadın öldürülüyor.

Bart, evindeki izleme sistemine bağlı olan otel odasındaki kamera sayesinde gizemli bir adamın şiddete yönelik eğilimlerinden olabilecekleri anlayıp kadını kurtarmak için hızla otele geri dönüyorsa da iş işten geçiyor.

Bart, kadının ölümünü engelleyemediği gibi polis olay yerine geldiğinde onu kanlı yatakta otururken buluyor.
 


Bart'ın garip davranışı nedeniyle bir polis müfettişi ondan şüpheleniyor. Onun o saatte neden orada olduğuna anlam veremeyenler için de baş şüpheli olarak polisin markajına giriyor.

Bart, ne kadar masumiyetini kanıtlamak istese de polise gizli kameralardaki görüntülerden bahsedemiyor.

Çünkü eğer bu kameralar bulunursa daha büyük sorun yaşayabileceğini bilecek kadar akıllı ve aklı başındadır.
 


Bu olay sonrasında çalıştığı otelin daha sakin başka bir şubesine gönderilen Bart, bu arada otele giriş yapan Andrea isimli yeni bir kadın ile tanışıyor.

Andrea, kardeşi de asperger sendromuna sahip olduğundan Bart’ın davranışlarını çok iyi anlıyor.

Kısa süre içinde Bart ve Andrea arkadaş oluyor. Andrea’nın yüksek empatisi ve samimiyeti Bart’ın ona karşı romantik duygular beslemesini sağlıyorsa da Andrea’nın evli bir adamla olan karmaşık ilişkisi aralarında bir engel oluşturuyor.
 


Ama tabii ki bu sırada polis soruşturması derinleşirken ve gerçek katil hala ortalıklarda serbestçe dolaşıyorken Bart, yeni arkadaşı Andrea’yı hem tehlikelerden korumak hem de onun bir sonraki kurban olmasını önlemek için katilin kim olduğunu bulması gerektiğini fark ediyor.
 


Katil kim?

Modern bir kara film örneği olan The Night Clerk biraz tuhaf bir suç draması. Aynı zamanda insanları rahatsız edecek bir suçu kabul edilebilir kıldığı için de seyirciyi ikilemde bırakabilecek türden bir film.
 


Tamam kabul ediyorum; genel bir kural olarak, öyle sanıyorum ki özellikle izlediği kişi farkında değilse diğer insanların ne yaptığını seyretmeyi herkes seviyordur.

Röntgenci eğilimlerimizin pek çok küçük düşürücü dezavantajına rağmen, insanların başkalarının hayatlarına göz atmaya çalışmaktan vazgeçmeleri de sanırım pek olası değildir.

Diğer insanların sırlarını öğrenmenin cazibesi de çok fazla. Yalnız oldukları anda başkasının nasıl davrandığını görmek bize sonsuz bir keyif ve haz veriyor olabilir.

Ancak birisinin sırlarını bilmek eğlenceli olsa da bu bilgi zamanla bir yüke de dönüşebilir. Bu filmde olduğu gibi insanı açıklaması zor bir durum içine sürükleyebilir.

Kendini gerilim türü içinde konumlandırmasına rağmen dikkate değer çok fazla heyecanı olmayan film hem izlenebilir hem de kolayca unutulabilir düzeyde.
 


Yalıtılmış bir his yaratmak için gece havasını ve otelin küçük boyutunu kullanarak çekici bir atmosfer yaratmış.

Ana hikayenin geçtiği saatlerin karanlığından istifadeyle ortaya çıkan ağır ve sessiz atmosfer Bart’ın sosyal garipliğini ve yaşadığı hayal kırıklıklarını etkili bir şekilde dışa vurması için gayet mükemmel.
 


Oyuncuların da harika kimyaları var, etkileşimlerinde hem garip hem de sevecen olmayı başarıyorlar.

Bu açıdan film övgüye değer performanslara da sahip ancak yine de iyi yetenekleri boşa harcamış hissi bırakıyor.
 


Filmin beklentileri tam olarak karşılayamadığı yer ise, bazı karakterlerin yapay motivasyonlarından ve cinayet planından kaynaklanıyor.

İşlenen cinayet bir noktaya kadar etkisini gösteriyor; ama yoğun gizem hayranlarının ilgisini sonuna kadar elde tutacak sürdürülebilir bir entrika sağlamayı başaramıyor.
 


Ve en önemlisi de hikayenin hiçbir yere varmaması ve seyirciyi öylece olayların ortasında bırakması.

Çünkü filmin yapımcısı katilin yakalanıp yakalanmadığını umursamıyor. Ama yine de çok büyük beklentiler içine girmeden baş karakterler için bile olsa seyredilmeye değer bir film. 

 
 Haftanın diğer filmleri

Amerikan Suçunun Son Günleri

Yönetmen: Olivier Megaton / Oyuncular: Édgar Ramírez, Anna Brewster, Michael Pitt, Sharlto Copley, Sean Cameron Michael, Alonso Grandio / Süre: 149 dakika
 


5 Haziran’da Netflix’in yayın kuşağına girecek olan, Rick Remender ve Greg Tocchini’nin aynı adlı çizgi romanından uyarlanan The Last Days of American Crime, benzeri görülmemiş bir soygun planını konu ediyor.

Çok uzak olmayan bir gelecekte, suçun hüküm sürdüğü Amerika sokaklarında tam anlamıyla bir kaos hakimdir.

ABD hükümeti ise vatandaşlarının yasa dışı faaliyetlerini engelleyecek bir plan üzerinde çalışmaktadır.

Bu amaçla, insanların suça yönelik eylemlerde bulunmasını imkânsız hale getirecek sinyal yayan bir teknoloji geliştirilir.

Bu sırada azılı bir soyguncu da bir daha soygun yapmasına gerek kalmadan uzak bir adada rahatça yaşamını sağlayacak kadar nakit elde edebileceği son bir soygunun hazırlığı içerisindedir.

Ancak hükümetin bu planından haberdar olan soyguncu bu amacına ulaşabilmek için teknoloji devreye girmeden önce soygununu bir an evvel gerçekleştirmesi gerekmektedir.


Ben Ölmeden Önce

Yönetmen: Ry Russo-Young / Oyuncular: Zoey Deutch, Halston Sage, Logan Miller, Kian Lawley, Elena Kampouris, Diego Boneta, Jennifer Beals / Süre: 99 dakika
 


Netflix’in Haziran ayı yayın kuşağında yeniden gösterim imkanı bulan, Lauren Oliver’in aynı adlı çok satan gençlik romanından uyarlanan Before I Fall, tek bir günün içinde sıkışan Samantha’nın inanılmaz hikayesini anlatıyor.

On yedi yaşındaki Samantha okulda harika bir arkadaş grubuna ve mükemmel bir sevgiliye sahiptir. Ancak bir gün her şey onun için aniden değişir.

Çünkü gittiği bir partinin çıkışında geçirdiği bir kaza sonucu Samantha esrarengiz bir şekilde, tekrar tekrar aynı günü yaşamaya başlar.

Kaza gecesinin ardından o son günü tekrar tekrar yaşamaya başlayan Samantha’nın bu döngüden kurtulabilmesi için hem kendisini hem de yakınındakileri saran gizemleri çözmesi gerekecektir.

Bunun için de ölümünün sırrını ve kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu her şeyi keşfetmelidir.

Hikaye kurgusuyla çok beğenilen ve eleştirmenler tarafından “Twilight neslinin Groundhog Day”i olarak tanımlanan film Hollywood’un yükselen yıldızlarını da bir araya getiriyor.


Dağların Kraliçesi

Yönetmen: Sadyk Sher-Niyaz / Oyuncular: Elina Abai Kyzy, Nasira Mambetov, Aziz Muradillayev, Adilet Usubaliyev, Dildorbek Rahmonov / Süre: 135 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 9 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan Kurmanjan Datka (Queen of the Mountains) bir buçuk milyon dolarlık bütçesiyle Kırgız sinema tarihinin en pahalı filmi olarak biliniyor.

Oscar adaylığı da bulunan film, Kırgızların tarihinde önemli bir sayfa olan Rus Çarlığının egemenliğine girildiği dönemi kadrajına alıyor.

Zengin Kırgız kültürünü ve tarihini merak edenlerin kaçırmaması gereken filmde, eşinin bir suikasta kurban gitmesinin ardından Alay Kırgızlarının başına geçen ve “Alay Kraliçesi” diye anılan Türkistan coğrafyasında ilk kadın general unvanına sahip Kurmancan Datka’nın hayatı, ailesi, yönetimde karşılaştığı acılar ve trajediler anlatılıyor.


Deli ve Dahi

Yönetmen: Farhad Safinia / Oyuncular: Mel Gibson, Sean Penn, Natalie Dormer, Eddie Marsan, Jennifer Ehle, Jeremy Irvine, David O'Hara, Ioan Gruffudd, Brendan Patricks, Stephen Dillane, Steve Coogan, Laurence Fox, Aidan McArdle, Adam Fergus, Anthony Andrews, Lars Brygmann / Süre: 124 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 5 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan, Simon Winchester’ın 1998 yılında yayımladığı The Surgeon of Crowthorne adlı kitabından uyarlanan, biyografi türündeki The Professor and the Madman, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün ortaya çıkışının gerçek hikayesini konu ediyor.

Film 1857 yılında Oxford İngilizce Sözlüğü’nü derlemeye başlayan ve denetim kurulunu yöneten ünlü Profesör Sir James Murray ve Broadmoor Cinayet Zanlıları Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’nde tedavi görmekte olup sözlüğe 10 binden fazla kelimeyle katkıda bulunan W.C. Minor adlı bir doktoru kadrajına alıyor.

Professor Murray, gerçekleştirmek istediği proje için gecesini gündüzüne katarak çalışmakta ve zamanla yarışmaktadır. Onun amacı, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün on bin kelimelik ilk baskısını taahhüt ettiği süre içinde hayata geçirmektir.

Çalışmalarını sürdürdüğü sırada Murray’in eline akıl hastanesinden büyük bir çalışma geçer. Çok tehlikeli hastaların konulduğu bir akıl hastanesinde yatmakta olan Doktor Minor, profesöre 10 bin kelimelik bir çalışma gönderir.

Minor’un gönderdiği bu liste ikilinin yollarının kesişmesine neden olur.


Eski Kocam(ız)

Yönetmen: Margarethe von Trotta / Oyuncular: Ingrid Bolsø Berdal, Katja Riemann, Haluk Bilginer, Tinka Fürst, Fredrik Wagner, Mathias Sanders, Lucie Pohl, Paula Riemann, Vico Magno / Süre: 110 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 10 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan Forget About Nick, iş hayatında hızla yükselen bir kadının, geride hiçbir iz bırakmadan bir anda kayıplara karışan kocasının eski eşiyle birlikte yaşamak zorunda kalması sonucu gelişen olayları ekrana taşıyor.

Eski bir model olan Jade, kocası Nick’in yardımlarıyla kendi işini kurar ve New York moda dünyasının önde gelen isimleri arasına girer. Ancak işine olan tutkusu ve mesleki hırslarıyla başarı basamaklarını hızla çıkmak isteyen Jade’in özel hayatı Nick tarafından terk edildiğinde altüst olur.

Bu ayrılık yetmezmiş gibi acısını yaşadığı gün eve geldiğinde başka bir sürprizle daha karşılaşır.

Nick’in yıllar önce terk ettiği Maria da eve yerleşmeye gelmiştir. Çünkü Nick iki eşinden ayrılırken ikisine de aynı direyi bırakmıştır.

İki kadın, iki farklı hayat. Biri aile odaklı, diğeri için kariyer her şeyden önemli. Bu iki kadının tek ortak noktaları ise eski kocaları.

Birbirinden tamamen farklı bu iki kadın mecburen aynı evde yaşamaya başlar. Eski kocalarından yedikleri kazığın ardından iki kadın için bir arada yaşamak kolay olmasa da zamanla birbirlerine alışır ve destek olmayı öğrenir.

Jade’in Maria ile yaşadığı tüm zıtlaşmalar, çekişmeler ve anlaşmazlıklar onun hem özel hayatında hem iş hayatında zamanla yerini bir kadın dayanışmasına bırakır.

Başlarda oldukça çatışan Jade ve Maria, yeni hayatlarına alıştıkça birbirlerinden güç almaya başlar.


Hayatı Yakala

Yönetmen: Mike Binder / Oyuncular: Adam Sandler, Don Cheadle, Jada Pinkett Smith, Liv Tyler, Saffron Burrows, Donald Sutherland, Robert Klein, Melinda Dillon, Mike Binder, Jonathan Banks, John de Lancie, Rae Allen, Paula Newsome, Ted Raimi, B. J. Novak / Süre: 124 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 8 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan Reign Over Me, üç kız çocuğunu ve karısını 11 Eylül saldırılarında kaybeden Charlie Fineman’in travmalarla dolu hikayesini anlatıyor.

Charlie eski okul arkadaşı Alan Johnson’ın yanına gidince tüm hayatı değişmeye başlar. Alan’ın hayatında her şeyi vardır; iyi bir iş, güzel ve iyi bir karısı ve güzel çocuklar... Ancak Alan’ın her şeyi olsa da nedense kendisini bazen mutsuz hissetmektedir.

Charlie’nin gelmesiyle iki eski arkadaşın dostluklarını pekiştirdiği, her şeyin iyiye gittiğini gördüğü ve garip maceralara doğru yol aldığı film hüzünlü ve trajikomik hikayesiyle dostluğun önemini vurgular.


Kelebek ve Dalgıç

Yönetmen: Julian Schnabel / Oyuncular: Mathieu Amalric, Emmanuelle Seigner, Anne Consigny, Marie-Josée Croze, Olatz López Garmendia, Patrick Chesnais, Max von Sydow, Isaach de Bankolé, Marina Hands, Niels Arestrup, Anne Alvaro, Zinedine Soualem, Emma de Caunes, Françoise Lebrun / Süre: 112 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 6 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan Le Scaphandre et le Papillon (The Diving Bell and the Butterfly), ünlü Fransız magazin dergisi Elle’de yazarlık ve editörlük yapan Jean-Dominique Bauby’nin hayat hikayesini anlatıyor.

43 yaşındaki Jean-Dominique Baub “Locked-in” adı verilen felç hastalığına tutulmuştur.

Üç hafta süren koma halinden sonra gözlerini açmıştır. Ancak Bauby kendine geldiğinde, hiçbir uzvunu kıpırdatamadığını fark eder. Konuşamamakta, yardım olmadan nefes alamamaktadır.

Kıpırdatabildiği tek organı sol göz kapağıdır. Bu sayede basit sorulara evet-hayır karşılıkları verebilir. Bu, onun dış dünyayla tek bağlantısıdır.

Bu mucizevi uyanış doktorlar tarafından şaşkınlıkla karşılanır çünkü Bauby fiziksel olarak hiçbir eylemi yerine getiremiyorken beyin bölgesinde hiçbir sorun çıkmaz ve izleyici bu andan itibaren Bauby’nin iç sesiyle olaylara tanıklık etmeye başlar.

Filmin önemli bir kısmı, Bauby’nin bakış açısından çekilmiştir. Öyle ki, Bauby sorulara cevap vermek için gözünü kırptığında, perde kısa süre kararmaktadır.

Tek kontrol edebildiği organı sol göz kapağı olan adam bu haldeyken bir mucizeye daha imza atarak insanlarla göz hareketiyle anlaşmaya, dahası hayat hikayesini anlatacağı kitabını yazmaya başlar.

Bir konuşma terapisti, Bauby’nin daha etkin iletişim kurabilmesi için, harfleri Fransızcadaki kullanılma sıklığına göre sıralar (E, L, A, O, I, N, S, D, vs.) ve yüksek sesle okur.

Doğru harfe geldiğinde Bauby göz kırpmakta ve bir sonraki harfe geçilmektedir. Bu yöntemi kullanarak Bauby filmle aynı addaki kitabı yazar.

Yazarın otobiyografik kitabından uyarlanan bu film 2007 Cannes Film Festivali’nde mizansen ödülü kazanmıştır.


Son Konser

Yönetmen: Yaron Zilberman / Oyuncular: Philip Seymour Hoffman, Christopher Walken, Catherine Keener, Mark Ivanir, Imogen Poots, Anne Sofie von Otter, Madhur Jaffrey, Liraz Charhi, Wallace Shawn, Nina Lee / Süre: 105 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 7 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan A Late Quartet, Beethoven’ın Opus 131 Yaylılar Dörtlüsü adlı olağanüstü eserinden esinlenen ve bu yapıt etrafına örülen hikayesiyle oda müziğine ve New York kültür dünyasına saygı duruşunda bulunuyor.

Yirmi beş yıllık başarılı bir müzik kariyerine sahip olan ve bulunduğu orkestranın en eski üyesi olan çello sanatçısı Peter, Parkinson hastalığına yakalandığını öğrenir.

Bu nedenle emekli olma kararını vermek zorunda kalan başarılı sanatçı bir duyuru yaparak durumunu açıklar. Bu durumun yankıları ise bir hayli ilginç olayları da beraberinde getirir.

Sanatçının kararı dengeleri sarsar ve bu durum grubun geleceğini de değiştirmek üzeredir.

Saklı olan ve gün yüzüne çıkmaya hazırlanan duygular, ego savaşları ve gizli tutkular yıllar süren bu arkadaşlığı ve iş birliğini yok etmek üzeredir.

Ancak 25. yıl dönümleri için verecekleri konser yaklaştığından, müzisyenler, sorunlarını çözüp birlikteliklerini korumak ile sonsuza dek ayrılmak arasında seçim yapmak zorundadır.

Nihayetinde birlikte çıktıkları bu son konser, öncesinde yaşadıkları tüm bu duyguların patlama anına ulaştığı ve müziğin ritmiyle birlikte ilginç bir ahenk oluşturduğu sıra dışı bir deneyime dönüşür.

Ölümsüz sanatçı Beethoven’ın eserlerinden esinlenilerek beyazperdeye aktarılan filmin başrollerinde Christopher Walken ve Philip Seymour Hoffman gibi usta isimler yer alıyor.


Şirin’in Kalesi

Yönetmen: Reza Mirkarimi / Oyuncular: Hamed Behdad, Zhila Shahi, Akbar Aein, Niousha Alipour, Mohammad Asgari, Youna Tadayyon / Süre: 86 dakika
 


“Ev Hayat Dolu” sloganıyla yayın akışını güncelleyerek dünya sinemasının en prestijli filmlerini ekrana getiren Türkiye’nin kültür sanat kanalı TRT 2’nin 11 Haziran tarihli yayın kuşağında yer alan Ghasr-e Shirin (Castle of Dreams), bir ailenin trajik hikayesine odaklanıyor.

Filmde, hayatını bir türlü yoluna koyamayan bir adam yıllardır görmediği çocuklarının bakımını üstlenmek zorunda kalıyor. Bu süreç içerisinde çocukların babalarıyla ilgili hayallerinin yıkılması ise çok uzun sürmüyor.

Sade tarzından ödün vermeyen İranlı yazar ve yönetmen Reza Mirkarimi’nin bu filmi Nuri Bilge Ceylan’ın jüri başkanlığını üstlendiği Şangay Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini kazandı.

Ayrıca filmin başrol oyuncularından Hamed Behdad da aynı festivalde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kucakladı.


Tıkanma    

Yönetmen: Anurag Kashyap / Oyuncular: Saiyami Kher, Roshan Mathew, Amruta Subhash, Rajshri Deshpande / Süre: 114 dakika
 


5 Haziran’da Netflix’in dramalar yayın kuşağına girecek olan Choked: Paisa Bolta Hai, işsiz kocasının borçlarını ödemek ve evini bir başına geçindirmek için aşırı bir şekilde çalışmak zorunda kalan, otuz yaşında orta sınıf bir kadının hikayesini anlatıyor.

Ödenmek üzere bekleyen borçlarının ve kendi yıkık hayallerinin yükünü omuzlarında taşıyan banka memuru bu sıkıntıları yetmezmiş gibi bir de evinde sürekli tıkanan lavabosundan mustariptir.

Ancak bir gün bu tıkanmayla birlikte dairesinin içine su sızmaya başladığında evinde hayatını kökten değiştirecek, üstelik sınırsız gibi görünen gizli bir para kaynağı bulur.

Dairesinin içindeki sızan bir boruda saklanan küçük plastik torbalara sarılmış banknotların nereden geldiğini düşünmeden ve sorgulamadan harcamaya başlayan Sarita ilişkilerinde farklı bir gerçeklikle yüzleşerek güç ve para arasındaki dengelerin hayatını nasıl değiştirdiğini tecrübe edecektir.

 

 

   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU